Dağıtımcılar Filmekimi’nin ertesinde izleyicilerin yorgun ve filme doymuş olduğunu düşünüyorlar galiba. Bundan mütevellit sadece üç film vizyona giriyor bu hafta: Osman Sınav’ın beklenen filmi Uzun Hikaye, yerli sinemayı takip edenler için biçilmiş kaftan gibi. Tetikçiler, isminden de anlaşılabileceği üzere aksiyoncuları salonlara çağırırken; Başka Bir Kadın, genç romantik çiftlere, ya da hep genç kalan çiftlere Fransız romansıyla dolu bir akşam vaat ediyor. Herkese iyi seyirler…
[xrr rating=?/5]
Yönetmen: Osman Sınav
Senaryo: Yiğit Güralp
Oyuncular: Kenan İmirzalıoğlu, Tuğçe Kazaz, Ushan Çakır
Yapım: 2012 / Türkiye
Osman Sınav’ın yönettiği Mustafa Kutlu’nun aynı isimli kitabından uyarlanan Uzun Hikaye, 1940’lı yıllarda dedesi Pehlivan Süleyman ile Bulgaristan’dan gelmiş Bulgaryalı Ali’nin (Kenan İmirzalıoğlu) hayatını anlatıyor: Eyüp’te yaşarken aşık olduğu sinema işletmecisinin kızı Münire’yi (Tuğçe Kazaz) kaçıran Ali, Münire’yi de alıp yollara koyulur. Bir süre sonra bir oğulları olur. Ancak doğru bildiğinden sapmayan, eşitlikten, adaletten yana olan Ali her gittiği yerde mutlaka çatışacağı bir otorite bulmaktadır.
Zaman 1950’liler olduğu için insanlar birbirlerine daha kolay güvenmekte, kapılarını daha kolay açabilmektedir. Bu yüzden Ali için ailesiyle kendisini içine sokacağı bir yuva ya da iş bulmak sorun değildir. Ancak her taşınmalarından sonra Ali doğru bildiğinden sapmadığı için sorunlar yaşamakta ve ailecek taşınmaktadırlar.
Uzun Hikaye bir yandan Ali’nin bu maceralarını anlatırken, diğer yandan zaman geçse de bazı şeylerin hiç değişmediğini gösteriyor. Cihat Tamer’in canlandırdığı okul müdürü, Musta Alabora’nın hayat verdiği belediye başkanı ya da Mahir Günşıray’ın oynadığı savcı hala mevcut. Meslekler farklı olabiliyor ancak düzeni kendisi için kuranlar değişmiyor.
Ali örneğinden toplumdaki bu tarz insanların nasıl güçlü kaldıklarını ve ne tür haksızlıklar yaptıklarını bir kere daha görüyoruz. Aynı şekilde tarihin her döneminde kendilerini halktan üstün görenlere karşı gerçekleri gösteren cesur kişilerin de bulunduğunu perdeye yansıtıyor.
Uzun Hikaye oldukça renkli bir film. Kimi sahneler akla Vincent Paronnaud ve Marjane Satrapi’nin yönettiği Azrail’i Beklerken (Poulet Aux Prunes) geliyor. İki filmin birbirine benzediği nokta sinemanın izleyeni keyiflendiren sahne kurgularını kullanması. Bu sayede Uzun Hikaye hüzünlü sahnelerinde dahi seyirciye farklı bir enerji veriyor.
Bu esasında Ali’nin ruhundan filme yansıyan bir unsur. Osman Sınav, Mustafa Kutlu’nun kitabını o kadar iyi perdeye yansıtıyor ki, kitapta da fark edilen, umudunu hiç yitirmeyen insanların, her güne yeniden aynı mutlulukla başlamalarını sağlayan enerji seyriciye yansıyor. Tabii Kenan İmirzalıoğlu’nun oyunculuğunun da bu noktada etkisi büyük.
Kimi uyarlamalarda kitapla film arasında neredeyse hiç benzerlik bulunmaz. Oysa, Uzun Hikaye’de bazı olayların kronojik sırasıyla, kimi gönül ilişkileri dışında her şey aynen korunmuş. Hatta bazı sahnelerdeki replikler aynen filmde de geçiyor. Kısaca, Osman Sınav’ın Uzun Hikayesi oldukça hoş bir film. Gerek verdiği mesajlar gerekse insanı mutlu eden enerjisiyle herkesin izlemesi gereken yapımlardan biri.
Ali Abaday
***
[xrr rating=2/5]
Yönetmen: Rian Johnson
Senaryo: Rian Johnson
Oyuncular: Joseph Gordon-Levitt, Bruce Willis and Emily Blunt
Yapım: 2012 / ABD-Çin / 118 dk.
Tetikçiler (Looper) yakın geleceğe konumlandırılmış bir suç dünyası tasviriyle açılıyor. 2042 yılındayız. Çok da uzun olmayan bir süre sonra zamanda yolculuk mümkün kılınmış ve geleceğin mafyası öldürmek istediği kişileri geçmişe yollamaya başlamış. 2072’de başına çuval geçirilip zaman makinesine konanlar kendilerini otuz yıl önceki bir tarlanın kenarında buluyor, tetikçi denen adamlar onları saniyesinde öldürüyor ve cesetten kurtuluyor. Tetikçi her iş karşılığında gümüş külçelerle ödüllendiriliyor. İşten çıkmak isterse döngüyü tamamlamak adına gelecekten gönderilen kendi yaşlı halini öldürmesi gerek. Bu son işin ardından aldığı altın külçelerle otuz sene ömrü kaldığını bilerek, çalışmak zorunda olmadan kalan yaşamını geçiriyor.
Tetikçiler‘de senarist-yönetmen Rian Johnson klasik hikâye anlatma tekniklerinden birine başvurmuş ve filmin başında kendi eliyle kurduğu sisteme bozucu bir istisna getirmiş. Asıl kahramanımız Joe (Joseph Gordon-Levitt) tetikçilerin en yeteneklilerinden biri fakat işler ters gidince ve kendi yaşlı halini öldürmesi istenince, kurban haline gelip kaçması gerekiyor. Üstelik tahmin edebileceğiniz gibi kendini aklayıp, profesyonelce yaptığı işe devam etmek istiyor.
Tetikçiler‘in yeni The Matrix olarak lanse edilişine rast gelmiş olmanız muhtemel. Rian Johnson‘ın amacı tam olarak bu olmasa da filmiyle iz bırakmak istediği belli. Özel silahlar, iyi giyimli katiller, film evrenine has kurallar, stilize şiddet ve iki kuşak karizmatik erkek oyuncular gibi ilgi çekici unsurlar var filmde ama taşların altı fazla oynak. Johnson kurduğu evren üzerinde yeterince çalışmamış. Örneğin tetikçilere verilen silah Blunderbuss başlangıçta önemsiz bir şey gibi tanıtılıyor. Sanki Gat denen yüksek kalibreli gerçek ateşli silahlar ulaşılması zor ve herkeste olmayan şeyler. Kid Blue (Noah Segan) uzun uzun elindeki tabancanın menzilinden ve gücünden bahsedip Blunderbuss’ı yeriyor ama sonra herkesin elinde klasik silahları görebiliyoruz ve ulaşmanın o kadar da zor olmadığını anlıyoruz. Başka örnekler vermek gerekirse; Sara’nın tarlasında uçabilen bir sulama cihazı var ve görünümü çok eski. Uzun yıllardır kullanımda olan, kanıksanmış bir teknoloji gibi lanse edilmiş ama yıl henüz 2042. Cep telefonları sadece ekran, bilgisayarlar elle kontrol edilmeye başlanmış ve uçan motosikletler var. Bunlar dışında her şey 2012. Mimari, moda, günlük yaşam… On yıl önceki Azınlık Raporu‘nun (Minority Report) gelecek tasvirini hatırlayın. Her şeyi baştan kurmuş, sonra hepsini bir kenara bırakıp hikâyesini anlatmıştı. Tetikçiler ise gelecek öngörüsünden güç almak isterken kısmi tasarım yüzünden topallıyor.
Yine de filmin ilk bölümünün çekiciliği yadsınamaz. Gelecekten gelip firar eden adamın vücut parçalarını kaybedişi Geleceğe Dönüş (Back to the Future) menşeili olsa da heyecan verici. Joe’nun otuz yılını anlatan bölüm detaysız ama ümitlendirici. Üstelik razı olduğu ömrün tamamlanmasına karşı gelişi müthiş fikirlere gebe. Sonra? Sonra öykü bir çiftlik evine tıkılmış. Tüm bunları unutup dokunaklı olmayı denemiş ama tekinsiz çocuk filmine dönüşmüş. Richard Donner klasiği The Omen, TV dizisi Heroes hatta Harry Potter, Superman ya da kendiyle sorunu olan tüm süper kahramanlarla paslaşmış. Başrol bile el değiştirip küçük Cid’e (Pierce Gagnon) geçiyor bir süre sonra. “Büyüyünce namlı bir katil olacağı belli Cid’in çocuksu masumiyetleri” konulu naif mesajlarla döşeli başka bir hayal kırıklığı olarak sonlanıyor Tetikçiler ve aklını başından alacak bilim kurgu arayanları bekleme odasına geri gönderiyor.
Mehmet Serkan Çellik
***
Başka Bir Kadın (La Vie d’une autre)
[xrr rating=3/5]
Yönetmen: Sylvie Testud
Senaryo: Frederique Deghelt, Claire Lemaréchal, Sylvie Testud
Oyuncular: Juliette Binoche, Mathieu Kassovitz, Aure Atika
Yapım: 2012 / Fra-Lux-Bel. / 97 dk.
Başka Bir Kadın (La vie d’une autre) gençlik aklımızla onaylamayacağımız seçimler yapıp, hayallerimize ihanet eden yetişkinlere dönüştüğümüzü yüzümüze vuran dokunaklı bir romantik komedi. Hem de uzun zamandır görmediğimiz kadar güzelinden.
Yirmi beş yaşında, iyi eğitimli, enerji dolu fakat maddi durumu kötü Marie; annesi sayesinde büyük bir şirkette iş görüşmesi ayarlar. Genç veliaht, yakışıklı Paul ile birbirlerine ilk görüşte âşık olurlar. İlk buluşmalarının ertesi sabahı Marie (Juliette Binoche) tanımadığı bir evde uyanır. Kırk yaşında, Eyfel kulesi manzaralı lüks bir dairede yaşayan, hayatının aşkı Paul (Mathieu Kassovitz) ile evlenmiş, ilkokul çağında bir erkek çocuk annesi, başarılı bir işkadınıdır artık. Tüm bunlar ödünü kopartır ve deli muamelesi görmeden sorunu çözmenin peşine düşer.
Başka Bir Kadın, Marie’nin ayna karşısında yaşlanmış bedenini tanıyamadığı sahneyle beden değişimi konulu filmleri hatırlatıyor başlangıçta ancak bunun üzerinde fazla durulmamış. Karakterin gelecekte uyandığını düşünmesiyle de zamanda yolculuk filmlerine göz kırpılmış. Para birimi Euro olmuş, ülke tarihi için önemli adımlar atılmış, babası ölmüş. Zengin olmuş, istediği adamla evlenmiş ama hepsinin kıymetini unutup başka dertler edinmiş Marie. Sonradan bunun basit bir hafıza kaybı olduğunun anlaşılmasıyla taşlar yerine oturuyor ve asıl mesajı alıyoruz. Marie yirmi beş yaşındaki kişiliğiyle hareket ettiğinde hayat hem o hem çevresindekiler için güzelleşiyor. Heyecanlı, âşık, ailesini bir kenara itmemiş haline dönüyor. Öyle ki; kırk yaşındaki Marie oğlunun kelimelerini dahi kontrol altında tutan, bakıcıları ve sekreterleri sindirmiş, en iyi arkadaşını nedime olmasına rağmen düğünde yalnız bırakıp on yıl aramamış korkunç biri. Sistemi yürüten önemli bir çarka dönüşüp yükselirken, çevresindekilere ihanet etmiş. Eski aklıyla şimdi sahip olduğu şeylere bakınca heyecan duyuyor. Paul’e neden âşık olduğunu hatırlıyor. Ailesi için yemek yapıyor. Kullandığı otomobili görünce ağzı açık kalıyor. Elde edip bir bir kenara attığı şeylerle yüzleşiyor.
Juliette Binoche karakterin hem yirmi beş hem kırk yaşlarını oynuyor. 25 yaş için başarısız makyaj çalışması nedeniyle büyük dursa da filmin çoğunda canlandırdığı görünümü 40 zihni 25 olan Marie’de çok başarılı. Olgun kadın görüntüsü altındaki genç ve heyecanlı kızın duygularını doğallıkla yansıtmış. Mathieu Kassovitz kenara atılmış yakışıklı eş rolünde vasat. Paris görüntüleri çok güzel şarkılarla eşleştirilmiş. Yer yer Grey’s Anatomy tadı almak mümkün. Başka Bir Kadın sıradan bir romantik komedi değil. Bazen hafızamızı kaybetmenin bize iyi gelebileceğini söylüyor. Olgunlaşıp yozlaşan halimizden uzaklaşmamızın, sıkıcılaşmamızın sebeplerini düşünmemizi sağlıyor. Unutulmaz olmasa da bünyeye iyi geleceği kesin.
Mehmet Serkan Çellik