Bu hafta vizyona biri animasyon, üçü Türk filmi olmak üzere altı film giriyor. Testere serisiyle ün kazanan yönetmen Darren Lynn Bousman‘ın yönettiği Şeytanın Ormanı, dayanağını bir efsaneden alan bir korku filmi. Cesur sahneleriyle basında bolca yer bulan Aşk Kırmızı, Osman Sınav‘ın yönetiminde “Üç Kişilik Aşk Olur mu?” sorusunu soruyor. İlk gösterimi Locarno Festivali’nde yapılan ve 31. İstanbul Film Festivali Uluslararası Yarışma’da Altın Lale kazanan Yalnız Gezegen, genç bir çifti bekleyen sadakat sınavını mercek altına alıyor. 3 Boyutlu İspanyol animasyonu Hazine Avcısının Maceraları, Buğra Gülsoy‘un seslendirmesiyle vizyonda. Reha Erdem yönetmenliğindeki Jin, bir tür Kırmızı Başlıklı Kız hikayesi anlatıyor. Haftanın son filmi Çanakkale Yolun Sonu, Anzak Koyu’ndaki mücadeleyi farklı bir bakış açısıyla beyazperdeye taşıyor.
Jîn
Yönetmen: Reha Erdem
Senaryo: Reha Erdem
Oyuncular: Deniz Hasgüler, Onur Ünsal, Sabahattin Yakut, Yıldırım Şimşek
Yapım: 2013/ Türkiye&Almanya/ 122 dk.
Açılışını 63. Berlin Film Festivali Berlinale’de yapan, sonrasında !f Festivali kapsamında gösterim şansı bulan Jîn, 15 Mart 2013 tarihi itibariyle 7 kopya ile vizyonda. Yönetmenliğini Reha Erdem’in yaptığı film adını, başkarakterinin isminden alıyor. Reha Erdem’in 7. uzun metraj filmi olma özelliğini taşıyan filmin senaryosu da kendisine ait. Film dağdan inmeye karar veren Jîn’in kaçış yolculuğunu anlatıyor. Öncelikle söylenmesi gereken birkaç şey olduğu düşüncesindeyim: Bu film bir belgesel ya da yarı-belgesel değil, politik bir film kesinlikle değil. Bu tartışmayı arkamızda bıraktıktan sonra, film için Jîn’in hayatla olan mücadelesi etrafında şekilleniyor diyebiliriz.
Yazının ilerleyen kısımlarında filmin hikaye örgüsünü deşifre eden noktalar olabilir.*
Doğadan karelerle başlıyor film, doğanın kendi başına ne kadar da huzurlu olduğunu aktarırcasına. Yeşilliğin, güneşin sarılığının ve canlılığının her yanıyla kendini hissettirdiği bu ortamda bir baş yükseliyor yavaştan(Sanki doğa karakterimizin annesi, Jîn de hayata gözlerini açarcasına). Hemen sonrasında ise silah sesleri ile bozuluyor bu güzellik tablosu.
Bu başlangıçtan(çatışma sahnesinden) hemen sonra Jîn’in yolculuğu başlıyor ancak karakterimiz çeşitli engellerle karşılaşıyor ve otoriter kimselerin sömürüsüne maruz kalıyor. Güç temsili olan karakterlerin, erkek egemen toplumumuzu yansıtmak gayesinde erkek karakterler olması yerinde bir tercih olmuş. Rahatsızlık hissi veren bu planlar, bilinçli olarak tekrarlanmış.
Filmin masalsı bir anlatıma sahip olduğu rahatlıkla vurgulanabilir, zaten iyi ve kötünün bu denli birbirinden ayrık ve net olmasını başka türlü açıklamak mümkün değil. Bununla beraber kısmi idealize edilmiş bir başkarakter var, açık bir şekilde kırmızı başlıklı kızı referans alması, doğa-insan-(savunmasız) canlılar da bu anlatımı destekler nitelikte.
Jîn’i her şeyden önce insan olduğu vurgusu yapılan sahneler ise idealizeyi ve ajite duygusunun önüne geçmek için yapılan seçimler. Yeri geldiğinde hırsızlık yapan, okumak-öğrenmek isteyen biri Jîn. Tabi bu sahnede bile cinsiyetini temsil eden eşyanın son anda çalınan eşyalara eklenmesi de önemli. Diyalogların azınlıkta olduğu film(yine ajiteden kaçmak için başvurulmuş bir yöntem), görsellikle derdini anlatıyor çoğunlukla.
Bütün çabasına karşın iniş yolculuğunu bitiremeyen Jîn, kaçmanın olanaksız olduğunun farkına varınca, tek bildiği ve kendini güvende hissedebileceği yere geri dönüyor:doğaya. Kadınların toplum içerisinde vermek zorunda bırakıldığı mücadele gözünden bakıldığında(ki filmi çoğunlukla bu perspektifle görmek mümkün), kadınların her yerde, her zaman tehdit altında oldukları seziliyor. Bu tehdidi de savurmak için Jîn tek bildiği savunmaya başvuruyor.
Doğa- Jîn özdeşleşmesinin de rahatlıkla gözlenebildiği filmde, Jîn’in doğa ile yakaladığı harmoni güzel sekanslar yaratıyor. Bu harmoniyi bozan şey ise dış sesler(tehditler) oluyor. Sesin(Jîn-doğa dışında) mevcut olduğu herhangi bir planda çoğunlukla rahatsızlık izlenimini veren en büyük etkenin ise Florent Herry’nin sinematografisi olduğu su götürmez bir gerçek. Erdem’in A Ay(1998) filmi dışında ortak olarak çalıştığı partneri Herry’nin Erdem’in filmlerinin başarısında önemli bir paya sahip olduğunu söylemek gerek. Bu noktada diğer bir tebriği de ses tasarımını da yapan Erdem’in hak ettiğini düşünüyorum.
Kürtçede Jîn(şapkalı haliyle) hayat, Jin (şapkasız haliyle) ise kadın anlamına geliyor ve film bu yönden bakıldığında “hayat” adını taşıyor. Jîn için ise belki de hayatını sürdürebileceği tek yer olan doğa bile onun yuvası olamıyor(izin verilmiyor). Bu anlamda pekala doğanın ana tema olarak işlendiğini söyleyebiliriz.
Günümüzde tehlikeli canlılar olarak bakılan vahşi hayvanların bırakın karakterimize zarar vermesi,(sözde) insanların yarattığı vahşetten sığınacak yer arayışları görülüyor. Yine Jîn’in ağzından asıl hayvanların insanlar olduğu vurgusu ile asıl tehlikenin (vahşi) insanlar olduğu izlenimine kapılıyoruz.
Erdem’in genel bir sistem eleştirisi yaptığını gördüğümüz filmde, yaşlıların çaresizliği ve görmezden gelinmesi, otoriter kesimin sömürü tercihleri ile sistemin bozukluğuna dem vurulmuş. Filmin kadının toplumda var olma çabasını(şu anki haliyle değil tabi ki) merkezine alarak, bir masal anlatıyor bizlere. Siz de (sözde) insanların arasında sıkışmış ve var olmaya doğa ve Jîn’in hikayesini izlemek istiyorsanız elinizi çabuk tutun, zira çok fazla vizyonda durmayacağa benzer.
Mustafa Yahşi
* * *
Şeytanın Ormanı
The Barrens
Yönetmen: Darren Lynn Bousman
Senaryo: Darren Lynn Bousman
Oyuncular: Stephen Moyer, Mia Kirshner, Allie MacDonald, Peter DaCunha
Yapım: 2012 / Amerika&Kanada/ 94 dk.
Doğada geçen, kamp yapmaya gidenlerin ormanda kaybolduğu, ses efektleri ile zıplatmaktan başka derdi olmayan ikinci sınıf korku filmlerine doymadıysanız; Testere II, III ve IV‘ün yönetmeni Darren Lynn Bousman Şeytanın Ormanı ile imdadınıza yetişti. Bazı filmlerin kötü olduklarını anlamanız için uzun süre izlemeniz gerekmez. Şeytanın Ormanı da (The Barrens) onlardan biri. Açılış sahnesinde yer alan öleceği garanti çiftin konuşmaları filmin değerini belli etmeye yetiyor. Bu sahnede sevgilisi ormanda macera yaşamak istediği için erkenden kalkıp yollara düşen, bir yandan da mızmızlanıp marka kahve ihtiyacını dile getirmekten kendini alıkoyamayan bir kadın ve adrenalin ihtiyacını doğada geçirilecek gün ile karşılamayı düşleyen bir erkek var. Klişe diyaloglar sürerken, şehirli hassas kadın karakterimiz tuvalet ihtiyacını hiç çekinmeden ortalık yerde halledince, algıları kapalı birinin bile fark edebileceği çelişkilerde dolu, çalakalem yazılmış kötü bir film izleyeceğimizden şüphemiz kalmıyor.
Konuya bakacak olursak: Filme ismini veren Barrens Ormanı, içinde Jersey Şeytanı adı verilen bir yaratığın yaşadığıyla ilgili ürkütücü bir efsaneye sahiptir. Uzun zaman önce kasabanın fahişesi olarak tanımlanan bir kadın on iki çocuk doğurmuş ve uzaklaşsın diye ormanda bir kulübeye sürülmüştür. Burada barınma karşılığında uyması gereken tek kural başka çocuk yapmamaktır. Ancak o; yılan kuyruklu, toynaklı, at kafalı ve kanguru vücutlu on üçüncü çocuğunu doğurmakta sakınca görmemiş hatta onu şeytana kurban etmiştir.
Konusundan anlayacağınız gibi karşımızda genel ahlaksızlığı cezalandırmaya teşvik eden, 13 sayısını seven, şeytanlı, ormanda geçen bir korku var. Bu motifleri kullanan türdeşlerinin bir adım ötesine gidemeyen, yaşanacakları ezbere bildiğiniz oldukça kötü bir korku üstelik. Teknoloji ile doğayı çarpıştırıp teknolojiyi küçümserken, doğa ile korkutmayı, hayvanlardan ve doğadan soğutmayı amaç edinmiş kafası karışık alt metinleri var. Her şey o kadar klişe ki, bir tek çocuğun astım hastası olmadığı kalmış.
Şeytanın Ormanı ilginç şekilde televizyon dizilerine benziyor. Merak uyandırması beklenen açılış sahnesi, filtrelenmiş görüntülerle oluşturulmuş şarkılı jeneriği, çekim ölçekleri ve dizilerden tanıdığımız oyuncuları buna sebep. Başrolde yabana atılamayacak televizyon kariyerini True Blood ile taçlandıran Stephen Moyer var. Aktör ölmüş babasının küllerini dağıtmak için küçükken gittiği ormana gezi düzenleyen aile adamı Richard rolünde. Hem duygusal hem de karısının telefonda kiminle konuştuğuna karışacak ve şiddet uygulayacak kadar maço. Moyer doğru düzgün yazılmamış karakterini canlandırmayı denerken abartılı yüz ifadeleri ile yalancı soluk alıp verişlerin kurbanı oluyor. Aslında bu gerçek dışı vücut dili; köpeği kayıp masum oğlan, isyankar ergen, fedakar ve düşünceli hemşire tiplerine büründürülmüş tüm ekibin sorunu. Sanırım yönetmenin özel isteği. Ya da aralarında kim yüzünü daha çok ekşitebilir, kim kendini daha fazla hırpalayabilir yarışına girmişler.
Hiç mi iyi yanı yok derseniz, Erin Deck‘in filmi masada baştan yarattığını düşündüren kurgu çalışmasına bakın derim. Komik görünmesi muhtemel bir çok sahneyi kurtaran ve filmin sonunu getirmenize yardımcı olan bir kahraman o.
Serkan Çellik
* * *
Aşk Kırmızı
Yönetmen: Osman Sınav
Senaryo: Osman Sınav
Oyuncular: Nurgül Yeşilçay, Tayanç Ayaydın, Ezgi Asaroğlu
Yapım: 2013 / Türkiye
* * *
Yalnız Gezegen
The Loneliest Planet
Yönetmen: Julia Loktev
Senaryo: Tom Bissel, Julia Loktev
Oyuncular: Gael Garcia Bernal, Hani Furstenberg, Bidzina Gujabidze
Yapım: 2011/ Amerika&Almanya/ 113 dk.
* * *
Hazine Avcısının Maceraları
Las Aventuras de Tadeo Jones
Yönetmen: Enrique Gato
Senaryo: Veronica Fernandez, Jordi GasullYapım: 2012 / İspanya
* * *
Çanakkale Yolun Sonu
Yönetmen: Kemal Uzun
Senaryo: Alphan Dikman, Başak Angigün
Oyuncular: Gürkan Uygun, Berrak TüzünataçYapım: 2013 / Türkiye/ 115 dk.