Bu hafta vizyona beş film giriyor: Zhang Yimou’nun Nanking soykırımı sırasında geçen bir hikayeyi anlatan filmi Savaşın Çiçekleri ve Berlin Film Festivali’nde Kristal Ayı ödülü alan son Reis Çelik filmi Lal Gece haftanın önde gelen filmleri olarak dikkat çekiyor. Bunların haricinde; Korku Efendisi, Kabus ve Beni Yargılama sinemalarımıza konuk olan diğer filmler. Herkese iyi seyirler…
Savaşın Çiçekleri (Jin líng shí san chai)
[xrr rating=3/5]
Yönetmen: Zhang Yimou
Senaryo: Heng Liu, Geling Yan (roman)
Oyuncular: Christian Bale, Ni Ni, Xinyi Zhang
Yapım: 2011 / Çin-Honk Kong / 146 dk.
Kahraman (Hero) filmiyle uluslar arası arenada ismini duyuran Çinli sinemacı Zhang Yimou, yeni filmi Savaşın Çiçekleri’nde (Jin líng shí san chai), Çin’in resmi kayıtlarına göre 300 bin kişinin öldüğü (Japon tarihçileri bu rakamın abartılı olduğu iddiasında), 1937’de Japonya’nın Nanking soykırımı sırasında gerçekleşen bir hikâye anlatıyor. Bosna ve Yahudi soykırım filmleriyle birlikte rahatça anabileceğimiz film, Yan Geling’in, aynı adlı romanından uyarlanmış.
Nanking kuşatma altındadır. Cenaze levazımatçısı Amerikalı John (Christian Bale), ne pahasına olursa olsun kilisede vefat eden papazı defnetmek üzere yola çıkmıştır. Yakayı zar zor kurtaran John, askerlerin elinden kurtulan iki Çinli kilise öğrencisiyle birlikte soluğu kilisede alır. Ancak bir sorun vardır, papazı bir top havaya uçurmuştur. Ortada ceset de yoktur, yapılacak bir iş de. Israrla parasını isteyen John, ne istediği parayı alabilir, ne de kiliseden dışarı çıkabilir. Bir grup fahişe, bir sınıf manastır öğrencisi kız ve alkolik levazımatçı John, aynı binaya sığınmak zorundadır şimdi.
Yaklaşık 2,5 saat süren filmin, ilk 15-20 dakikası stilize savaş sahneleriyle dolu. Ben bu sahnelerin dramatik açıdan pek bir işe yaramadığını düşündüm filmi izlerken. Oldukça uzun bir peşrev olmuş bana kalırsa. Bu aksiyon hikâyenin içine rahatça yayılabilirdi oysa. Hem bu hamle, Savaşın Çiçekleri’ni tastamam bir epik filme dönüştürürdü. 90 milyon dolarlık bütçesiyle hayli dikkat çeken bu tarihi savaş draması, alışılagelmiş soykırım filmlerinin aksine askeri aksiyonu biraz daha kenara bırakmış.
Filmin karakterizasyonunun da zaafları mevcut: eksen karakter John, ilkin oldukça alkole, paraya ve kadına düşkün tipik bir ‘Amerikan kaybedeni’ gibi resmedilirken, birden kutsanmış bir poza bürünüyor. Bu kırılma, süreç içinde gelişmeyen, pek tahmin edemediğimiz, izlerini önceden göremediğimiz bir beklenilmeyen bir vaka –bana kalırsa. Filmin ulaştığı finalin de inandırıcılığı hayli tartışmalı olduğu söylenebilir. Bir de, yan hikayeler var filmde, bu hikayelerin biri hariç, ana omurgaya tutunduğunu, dramaya güç kattığını ifade edebilirim. Fakat, kimsesiz bir askerin ölümünün anlatıldığı yani hikaye, film için gerçekten bir kum torbası olmuş. Omurgaya tutunamamış, eklektik kalmış.
Bütün bu eksiklerin yanında Savaşın Çiçekleri, savaş filmlerini sevenleri tatmin edebilecek düzeyde bir sinematografiye ve sahnelemeye sahip. Bilgisayar efektinin abartılmadan kullanıldığı incelikli çatışma sahneleri, sinema tarihine geçebilecek cinsten. Yimou‘nun filmi bana Kapıdaki Düşman‘ı (Enemy at the Gates)anımsattı. O film de, bir kuşatma esnasında -Stalingrad kuşatması- geçen hikayeyi bir hikayeyi anlatıyor, buna benzer birebir çatışma sahneleri içeriyordu.
Savaşın Çiçekleri’nin önemli bir sorunu da, galiba objektif olamaması. Savaş başlı başına bir vahşet, kabul ediyorum. Gelgelelim, filmdeki bütün Japonların tamamıyla kötü çizilmesi, oldukça karton kaçmış. Savaş, siyah-beyaz olabilir, fakat kişiler siyah-beyaz olamazlar. Özellikle, bu tür filmlerde bir tarafı totalci anlayışla kötü aktarmaya soyunmak yanlış. Filmin finaline doğru ortaya çıkan Japon komutan, filmin bu açığını kapatabilirmiş. Ne var ki, o da hikâyenin içine yeterince konuşlanamamış, çoğu yan karakter gibi.
Savaş dramalarının olmazsa olmazlarından bir tanesi de kuşkusuz ‘aşk’tır. John’un Yu Mo (Ni Ni) ile eşiğinden döndüğü ilişki de, maalesef böylesi bir film için yeterince ‘büyük’ değil. Bu iki eksen karakter arasındaki aşk kopuk kopuk seyrediyor. Zaten genel olarak, bloklar arası bağlantı çok zayıf karşımızdaki filmde.
Sonuç? Savaşın Çiçekleri, yukarıda saydığımız nedenlerden dolayı büyük bir savaş epiği olma şansını kaybetmiş bana kalırsa. Fakat akıcılığı ve incelikli çatışma sahneleriyle oldukça keyifli bir seyirlik olduğu da su götürmez.
Ercan Dalkılıç
***
Lal Gece
[xrr rating=5/5]
Yönetmen ve Senarist: Reis Çelik
Oyuncular: İlyas Salman, Dilan Aksüt, Mayşeker Yücel
Türkkiye, 2012
Ülkemiz sorunları sinemamızda ya çok mesafeli bir bakış açısıyla ele alınıyor, ya da bir takım ‘film yöneten’ler, bu sorunları liberalize bir söyleme dökerek, onları sorun olmaktan çıkarıp başka bir kisve altında anlatıyordu. Öyle bir anlatıyorlardı ki, bir mucize gerçekleşecek sorunlar bir çırpıda çözülecekti onlara göre. Ve o kadar da kompleks değildi bu sorunlar. Olsundu, güzel günler bizi bekliyordu…
Fakat bir gün, uzun bir süreden sonra Reis Çelik, Lal Gece ile çıkıp geldi! 13-14 yaşındaki bir kızın dedesi yaşındaki bir adamla evlendirildiği gerçeğini önümüze atan Çelik, bununla da kalmıyor bizi bu ‘uyumsuz’ çiftin zifaf gecesine şahitliğe çağırıyordu. Sorun, o kadar çözümsüz, çözümü zor duruyordu ki ortada, bunu o gece ancak bir el silah sesi çözebilirdi. Aslında bu silah sesi, ülkemizdeki süreğen sorunların çözümsüzlüğün işaretiydi bir nevi. Niye sadece baktığımızı, sadece şahit olduğumuzu sorguluyordu Çelik! Deyiş yerindeyse ‘şamar gibi’ iniyordu yüzümüze hikayenin finali…
Lal Gece, ülkemizin sorunlarına mesafeli durmayan, onlara beylik, sözde çözümler üretmek yerine; içeriden bir bakış atmayı deneyen, onları etraflıca anlamaya çalışan, bunu da alnının akıyla başaran bir deneme. Çelik’in, sadece bir toplum tarafından köşeye sıkıştırılmış bir kadını değil, toplumun adeta cinsel tetikçiliğe soyundurduğu erkeği de derinlemesine analiz ettiği Lal Gece, gelecekte ‘başyapıt’ olarak anılmayı hak ediyor bana kalırsa.
Ercan Dalkılıç
***
[xrr rating=1/5]
Yönetmen: Dick Maas
Senaryo: Dick Maas
Oyuncular: Huub Stapel, Egbert Jan Weeber, Caro Lenssen
Yapım: 2010 / Hollanda / 85 dk.
Kısa filmler ve televizyon için yaptığı işlerle sinema kariyerini birlikte yürüten 61 yaşındaki Hollandalı yönetmen Dick Maas onuncu uzun metrajı Korku Efendisi dolunay görüntüsüyle açılıyor: 5 Aralık 1492’de beyaz bir atın üzerinde elinde asası ve kırmızı peleriniyle az önce karaya yanaşan gemiden inmiş Aziz Niklas, yanındaki savaşçılarla girdiği köye dehşet saçıyor. İnsanlara zarar veren bu gruba karşı koymaya cesaret eden başka bir grup adamları yakarak öldürüyor. 5 Aralık 1968’de yani yaklaşık beş yüz yıl sonra Niklas ve adamları ölümlerinin Noel gibi kutlanan, hediyeler alınıp verilen yıldönümünde ortaya çıkarak dört çocuklu bir aileyi katlediyor. Evin büyük oğlu Goert ise kaçmayı başarıyor.
Korku Efendisi (Sint) sinemasının örneklerinin ülkemizde yaygın gösterimine sık rastlayamadığımız Hollanda’dan gelen bir korku filmi. Hollanda’da her yıl 5 Aralık tarihi Noel gibi kutlanıyormış. Efsaneye göre; Aziz Niklas, yaklaşık otuz iki yılda bir, 5 Aralık gecesi dolunaya denk geldiğinde, geri dönüp küçük çocukları çuvala koyarak İspanya’ya kaçırır ve erişkinleri öldürürmüş. Efsane olarak anlatıldığından kimsenin ciddiye almadığı bu durum en çok Goert’i rahatsız eder. Orta yaşlı bir polis olarak yaşamını sürdüren adam Niklas’ın dönüşü konusunda etrafındakileri uyarmaya çalışsa da alay konusu olmanın ötesine geçemez.
Korku Efendisi karakterlerini tanıtmaya ayırdığı sürede Hollanda gençliğiyle ilgili manzaralar sunuyor. Sınıfta, öğretmenlerinin önünde birbirlerine seks oyuncağı hediye eden, sevgililerini terk eden ve her türlü davranışı gülümseyerek karşılayan tipler mevcut bu sürede. Arkadaşının babasının geceyi metresiyle, annesinin ise eski sevgilisiyle geçireceğini duyan gencin yorumu “modern” olurken, film bir taraftan da hediye alınıp verilen bayramları kapitalizmin kandırmacası olarak tanıtıp sistemi eleştiren laflar ediyor.
Öyküsünü beş asır öncesinden anlatmaya başlayan ve üç zaman diliminde geçen Korku Efendisi senaryo ve yapım tasarımıyla alakalı zaaflarla dolu. Hayalet katil nereye yaklaşsa elektrik kesiliyor, akıllı telefonlar dâhil elektronik cihazlar bozuluyor ancak bir sahnede içinden Halka‘nın (The Ring) Samara’sı çıkacak gibi duran televizyon açık kalmaya devam ediyor. Cinayet sahneleri doğru düzgün kotarılamadığından hızlı kesmelerle kolaya kaçılmış. Korkutmak için her fırsatta zıplatmaya yönelik ses efektlerine başvurulmuş. Abartılı kan sıçramaları, kesik vücut parçaları ve bol çığlığa bel bağlanmış. Hollywood korku-gerilim sinemasına öykünen yapı da bildik öğeler üzerine kurulu.
Aziz Niklas Elm Sokağında Kabus‘un Freddy Krueger’ı gibi kendini öldürenlerin sonraki kuşak temsilcilerinden intikam alıyor. Teen-slasher klişelerine düşülüyor, ilk önce en çok seks yapan sarışın ölüyor. Seks yapma ümidiyle yollara düşen geveze erkek grubu kaybolup saldırıya uğruyor. Uyumakta zorlanan küçük bir çocuk üzerinden perili ev filmlerine bile göz kırpılıyor.
Korku Efendisi iflah olmaz korku filmi hayranlarının bile sonunu getirmekte zorlanacağı, tek özelliği Hollanda’dan gelmek olan, anında hafızalardan silinmeye mahkûm bir film.
Mehmet Serkan Çellik
***
Yönetmen: Christian Bisceglia, Ascanio Malgarini
Senaryo: Christian Bisceglia
Oyuncular: Harriet MacMasters-Green, Sabrina Jolie Perez, Jarreth J. Merz
Yapım: 2012 / İtalya
***
Beni Yargılama (Nessuno mi può giudicare)
Yönetmen: Massimiliano Bruno
Senaryo: Massimiliano Bruno, Edoardo Maria Falcone
Oyuncular: Paola Cortellesi, Raoul Bova, Rocco Papaleo
Yapım: 2001 / İtalya / 95 dk.