Bu hafta sadece dört film sinemalarımıza konuk oluyor: Bourne serisinin sonuncu ve sanıyoruz ki en zayıf filmi Bourne’nin Mirası haftanın en dikkat çekici filmi gibi görünüyor. Sophie Lellouche imzalı bir Woody Allen güzellemesi olan Paris-Manhattan, Saftirik Greg’in Günlüğü’nün son bölümü İşte Şimdi Yandık ve Korku Kapanı haftanın diğer filmleri. Herkese iyi seyirler…
Bourne’un Mirası (The Bourne Legacy)
Yönetmen: Tony Gilroy
Senaryo: Tony Gilroy, Dan Gilroy
Oyuncular: Jeremy Renner, Rachel Weisz, Edward Norton
Yapım: 2012 / ABD / 135 dk.
Hollywood’un sündüre sündüre çektiği devam filmlerinin son halkası Bourne’un Mirası (The Bourne Legacy) oluyor. Ne kadar semirmiş olursa olsun bir sinekten kaç kere yağ çıkar ki? “Çıktığı kadar!” deyip yola devam ediyorlar. 2000’li yılların yeni nesil ajanı Jason Bourne, üç adımda olgunluğa ulaşıp sinema tarihinde sağlam bir iz bırakmışken zorlama bir gayretle onu sürdürmek ancak bu mantıkla açıklanabilir.
Amerikalı yazar Robert Ludlum’un 1980-1990 arası yazdığı Bourne kitapları, yazarın 2001’de ölümünden sonra 2002-2007 arası üç filmde beyazperdeye aktarıldı. Bond’dan ciddi, Görevimiz Tehlike’den oturaklı; ‘dünyayı kurtarmanın’ değil kimliğinin ve geçmişinin peşinde yeni nesil bir ajan geldi perdeye. Özellikle, ikinci filmden itibaren Paul Greengrass’ın yönetmen koltuğuna geçmesiyle birlikte Jason Bourne, sinema tarihinin ajanlar silsilesine sağlam bir çentik atmıştı.
Dördüncü film, adından da anlaşılacağı gibi Bourne’un mirasına konmaya çalışıyor. Bir önceki film Son Ultimatom’un geçtiği zamanda paralel bir ajan öyküsü anlatıyor. Jason Bourne, kimliğini arama macerasında CIA bünyesindeki Treadstone adlı gizli bir yapılanmanın suikastçi üyesi olduğunu ortaya çıkarırken aynı dönemde ajan Aaron Cross da benzer bir süreç yaşamaktadır. Bourne’un gizli yapıyı deşifre etmesi, ajan Cross’un hayatını da etkiler. Aniden, CIA’in hedefi haline gelen Cross, üzerinde uygulanan program sebebiyle haplara da bağımlıdır. Hayatta kalmak için CIA’den kaçarken, bir taraftan da hapların verildiği laboratuvarda Dr. Marta Shearing’e ulaşıp bağımlılığını çözmesi gerekir. Artık ikisi de CIA’in ölüm listesindedir.
Gilroy, pek bir şeye benzemeyen, Julia Roberts ile Clive Owen’ın oynadığı Sahtekarlar’dan (Duplicity) sonra üçüncü adımı Bourne’un Mirası’nda kuru bir aksiyon filmine imza atıyor. İlk üç Bourne filminde senaristlik yapan Gilroy’un serinin dümenine geçmesi filme bir şey kazandırmadığı gibi, onu durağanlaştırıyor. Daha net söylersek Gilroy, Bourne’un mirasını har vurup harman savuruyor.
Filmin ilk yarısında bir ilaç muhabbetidir gidiyor. Ajan Cross’un görevini yapması için ilaçlara bağlı olması, yetenekli ajan Bourne’un mirasına hiç uymuyor. Esasında iyi bir oyuncu olan Jeremmy Renner, karakterin sınırlılığı ve hikâyenin zorlama oluşundan dolayı sönük bir ajan profili çiziyor. Bourne’un zekası, daha önemlisi serinin orijinal tarafı olan kimlik ve köken arayışı hepten devre dışı kalınca sıradan bir aksiyonla karşılaşıyoruz. Yeni ajan Aaron Cross karakteri, Bourne’un mirasından ziyade uyuşturucu bağımlısı bir adamın rehabilitasyonuna yakın duruyor. Her şey bir yana, Jason Bourne’un üç filmde binbir uğraşla çözdüğü gizli yapının daha büyüğünü, onun kadar kapasiteli olmayan Aaron Cross bir çırpıda deşifre ediyor!
Hikâyenin inandırıcı olmamasına yönetmenin aksiyon becerilerinin yetersizliği de ekleniyor. Serinin alamet-i fârikalarından kovalama/takip sahneleri son filmde yerini gevezeliğe bırakıyor. Filipinler’deki sahneler ise vasatın üstüne çıkamıyor. Gilroy bir tek, Dr. Shearing’in evindeki incelikli gerilimin altından başarıyla kalkabiliyor.
Özetle söylersek Bourne’un Mirası, serinin ruhundan uzaklaşıp aksiyonla zevahiri toparlamaya çalışıyor. Bunu da hakkıyla yerine getiremeyince vasat bir casus filmine dönüşüyor. Dolayısıyla, ilk üç filmde Jason Bourne’u başarıyla oynayan Matt Damon’un “Daha fazla Bourne’a gerek yok” sözünü haklı çıkarıyor. Robert Ludlum’un ölümünden sonra arkadaşı Eric van Lustbader, karakteri devam ettirip yedi Bourne kitabı kaleme almıştı. Bourne’un Mirası ilk kitaptı; kaldı altı! Naçizane, nafile uğraşa gerek yok. Zira Bourne’dan bir Bond çıkmaz.
Ali Koca
***
Saftirik Greg’in Günlüğü: İşte Şimdi Yandık (Diary of a Wimpy Kid: Dog Days)
Yönetmen: David Bowers
Senaryo: Jeff Kinney, Maya Forbes
Oyuncular: Zachary Gordon, Robert Capron, Devon Bostick
Yapım: 2012 / ABD-Kanada / 94 dk.
Ergenlik dönemi gençlerin en önemli “el kitabı” Saftirik Greg’in Günlüğü’nden uyarlama yeni bir film ile karşı karşıyayız. Greg, tatilde ya babasının ondan istediği ‘örnek evlat’ olacak, ya da kendi yolunu bulacaktır.
Tatil her çocuğun eğitimin en sevdiği yanıdır. Greg de yaz tatilini kendince iyi bir şekilde geçirmek için planlar yapar. Ancak, özellikle de babasının “eğlenerek öğrenmek” olarak özetleyebileceğimiz tatil anlayışı Greg’in tüm planlarını alt üst eder. Greg istemese de, babasının zorlamalarına karşı yeni planlar geliştirir. Bunlardan birisi de, iş bulduğunu söyleyerek babasının planlarını boşa çıkarmak olur. Havuzda can dostu Rowley ile oldukça eğlenceli geçirdiği vakit, sonunda hem kendisine ve hem de babasına epeyi pahalıya mal olur. Ancak, hem Greg ve hem de babası bu acıtıcı deneyimden bir şey öğrenirler: herkes kendi olmalıdır. Babaların çocuklarına kendi hayallerini veya yaşadıkları deneyimleri uygulamaya zorlaması doğru değildir, ancak çocukların da, ailelerine yalan söylemeden dürüst bir ilişki kurmaları da gereklidir.
Greg, bu ikinci filmde hayatının aşkı Holly ile daha çok yakınlaşıyor. Filmin sonunda el ele tutuşmaları, ikisinin okula da böyle başlayacakları beklentisi yaratıyor. Greg’in abisi Rodrick ile ilişkilerinde de bir düzelme görüyoruz. Kardeşine zulmetmeyi bir eğlenceye dönüştüren Rodrick, sonunda küçümsediği kardeşi sayesinde sevdiği kıza kendisini kanıtlama fırsatı yakalıyor. Ancak, hayallerin çocuğu Rodrick bu fırsatı da değerlendirmesini beceremiyor.
Jeff Kinney’nin bir ortaokul öğrencisinin maceralarını anlatan Saftirik Greg’in Günlüğü’nde Greg’in hayatı yine illüstrasyonlarla birleştirilerek, eğlenceli bir yaz tatili hikayesiyle çocukların olduğu kadar, büyüklerin de izleyebileceği bir film ortaya çıkmış.
Ali Rıza Özkan
***
Korku Kapanı (Storage 24)
Yönetmen: Johannes Roberts
Senaryo: Noel Clarke, Davie Fairbanks
Oyuncular: Noel Clarke, Colin O’Donoghue, Antonia Campbell-Hughes
Yapım: 2012 / BK / 87 dk.
***
Paris-Manhattan
Yönetmen: Sophie Lellouche
Senaryo: Sophie Lellouche
Oyuncular: Alice Taglioni, Patrick Bruel, Marine Delterme
Yapım: 2012 / Fransa / 77 dk.