Gişe canavarı filmlerin kendini göstermeye başlayacağı Mayıs, Haziran, Temmuz döneminden önce bu hafta vizyona giren film sayısının dokuz olması şaşırtıcı elbet. Ancak bu rakamı arttıran Çok mu Komik?, Kayıp Özgürlük ve İçimdeki Sessiz Nehir gibi yerli filmlerin oldukça kısıtlı sayıda salonda, en fazla bir hafta gösterimde kalacağını düşünürsek ortada yadırganacak bir durum kalmıyor. Haftanın filmi olarak seçtiğimiz Daha İyi Bir Dünyada ise aldığı ödüller ile öne çıkıyor…
Kate ve Humprey, Jasper Ulusal Parkı’nda yaşayan ve birbirlerini küçüklükten beri tanıyan iki kurt. Ancak parkın zıt uçlarında yaşayan farklı sürülere dahiller. Kate, Alfa sürüsünün liderinin enerjik, delidolu kızı, Humprey ise Omegaların neşeli bir üyesi. Humprey, Kate’e umutsuzca aşık, ama Kate babasının zoruyla başka bir sürüden birisiyle evlenmek zorunda. Amaç iki sürünün ittifakını sağlamak. Bu izdivaç gerçekleşmek üzereyken Kate ve Humprey kurt nüfusunu arttırma porjesi dahilinde yakalanıp Idaho parkına yollanıyorlar. Kate ve Humprey esaretten kurtulup evlerine dönmek için tehlikeli bir yolculuğa koyulurken, yaşadıkları macera sayesinde aralarındaki sosyal farklılıkları aşan bir sevgiyle birbirlerine bağlanıyorlar.
Görüleceği üzere oldukça klişe bir konu ve yapıya sahip bir animasyon var karşımızda. Yapımcı fima Hindistan merkezli Crest Animation Studios. Yani, bu sevgi mesajları dolu filmin arkasında ucuz işgücü var. Buna rağmen 20 milyon dolarlık bütçeleriyle Disney, Pixar, Dreamworks gibi devlerin arasında (şimdilik) pek bir şansları yok. Bu filmler belli bir çocuk kitlesini eğlendirebilir, ama kendiniz için beklentilerinizi düşük tutmanızda fayda var.
Yüksek Seçim Kurulu’nun yarattığı infialin sokaklara taştığı bugünlerde Çok mu Komik? halkların kardeşliğini öne çıkarmaya çalışıyor. Basın bülteninde yazılan şu ifadelere bakalım önce:
Hüseynik’e dışarıdan gelen bazı kişiler yıllar boyu Alevi’yi, Sünni’yi, Hristiyanı, Müslümanı, Kürdü, Türkü, Lazı, Çerkezi incitmeden bağrında yaşatmış, bu kardeş medeniyetleri severek ve benimseyerek içine sindirmiş olan ahalinin ve üç arkadaşın yaşama ve birbirlerine bakışları değiştirmesine neden olur. Oysa, Nazmi’nin oğlu ile Halis’in kızı ile evlenmeyi düşlenmektedir. O güne dek birlikte ağlayıp birlikte gülen, sofrasındaki azığı bir kardeş gibi komşusuyla bölüşen, birbirlerinin çocuklarına kirve olan, hatta dillere destan sevdalara kucak açmış, bu sevdalara ortak türküler yakmış, birbirlerinden kız alıp vermiş, karma medeniyetlerin ortak yaşantısını mezhep çatışmasına çeviren başkaları, insanların üç günlük sevecen dünyalarını çekilmez ve yaşanmaz hale getirmiştir.
Altını çizdiğimiz ifade filmin ideolojik duruşunu yeterince ifade ediyor. Bu Altın Çağ nostaljisi bütün toplumsal sorunlarda ısıtılıp karşımıza çıkartılan muhafazakar söylemlerin en bilindiklerinden biridir. Ancak geçmişteki güzelliği tasvir ederken günümüzdeki duruma hangi dinamiklerle geldiğimizi izah etmekten acizdir. İzah etmeye çalıştığı zaman da dış güçlerin (altı çizili ifadeye tekrar dikkat) fesatlığından falan dem vurur. Toplumsal sorunların sen şöyle yaptın, ben böyle yaptım hesaplaşmasıyla çözülemeyeceği aşikar, ama bu sorunlara zemin oluşturan sistemin eleştirisine girişmeyip ne güzel geçiniyorduk, n’oldu bize? demek de hiç inandırıcı değil. Çünkü öyle olduğu da tartışılır…
Yabancı dilde en iyi film kategorisinde Altın Küre ve Oscar kazananan Danimarka yapımı Daha İyi Bir Dünyada vizyona ancak girebildi.
Filmin en dikkat çeken özelliği her biri tek başına bir film oluşturabilecek temaları bütünleştirebilmesi. Bir yanda Afrika’daki vahşi hayat, diğer yanda aile içi sorunlar, çocukların dünya karşısındaki bocalamaları, dostluk, intikam (filmin orijinal ismi Hævnen‘in tam karşılığı) ve şiddet…
Filmin temel derdi şiddete karşılık vermenin ayağa dikilip hakkını savunmak adına iyi bir şey mi, yoksa kaosu tetikleyip şiddetin içinde boğulmamızı sağlayan bir tuzak mı olduğu sorusu. Keskin sınırları olmayan, hiçkimsenin paçasının kirlenmeden dolaşamadığı bir düzlemde yolculuk eden bir film Daha İyi Bir Dünyada. Bu nedenle seyirciyi kendi cevaplarını üretmeye zorlayan bir yapısı var. Bu tür çağrılardan hoşlanan sinema severler açısından haftanın en cazip seçeneği.
Kayıp Özgürlük
Azadiya WendaYönetmen: Umur Hozatlı
Senaryo: Umur Hozatlı
Oyuncular: Serdar Kavak, Vedat Perçin, Musa Yıldırım, Öznur Kula, Ömer Şahin, Mehmet Ünal
Yapım: 2011, Türkiye, 91 dk.
2010’lu yıllardan itibaren ülkemizdeki Kürt sinemasının daha görünür olduğunu söyleyebiliriz. Gerçi buna Kürt sineması mı, yoksa Türkiye’de Kürt kökenlilerin yaptığı sinema mı demek gerek, orası tartışmalı bir konu.
Umur Hozatlı‘nın ilk uzun metraj filmi Binbaşı Cem Ersever ve itirafçı Abdülkadir Aygan isimleriyle iyice ayyuka çıkan, ama resmi kurumlarca varlığı hâlâ reddedilen JİTEM‘in kurduğu işkence, baskı ve terör düzeneğini ele alıyor. Yönetmen ve ekibin kolektif çabalarıyla kotarılan filmin ne kadar propaganda ne kadar sinema olduğu muhakkak tartışılacaktır. Ama fazla değil, çünkü ikisi Güneydoğu’da, ikisi de İstabul’da olmak üzere sadece dört salonda gösteriliyor.
En son 96 Saat (Taken, 2008) ile Amerikan gişelerini patlatan Avrupa aksiyon çeşitlemelerinden bir diğeri Kimliksiz. Bir araba kazası sonucunda başkasının bedeninde uyanan Dr. Martin Harris’ın (Liam Neeson) peşinde gizemli ve ona zarar vermek isteyen adamlar vardır. Hem onlardan kaçmak hem de kimliği ile ilgili belirsizliği gidermeye çalışan Dr.Harris, diğer yandan da beklenmedik bir şekilde hayatına giren Gina’nın (Diane Kruger) yardımı sayesinde çözüme ulaşmaya çalışır. Eksen karakterinin ajan James Bourne’u çağrıştırdığı Kimliksiz, aksiyonseverleri tatmin edecek cinsten bir deneme.
[ Ercan Dalkılıç ]
Amerikan orta-sınıfı Sam Mendes’in Amerikan Güzeli (American Beauty, 1999) filminin açtığı kanalda mercek altına alınmaya devam ediliyor. Shortbus (2006) filmiyle tanıdığımız yönetmen John Cameron Mitchell’in yeni filmi Mutluluğun Peşinde çocuklarını kazada yitirmiş bu sınıfa mensup bir ailenin acısı üzerine eğilen bir dram esasen.
Daha çok Becca’nın (Nicole Kidman) içsel çöküntüsünden beslenen film, bu yitimin arkasından Becca’dan daha farklı naif bir reaksiyon gösteren Howie’nin (Aaron Eckhart) Becca ile duygusal çatışmasıyla güç kazanıyor. Akabinde çocuklarını kaybettikleri kazanın faili karakterin dramatik yapıya eklemlenmesi ile film hayli derinleşecekmiş gibi görünürken birden kan kaybediveriyor nedense. Durağan temposu nedeniyle anaakım izleyiciyi pek sarmayacağını düşündüğüm Mutluluğun Peşinde, Oscar’larda boy göstermesine rağmen gayet sıradan bir dram bana kalırsa.
[ Ercan Dalkılıç ]
İçimdeki Sessiz Nehir Yönetmen : Mustafa Serkan Eröz
Senaryo : Mustafa Serkan Eröz
Oyuncular: Ali Yiğit, Taies Farzan, Emre Onur, Semiha Aydemir, Erhan Başkurt
Yapım : 2010, Türkiye
Türk sineması (özellikle Nuri Bilge Ceylan‘ın öncülüğünde) taşrayı entelektüel buhranların taşındığı uzak bir diyar olarak tasvir etmektense kendi içindeki dünyanın aynası olmaya ya da metaforlarına arkaplan olarak kullanmaya niyetleniyor epeydir. Bu vesileyle Z. Tül Akbal ve Aslı Güneş‘in editörlüğünde hazırlanan Taşrada Var Bir Zaman kitabını da hatırlayalım.
BSF Akademi ve Plato Film Okulu’nda yetişmiş yönetmen Mustafa Serkan Eröz de ilk uzun metraj filminde taşranın dinginliğinde huzursuz bir aile portresi çiziyor. Halis ve eşi Öykü ile çatışmaları arasında, Halis’in katmerci dükkanında çalışmaya başlayan Meznun bütün dinamikleri yerinden oynatan bir taş vazifesi görüyor. Afişinden ve basına yansıyan fotoğraflarından belirli bir sinefil kitlesine hitap ettiği anlaşılıyor. Yani sinemayı bir eğlence aracı olarak görmeyenler tercih edebilir.
İstila
MonstersYönetmen: Gareth Edwards
Senaryo: Gareth Edwards
Oyuncular: Whitney Able, Scoot McNairy
Yapım: 2010, İngiltere , 94 dk.
Sadece iki profesyonel oyuncu ve 15 bin dolar gibi bir bütçeyle kotarılan İstila, Amerika ve Meksika arasındaki bir toprağın uzaylı yaratıklarla istila edilip karantinaya alınmasının ardından kapana kısılan zengin medya patronunun kızı Samantha ve onu kurtarmakla görevlendirilen Kaulder’ın yol hikayesi.
Bütçesinden anlaşılacağı üzere karşımızda bir aksiyon filmi yok. Belgesel kamera tekniğiyle gerçeklik yanılsaması veren film daha çok ikilinin iç dünyasına, birbirleriyle ilişkilerine ve büyük bir felaketin açığa çıkardığı sistemdeki fay hatlarının peşine düşüyor. Bu açıdan akla ilk olarak Yol (The Road, Yön: John Hillcoat, 2009) ve Yasak Bölge 9 (District 9, Yön: Neill Blomkamp, 2009) filmlerini akla getiriyor. Yani sadece iflah olmaz bilim kurgu meraklılarına değil, daha geniş bir sinema sever kitlesine hitap ediyor.
Ölüm Çiftliği, son yıllarda gerilim/korku sinemasının lokomotifi Fransa yapımlarının ülkemizde vizyon gören son örneği. Charlotte (Émilie Dequenne) ıssız ve karlı bir yolda otostop çeken Max’ı (Benjamin Biolay) arabasına alır. Bir mola yerinde tuvalete giden Max, bir türlü dönmek bilmez. Onu aramaya çıkan Charlotte, kendini bir tuzağın içinde bulur. Görüldüğü üzere küçük bütçesiyle başarıyı kotarmaya çalışan bir film karşımızdaki. Peki, bunu başarıyor mu? Bize sorarsanız hayır. Amma velakin türün iflah olmaz takipçileri, sizin için biçilmiş kült olabilir Ölüm Çiftliği. Dikkat!
[ Ercan Dalkılıç ]
[poll id=”147″]