Altı yeni filmin sinemalarımıza konuk olduğu bu hafta aksiyonseverlere göre iki film mevcut: Gri Kurt ve Açlık Oyunları. Apollo 18: Ölüm Yolculuğu, bilim-kurgu takipçileri için biçilmiş kaftan iken; Güney Kore dramalarından hoşlananlar Ölüm Denizi‘ne gönül rahatlığıyla gidebilirler. Ben yabancı film izlemeyenlerdenim diyorsanız; El Yazısı ve Bir Sis Böler Geceyi de tam sizlik! Herkese iyi seyirler…
[xrr rating=4/5]
Yönetmen: Joe Carnahan
Senaryo: Joe Carnahan, Ian Mackenzie Jeffers
Oyuncular: Liam Neeson, Dermot Mulroney, Frank Grillo
Yapım: 2011 / ABD / 117 dk.
Joe Carnahan’ın yönettiği başrolünde Liam Neeson’ın oynadığı Gri Kurt (The Grey) Alaska’da bir uçak kazasının ardından hayatta kalan yedi adamın hem zorlu hava şartlarıyla hem de kendilerini çevreleyen kurtlarla verdikleri yaşam savaşını anlatıyor.
John Ottway (Liam Neeson) Alaska’da bir petrol şirketinde çalışmaktadır. Ancak onun işi ekipteki herkesten farklıdır. John açık alanda çalışan işçileri kurtların saldırısından korumakta ve bir saldırı anında kurtları vurmaktadır. İşteki son gününün akşamı Ottway karısı Ana’ya (Anne Openshaw) bir mektup yazarak bara gider. Bardan çıktığı zaman elinde tüfeği vardır ve intihar etmek üzeredir ancak bir kurdun ulumasını duyunca vazgeçer.
Ertesi gün çalışanları almak için bir uçak gelir. Uçak yolda tribülanslara girer. Ottway bir süre sonra kendisini karlar üzerinde bulur. Uçak düşmüş ve çok az kişi hayatta kalabilmiştir. Ottway hayatta kalanlarla uçağın enkazının çevresinde toplanır. Ateş yakmak için odun ararken ceset yiyen gri bir kurt görür. Onun üzerine gittiği anda başka bir kurt daha saldırır ancak yardıma gelenler sayesinde kurtulur.
Bu olayın ardından Ottway kurtların avlandığı bölgede olduklarını ve kurtulmak istiyorlarsa ağaçlık bir alana gitmeleri gerektiğini söyler. Onun bu önerisini ve lider pozisyonunu Diaz (Frank Grillo) sorgulasa da ekip yola çıkar. Yanlarına da ailelerine vermek üzere ölenlerin cüzdanlarını alırlar.
Ancak bir taraftan soğuk diğer taraftan kurtlar ekip üyelerinin bir bir azalmasına neden olmaktadır. Sağ kalanların ümidi giderek azalmaktadır.
Ian MacKenzie Jeffers’ın kısa bir öyküsünden uyarlanan Gri Kurt’ta insanın hayatta kalma güdüsü temelinde doğa karşısındaki güçsüzlüğünü de sergiliyor. Kurtlar av bölgelerini korumak için insanlara saldırırken, her ne kadar onlara kızsak da bunun bir içgüdü olduğunu biliyoruz.
Ottway karakterinde intihara yakın bir kişinin bile hayata nasıl bir anda bağlanabildiğini görüyoruz. İlk başta ölümü düşünen Ottway kısa süre sonra grubun liderliğini alırken hayatta kalmak için çeşitli yollar denemeye başlıyor.
Yıllar önce Jean-Jacques Annaud’un belgesel tadında filmi Ayı (L’ours) sinemalarda gösterildiği zaman neredeyse tüm seyircilere ayıları severek salonlardan ayrılmıştı. Yavru bir ayının annesini kaybettikten sonra yaşadıklarını Annaud şiirsel bir dille anlatıyordu.
Joe Carnahan’ın ise Gri Kurt’ta kurtları sevimli göstermeye çalışmadığı aşikar. O gerçekten aynı durumda kalacak kurtların neler yapacağını, onların da nasıl bir topluluk olduğunu ve yapılarını alt metinlerle güzelce işleyerek vermiş.
Gri Kurt izledikten sonra insanı belli bir zaman kendisiyle düşünmeye çeken filmlerden. Kimi zaman şehir hayatında da zorluklala ve ağır şartlarla karşılasak da, hayatın vahşi doğadakinden ne kadar farklı olduğunu Gri Kurt’u izleyince daha iyi anlıyoruz.
[xrr rating=2.5/5]
Yönetmen: Gonzalo López-Gallego
Senaryo: Brian Miller
Oyuncular: Warren Christie, Lloyd Owen, Ryan Robbins
Yapım: 2011 / ABD-Kanada / 86 dk.
Sözde amatör kamera ile çekilen, sonrasında çekimleri bir yerlerde bulunan ve doğaüstü olayları anlattığını iddia eden korku türünde filmlerinin son dönemdeki öncüsü Blair Cadısı’dır (The Blair Witch Project). Bu tarz Paranormal Aktivite (Paranormal Activity) ile yeni bir boyuta kazanırken, korku filmi hayranlarının da artmasıyla benzer kurguda pek çok film çekilmeye başlandı.
Gonzalo Lopez-Gallego’nun yönettiği Ölüm Yolculuğu (Apollo 18) bu tarzda yapılan ve sözde NASA’nın gizli kayıtlarını ortaya çıkardığını öne süren bir yapım.
İnsanoğlu Apollo 11 ile 1969 yılında Ay’a ayakbastı. Ardından Apollo programı devam etti ama Apollo 18’in ve ardından tüm Apollo programlarının iptal edilmesi ve yeni bir programında başlatılmaması sebebiyle insanoğlu bir daha Ay’a ayakbasamadı. En azından resmi kayıtlar bu yönde.
Ne var ki, Apollo 18’in mürettebatının ölümleri ve cesetlerinin kayıp olması komplo teorilerine zemin hazırladı. Ölüm Yolculuğu esasında Apollo 18’in gizlice Ay’a gönderildiği temelinden çıkıyor ve filmdeki sahnelerin esasında NASA’ya ait gizli çekimler olduğu iddia ediliyor.
Apollo 18’in komutanı Nathan Walker (Lloyd Owen), John Grey (Ryan Robbins) ve Ben Anderson (Warren Christie) Savunma Bakanlığı’nın emri ile kimseye söylenmeden Ay’a gönderilir. Walker ve Anderson Ay’a ayakbastıktan sonra örnek taşlar toplamaya başlarlar. Grey ise onları yörüngede kapsülde beklemektedir.
Walker ve Anderson kısa süre sonra değişik sesler duymaya başlarlar. İlk başta bunların teknik arızadan kaynaklandığını düşünseler de kısa sürede böyle olmadığı anlaşılır. İşin daha ilginci mekiğin indiği yerin az uzağında Sovyetler Birliği’nin gönderdiği bir mekiği ve ölü bir kozmonotu bulmalarıdır.
Grey arkadaşlarını yörüngede beklemektedir ancak Ay’daki mekik bir bilinmeyen bir sebepten havalanamaz. Durumu incelemek için dışarı çıkan Walker ise garip bir enfeksyon kapar.
Yayın tarihi 8 kere değiştirilen Ölüm Yolculuğu’nun yapım ekibi ilk zamanlar ısrarla filmin kurgu değil, ellerine geçen bir bant kaydı olduğunu savundu. Hatta film gösterime girmeden önce hiçbir medya kanalında jeneriği dışında bir görüntünün yayınlanmasına izin verilmedi. Yaratılan merak ise sadece bir hafta sürdü.
Pek olumlu eleştiriler almayan Ölüm Yolculuğu kısaca Paranormal Aktivite’nin uzay versyonu olarak tanımlanabilir. Tabii ufak bir farkla; bu sefer korku yaratan unsurun ne olduğu filmde gösteriliyor.
Küçük bir alanda, çevrenin tehlikelerle dolu olduğunun bilindiği ve o küçük alandan dışarıya da çıkılamadığı fikriyle yapılan Ölüm Yolculuğu ilk bakışta güzel bir fikir gibi gelse de artık bu türde çok sayıda film yapılmasında ötürü yeterince özgün değil. ABD’nin sakladığı sırlar da yıllardır gerek dizilere gerekse filmlere konu olduğundan yeni bir artı getirmiyor.
Filmin pazarlaması için yapılan kurgu değil gerçek çekim hikayesinin de ortaya çıkmasıyla Ölüm Yolculuğu insanın merakını çok da çekmiyor. Yine de bir buçuk saat boyunca hala esrarını koruyan bir konu üzerine çekilen bir bilimkurgu izlemek isteyenler Ölüm Yolculuğu’na gidebilir. Fakat, Paranormal Aktivite gibi örnekler varken Ölüm Yolculuğu biraz sönük kalıyor.
Ali Abaday
***
Açlık Oyunları (The Hunger Games)
Yönetmen: Gary Ross
Senaryo: Gary Ross, Suzanne Collins (roman & senaryo), Billy Ray
Oyuncular: Jennifer Lawrence, Josh Hutcherson, Liam Hemsworth
Yapım: 2012 / ABD / 142 dk.
Suzanne Collins’in çok satan romanından kendisinin de katıldığı bir ekip tarafından filme uyarlanan Açlık Oyunları bir gelecek tasarımı üzerinden “reality show” dünyasına projeksiyon yapıyor. Dünya, “her şey”e sahip olanlarla, hiçbir şeyi olmayanlar arasında ikiye bölünmüştür.
Her şeye sahip olanların en büyük eğlencesi ise, hiçbir şeyi olmayanları ölümüne savaştırdıkları açlık oyunlarını izlemektir. Bugün küresel televizyon yayıncılığının en önemli parçası haline gelen “reality show”, yazarın tasarımında, yalnızca bir kişinin “büyük ödül”ü kazanabildiği bir savaşa dönüşmüştür.
Dünyaya sınıf kavramının geçerliliğini empoze etmeye çalışan ABD’nin entelijansiyası nedense, gelecek tasarımlarını iki büyük topluluk olarak tasarlıyor. Bir yanda, küresel zenginlikten sonuna kadar faydalananlar ve diğer yanda ise tutsak alınmış ve çoğu kez Kızılderililerin kapatıldığı toplama kamplarına benzeyen ‘reservat’lara sıkıştırılmış ‘mülksüzler.’
Suzanne Collins de gelecek tasarımında bu şablonun dışına çıkamamış. Ancak, Collins‘in diğer ABD’li yazarlardan farklı olarak mülksüz takımından yarattığı karakterlerini daha çok sevdiğini söyleyebiliriz. Bu sevgi tek başına, bir gelecek tasarımında tutarlılık için elbette yeterli değildir. Ancak her şeye sahip olanlar eğlendirirken kendi toplumuna yabancılaşmak hatta ihanet etmek yerine halkına güç vermek ve giderek fedaileşmek Suzanne Collins‘in eserinin güçlü yanları.
Eseri filme çeken Gary Ross da eserin kırılma noktalarını başarılı bir şekilde perdeye yansıtmayı bilmiş. Nasıl ki, her yanlış içinde doğruyu da barındırmaktadır, aynı şekilde Açlık Oyunları için de dünyaya egemenlik empoze etmek isterken ‘avına aşık olan avcı’ tutumundan söz edebiliriz. Küresel egemenliğin yenildiği yer, mülksüzlerin Başkan Snow’un da önemle belirttiği gibi ‘gereğinden fazla’ umut kazanmalarıdır.
[xrr rating=3/5]
Yönetmen: Ali Vatansever
Senaryo: Ali Vatansever
Oyuncular: Cansu Dere, Sarp Akkaya, Baran Akbulut
Yapım: 2011 / Türkiye
Anadolu’nun şirin bir kasabasında ilköğretim okuluna yabancı uyruklu bir İngilizce öğretmeni gelecektir. Onu beklerken, yolunu kaybetmiş bir Fransız turist Julia çıkagelir. Julia, İngilizce bilmediği için ona mihmandarlık eden Ahmet’le de anlaşamaz. Gerçi Ahmet’in İngilizcesi de pek iyi değildir ama bir şekilde iletişim kurarlar. Esas öykü ise nesilden nesile geçen bir ‘alın yazısı’dır. İlkokula giden Ragıp’tan mihmandar Ahmet’e, eczaneci Zeynep’ten Ragıp’ın dedesi Ferit’e kadar üç kuşağın yaşadığı bir yazgı…
Genç yönetmen Ali Vatansever, evvela bu yazgıya ev sahipliği yapan kasabaya vermiş başrolü. Göynük, üç koldan ilerleyen bu küçük hikâyenin büyük karakteri konumunda. Kasabanın sakinliği, kendi yazgısıyla yıllardır süregelen âşinalığı ve bunu tevekkül ile kabullenişi filmin merkezinde. Göynük’ün pastoral güzelliği, karakterlerin hikâyesini şekillendiren başat unsur. Vatansever, ilk filmlerde çok az gördüğümüz bir ‘ustalıkla’, tıpkı Göynük’ün dinginliğine ayak uydururcasına sakin sakin anlatıyor hikâyesini. Filmin isminden sonra en çok akılda kalan ve takdiri hak eden yönü de bu sakin anlatım. Bu tercih, genç yönetmenin enerjisini söndürmekten ziyade yoğunlaştırıyor. Buna rağmen hikâye 99 dakikayı taşıyacak kadar güçlü değil. İkinci yarıda hafiften dağılıyor. Sonunda toparlanıyor fakat zayıf bir hikâyeden güçlü bir final bekleyemeyiz. Filmin yaklaşık üç yıllık bir yapım süreci olduğunu, son demlerinde imece usulüyle çekildiğini bilince, ilk filmini çeken yönetmenin derli toplu, ‘temiz’, pürüzsüz dili ve sakin anlatımı daha da kıymetleniyor.
VİZYONA GİREN DİĞER FİLMLER:
Ölüm Denizi (Hwanghae – The Yellow Sea)
Yönetmen: Hong-jin Na
Senaryo: Hong-jin Na
Oyuncular: Jung-woo Ha, Yun-seok Kim, Seong-Ha Cho
Yapım: 2010 / Güney Kore / 157 dk.
***
Bir Ses Böler Geceyi
Yönetmen: Ersan Arsever
Senaryo: Ersan Arsever, Ahmet Ümit (eser)
Oyuncular: Cem Davran, Merve Dizdar, İpek Tenolcay
Yapım: 2011 / Türkiye