Eee, kurak geçen bu yaz günlerinde… gerisini biliyorsunuz. 3 film vizyonda, en iştah açanı A Takımı. Ama siz daha doğrusunu bilirsiniz. İyi seyirler.
A Takımı‘nı bilmeyen var mı? Amerika’da 1983-87 yılları arasında yayınlanan kült bir dizi olduğunu biliyorsunuzdur. Bize biraz daha geç geldi, bizim için 90’ların nostaljisi. Her bölümün başında dış ses ana hikâyeyi şöyle anlatırdı:
1972’de birinci sınıf bir komando birliği işlemediği bir suç nedeniyle askeri mahkeme tarafından hapse atıldı. Bu adamlar maksimum güvenlikli hapishaneden Los Angeles’ın arka sokaklarına kaçtılar. Bugün hâlâ hükümet tarafından aranırken paralı asker olarak yaşıyorlar. Eğer bir sorununuz varsa, başka hiçkimse yardım etmiyorsa ve onları bulabilirseniz belki A Takımı‘nı kiralayabilirsiniz.
Gerisi hep aynı kalıp: Sorun elemanlarımıza ulaştırılır, Hannibal plan yapar, deli Murdock tımarhaneden kaçırılır, Barakus uçmayı reddeder, Baracus uyutulur ve uçağa bindirilir, plan terse düşer, B planı yoktur, elemanlarımız kapana kısılır, kapana kısıldıkları yerde alet edavat çoktur, üç tekerlekli bisikleti birkaç saat içinde tanka dönüştürürler, kötü adamlar yenilir, bizim elemanlar parayı almadan ortalıktan kaybolurlar.
Kabul ediyorum, bütün sorun 80’lerdeydi. Bizler masumduk ve A Takımı‘nı çok sevdik. Dolayısıyla fikir kabızı Hollywood parmaklamadık yer bırakmadığı için sinirleniyoruz. A Takımı‘nı 80’lerin (bizde 90’ların) atmosferine sadık biçimde aktarırsanız çuvallarsınız, çünkü 80’ler mazide kaldı. Yok, modernize edeceğim derseniz yine çuvallarsınız, çünkü bizim sevdiğimiz A Takımı değildir artık.
Evet, öyle olmasına öyle, ama bu filmi sıkılmadan seyrettim ben. Çünkü geveze, gürültücü ve cıvık. Koşturmaca ve patlamalardan da fazlasıyla nasibini almış. Seyret ve unut filmleri içinde iyi bir seçenek.
Ama adettendir, biraz uzun eleştireyim: Yeni trend bilindik bir hikâyenin bilinenden öncesini aktarmak (Star Trek, X-Men Origin vs). Böylece hem kanıksanmış yapıya farklı bir heyecan katmaya hem de hikâyeye yabancı olanlar için de sıfırdan başlama imkanı sağlamaya çalışıyorlar. A Takımı‘nın dizisi, yukarıda bahsettiğim üzere, kahramanlarımızın hapisten kaçışlarından sonrasını anlatırdı. Uyanık senaristler de neden hapse atıldıklarını ve kaçak durumuna düştüklerini anlatan bir hikâye kaleme almışlar. Böylece biz nostaljik dinazorları da zamane veletlerini de tavlamak istiyorlar. Ne yalan söyleyeyim, işe yarıyor.
Kahramanlarımız asıllarına sadık aktarılmış: Hannibal hınzır ve kurnaz, Murdock deli ama gerekli, Baracus asabi ve usta, Face yakışıklı ve çevik. Ancak senaristler sığ kapasitelerine bakmadan Baracus’u vicdani bir ikileme sokmaya kalktıklarında gülünç bir duruma düşüyorlar. Bunun dışında filmin gereklerini yerine getiriyorlar.
Ancaak(!), bizim A Takımı‘mız askerdi, evet; altmetninde belli bir Amerikan şovenizmi barındırırdı, evet; ama sonuçta güçsüzlere yardım ederlerdi. Taze beynimiz altmetin falan görmezdi, onlar bizim için yiğit ve kahraman insanlardı sadece. Oysa zamane A Takımı o iğrenç Irak İşgali’nde görev almaktan gurur duyuyor. Tamam, derin devletin çirkin faaliyetlerine vuruyor, ama olsun, burnumuza soktukları o pis koku gitmek bilmiyor.
Gördüğünüz gibi, bu tür filmleri fazla kafaya takmadığınız sürece zevkle seyredebiliyorsunuz. Birazcık (ama birazcık) didikleyince bütün keyfi kaçıyor. Neyse, siz nasıl bir film olduğunu anladınız. İyi seyirler…
Kapı
Die TürYönetmen: Anno Saul
Senaryo: Jan Berger, Akif Pirinçci (Kitap)
Oyuncular: Mads Mikkelsen, Jessica Schwarz, Heike Makatsch, Nele Trebs, Rüdiger Kühmstedt
Yapım: 2009, Almanya , 104 dk.
Akif Pirinçci ismini bir Alman filminin künyesinde görünce şaşırdınız mı? Demek ki onun Felidae serisinden bihabersiniz. Türk kökenli Alman yazar (başka bir Mesut Özil yani) kedilerin başkahraman olduğu polisiye romanlarla Alman best-seller listesinin zirvesine oturmuş, ülkemizde de epey bir gündem olmuştu. Bu film onun sinemayla ilk teması değil, meşhur Felidae 1994’te bir animasyon filme uyarlandı.
Filmin konusuna gelince: Başarılı bir ressam kızının ölümü üzerine kontrolünü kaybediyor (ne demekse bu), sonra yeni bir hayata başlama fırsatı buluyor, ama hiçbir şey göründüğü gibi değil. Gerisi doğaüstü bir hikâye…
Almanlar’ın thriller filmi olarak 2002 yapımı Tattoo‘yu bilirim son olarak. Geyet keyifle seyrettiğimi hatırlıyorum. Bu film ise beklentilerinizi düşük tuttuğunuz sürece belli bir memnuniyet uyandırabilecek gibi.
Ölümsüz
L’immortelYönetmen: Richard Berry
Senaryo: Eric Assous , Richard Berry
Oyuncular: Jean Reno, Kad Merad, Richard Berry, Gabriella Wright, Marina Foïs
Yapım: 2010, Fransa , 115 dk.
Bu aleme giren bir daha çıkamaz!
Film hakkında söylenebilecek en makul söz bu galiba. Ama yok, ille de konusunu yaz derseniz, ancak basın bültenini kes-yapıştır ile aktarmaya mecalim var:
Marsilya’daki mafya ailesine üye olan, çok uzun, kanlı ve başarılı bir kariyere sahip olan Charly Matteï mafyadan ayrılmıştır. 3 yıl boyunca karısı ve iki çocuğu ile sakin bir yaşam sürmektedir. Ancak bir kış sabahı vücuduna 22 kurşun sıkılarak ölüme terk edilir ama Charly hayatta kalmayı başarır ve onu öldürmeye cesaret edebilecek tek kişi olan Tony Zacchia’nın peşine düşer. Zacchia bir hata yapmıştır: Başarısız olmuştur… Bu film, Marsilya mafya dünyasında yaşanmış gerçek bir yaşam hikâyesinden esinlenerek yapılmıştır…
Jean Reno‘yu severim, film hakkında da makul yorumlar yapılıyor; bilindik, klişe ama seyrediliyor.
Siz bilirsiniz…