Bu hafta ilginç bir dağılım söz konusu vizyonda: sinemalarımıza konuk olan yedi filmin dördü A.B.D. yapımı iken, geri kalan üç film yerli. Biz 49. Antalya Altın Portakal Uluslararası Film Festivali’nden üç ödülle dönen Elveda Katya’yı manşete taşıdık, ama öne çıkan film sayısı bir hayli fazla: Brad Pitt’li Kibarca Öldürmek, Tom Cruise’lu Jack Reacher’a karşı karşıya geliyor. Bu kapışmadan kim galip çıkacak hep birlikte göreceğiz. Kolektif bir çalışmanın ürünü olan F Tipi Film’i maalesef göremedik. Ama siz mutlaka görün! Kod Adı: Venüs, Bekarlığa Veda ve Cherry’nin Hikayesi ise haftanın diğer filmleri… Herkese iyi seyirler…
Elveda Katya
[xrr rating=2.5/5]
Yönetmen: Ahmet Sönmez
Senaryo: Nalan Merter Savaş
Oyuncular: Kadir İnanır, Caner Cindoruk, Anna Andrusenko
Yapım: 2012 / Türkiye / 109 dk.
Ülkemiz sineması, öteden beri TV estetiği dediğimiz şeyden az çok mustarip olmuştur. Fakat bu estetik, Mahsun Kırmızıgül’ün sinemaya girişiyle birlikte daha da ‘geçer akçe’ oldu ve bu şekilde kotarılan filmlerin ‘sinema’ olduğu gibi bir yanılsama yaratıldı toplumda. Ahmet Sönmez’in yönetmenliğini üstlendiği, 49. Antalya Altın Portakal Uluslararası Film Festivali’nde En iyi Kadın Oyuncu (Anna Andrusenko), En iyi Müzik (Tamer Çıray) ve Kent Konseyi Ödülü kazanan Elveda Katya da, TV estetiğini perdeye taşıyan, Yeşilçam usulü bir melodram denemesi aslen.
Gerçek bir hayat hikayesinden yola çıkılarak kaleme alınan film, çok güçlü bir çatışmaya sahip: Trabzonlu uzun yol kaptanı Yunus’un gençliğinde yaşadığı bir aşkın meyvesi olan Katya (Anna Andrusenko), uzun yıllar sonra, kendisinden hiç haberi olmayan, torun torba sahibi olmuş, iyice kocamış Yunus’un (Kadir İnanır) karşısına dikiliveriyor…
Öncelikle Elveda Katya’nın yarım saat kadar süren, deyiş yerindeyse adamı çileden çıkaran girizgâhına değinmek gerek. Müzik yoğunluklu, diyalogsuz, aheste aheste ilerleyen bu klipvari giriş, estetik olarak da filmin en kötü tarafını teşkil ediyor. Gereksiz uzunluktaki bu giriş ile bir çırpıda anlatılan dış-hikaye, pekala filmin içinde parça parça verilebilirmiş. Bu yanlış tercih, dramayı baştan dağıtmış bana kalırsa… Oysaki ana çatışması çok güçlü Elveda Katya’nın, ehil ellerde drama edilse karşımızdaki filmin Neo-Yeşilçam klasiği olması işten bile değilmiş.
Katya’daki performansı ile 49. Antalya Altın Portakal Uluslararası Film Festivali’nden En iyi Kadın Oyuncu ödülü ile dönen Anna Andrusenko, gayet iyi bir oyun çıkarıyor. Ama ne yalan söylemeli Andrusenko’nun performansı, Gözetleme Kulesi’nde döktüren Nilay Erdönmez’in yanına bile yaklaşamaz. Kadir İnanır, Yunus Kaptan’da belli bir çizgiyi tutturmakla beraber, pek karaktere adapte olamamış bir izlenim veriyor.
Son tahlilde Elveda Katya’nın, estetik sorunlarını görmezden gelirsek eğer, Tamer Çıray imzalı müzikleri, ortalamayı tutturan oyunculukları ve her şeyden önce içimizden çıkan özgün hikâyesiyle izlenmeyi sonuna kadar hak ettiğini söyleyebiliriz.
Ercan Dalkılıç
***
Jack Reacher
[xrr rating=2/5]
Yönetmen: Christopher McQuarrie
Senaryo: Christopher McQuarrie, Lee Child (eser)
Oyuncular: Tom Cruise, Rosamund Pike, Richard Jenkins
Yapım: 2012 / ABD / 130 dk.
Lee Child’ın –bu bir mahlas, yazarın asıl ismi Jim Grant– çok satar suç gerilim serisi Jack Reacher, Christopher McQuarrie’ın The Way of the Gun’dan sonraki ikinci yönetmenlik denemesi. Film, bu serinin 2005 tarihli “One Shot” isimli romanından beyazperdeye aktarılmış. Ben bu seriden yeni haberdar oldum. Fakat okuduğum kadarıyla yurtdışında çok fazla hayranı varmış bu serinin. Dolayısıyla sinemaya da uğraması çok şaşırtıcı değil.
“Jack Reacher”, devlet, büyük şirketler ve güvenlik güçleri arasındaki bağ içine konuşlanmış, kim olduğu bilinmeyen bir ‘phantom’. Jason Bourne, Ethan Hunt gibi bir aksiyon kahramanı olan “Jack Reacher”, bu filmde Apt Pupil’in Todd Bowden’ı gibi bir tepeye çıkıp tüfeği ile beş kişiyi öldüren bir katilin izini sürüyor.
Tom Cruise’nin Jack Reacher’ı canlandırdığı film çok dağınık geldi bana; uzadıkça uzayan şiddetli çatışmalar, bir ‘carsploitation’ filminde görebileceğiniz türden takip sahneleri ve ‘court thriller’ bunaltıcılığı… Karmaşık ilişkiler ağına iliştirilen bu tip öğeler, Jack Reacher’ı tam anlamıyla bir çorbaya çevirmiş.
Belki aksiyon tutkunları için biçilmiş kaftan olabilir, fakat ben basın gösteriminde uyuklamamak için zor tuttum kendimi, başarabildiğimi söyleyemeyeceğim.
Ercan Dalkılıç
***
Kibarca Öldürmek (Killing Them Softly)
Yönetmen: Andrew Dominik
Senaryo: Andrew Dominik, George V. Higgins (eser)
Oyuncular: Brad Pitt, Scott McNairy, James Gandolfini
Yapım: 2012 / ABD / 97 dk.
Brad Pitt’in oynadığı birçok underground diyebileceğimiz yapım ve bağımsız film de mevcut. Bu hafta vizyona giren Kibarca Öldürmek onlardan biri. Karşımızdaki tam anlamıyla bir yönetmen filmi. 2000 yılında Kasap’ı (Chopper) çeken Dominik, daha sonra ise 2007 Korkak Robert Ford’un Jesse James Suikastı (The Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford) ile geldi. O da Chopper gibi tam bir gişe filmi değildi. Hollywood tarzı filmlerden daha zor tüketilen iki yapımdı. Ama sinemasal değerleri tartışılmazdı. Bu hafta vizyona giren Kibarca Öldürmek’e giderken bu anlamda büyük beklentilerimiz vardı. Gerçekten film bütün beklentilerimizi karşıladı. Sinema işte bu. Hollywood’un sistemi yücelten gerçeklikten uzak yapımları yerine böyle bıçak gibi keskin ama hayatın gerçeğini sorgulayan yapımlar seyretmek hep tercihimiz.
Konusuna gelince, mafyanın kaçak kumar oynatan batakhanesi soyulur. Batakhanenin patronu Ray Liotta’nın canlandırdığı Markie’nin başına gelen bu ikinci soygundur. Mafya Markie’den doğal olarak şüphelenecektir. Zaten bu şüphe sayesinde kendilerinin kurtulacağını düşünen çete bu işe bu yüzden kalkışır. Mafya bu durumlarda sorgulamayı ve cezalandırmayı yapan tetikçisini gönderir. Brad Pitt’in canlandırdığı tetikçi Jackie araştırmaya başlar. Sonuçta bütün suçluları bulur. Fakat soygunu yapanlardan biri tanıdığı birisidir. Tanıdıklarını öldürmemek gibi bir tercihi olan Jackie yardım için James Gandolfini’nin canlandırdığı Mickey’i çağırır. Bu suç hikayesi aslında öykünün ana hatlarıyla biraz klişe ama filmin değeri yönetmenin suç hikayesini kapitalizmin küçük bir mikrokozmosu olarak yorumlamasında yatıyor. Filmin kahramanlarının diyalogları sırasında arka planda televizyondan veya araba radyosundan George Bush’un, Obama’nın sözleri duyuluyor. İnsanların batmışlığının ve suç dürtüsünün aslında toplumun genelinin durumunu özetleyen yapısı filmde tam yerinde kullanılıyor.
Yönetmen bununla da yetinmiyor. Brad Pitt’in dudaklarından dökülen ve Obama’nın televizyonda söylediklerine bir cevap olan sözler de çok önemli. Obama, “Amerika bir tek millettir. Hepimiz birbirimize destek vereceğiz” derken; Pitt’in canlandırdığı Jackie şunları söyler: “Bu toplumda herkes yalnız. Amerika bir millet değil bir şirket.” Kapitalizmin insan onurunu aşağılayan bir sistem olduğu daha açıkça hangi diyalogda görebiliriz.. Filmin George V. Higgins’in romanı Cogan’s Trade’den uyarlandığını söyleyelim.
Serdar Akbıyık
***
Cherry’nin Hikayesi (Cherry)
[xrr rating=1/5]
Yönetmen: Stephen Elliott
Senaryo: Stephen Elliott, Lorelei Lee
Oyuncular: Ashley Hinshaw, James Franco, Heather Graham
Yapım: 2012 / ABD / 102 dk.
Cherry’nin Hikayesi, komik ya da romantik olmayı denemeyen saf bir dram. Anlattığı dünyaya gerçekçi, sert ya da bilgilendirici yaklaşmasını beklesek de; hiçbirini yapamamış. Üstelik yer yer konu ettiği yetişkin filmlerine öykünen kötü bir taklitçi. Gidişattan bağımsız; Angelina’nın makyajını silip yüzünü yıkarken, duş alırken ya da yatakta keyiflenirken uzun uzun çekildiği, seyirciye güzel kadın göstermek adına konmuş sahnelerle dolu. Saptığı tüm yolların yarısında nefesi kesilmiş bir film. Hiçbir karakteri derinleştirememiş, ne anlatacaklarını bilememişler. Hikâye sık sık dağılıp “Angelina hayranları üzerine kısa öykülere” dönüşmüş. Elliott biraz onu, biraz bunu çekip önümüze koymuş.
Kötü kaderli masum kız, yetişkin bir erkek olduğunu unutup evcil hayvan gibi davrandığı Andrew’u (Dev Patel) yanına alıp Long Beach’den San Francisco’ya taşınınca, izlediğimizin porno sektörü üzerine bir film olduğunu anlıyoruz. Angelina problemli yaşamından sıyrılıp rahata ermek istediği için vücudunu sergiliyor. Yönetmen Elliott sanki filmiyle bize bunun kolay ve mümkün olduğunu göstermek istemiş. 18 yaşında bir kız olarak para kazanmak istediğinizde üstsüz fotoğraflar çektirebilir, daha fazla para isterseniz kamera karşısında mastürbasyon yapabilirsiniz diyor. Sektörden kimse size kötü davranmaz, herkes bunun sadece bir iş olduğunu bilir, çalışma arkadaşlarınızın her biri birer melektir.
Elliott’ın gerçek bir porno yıldızı ve porno filmler için metin yazarı olan Lorelei Lee ile birlikte yazdığı senaryonun yaklaşımı tam olarak böyle. Hatta onlara göre böyle işlerde çalışmak, devlet dairesinde yapılacak günlük bir memuriyetten bile daha stressiz. Sizi asıl üzecek şeyler gerçek hayattan gelir diyorlar, mesela kokain bağımlısı zengin avukat sevgilinizden.
Stephen Elliott filmine başlar başlamaz bir dizi klişeyi önümüze sermiş: Sarışın masum bir genç kız olan Angelina’nın (Ashley Hinshaw) babası tacizci, annesi alkolik, sevgilisi düzenbaz ve liseye gitmesi gereken zavallı kız çamaşırhanede çalışmak zorunda. Bunları on dakikada anlatmak için babayı kapı tekmelerken, anneyi klozete kusarken, uzak doğulu iş arkadaşını “o kadar sıkı çalışıyorsun ki, benden de aynısını bekleyecekler” derken göstermiş yönetmen. İşte sinemada bir karakter yaratmak bu kadar kolay diye düşünmüş olmalı.
Mehmet Serkan Çellik
***
Bekarlığa Veda (Bachelorette)
Yönetmen: Leslye Headland
Senaryo: Leslye Headland
Oyuncular: Kirsten Dunst, Rebel Wilson, Lizzy Caplan
Yapım: 2012 / ABD / 87 dk.
***
F Tipi Film
Yönetmen: Ezel Akay, Barış Pirhasan, Sırrı Süreyya Önder, Hüseyin Karabey, Aydın Bulut
Oyuncular: Tansu Biçer, Serkan Keskin, Bülent Emrah Parlak
Yapım: 2012 / Türkiye
***
Kod Adı : Venüs
Yönetmen: Tamer Garip
Senaryo: Tamer Garip, Emre Karahasan, Benedict Schillemans
Oyuncular: Cengiz Bozkurt, Serhat Harman, Johnny Lee Kamp
Yapım: 2012 / Türkiye / 90 dk.