Nazi değildi. Alman bile değildi. Ama o, soykırım suçuyla yargılanan bir savaş suçlusuydu.
Çok uzun bir öykü bu.
Bir ömre, hatta bin ömre sığdırılamayacak kadar uzun bir öykü belki de. Çünkü bir kişiye aitmiş gibi görünse de, yalnızca bir tane öykü yok ortada. Bu, binlerin, yüz binlerin öykülerini – aslında trajedilerini – barındıran bir öykü.
Bu “Asılacak Adam” John Demjanjuk’un öyküsü…
Bana sorarsanız insanları hayvanlardan ayıran en büyük fark ne düşünmeleri, ne konuşmaları, ne aşık olmaları, ne de bir dine inanmaları. Bence en büyük fark yaşam sürelerinin daha başı sayılabilecek bir noktada, günün birinde ölecekleri bilgisine sahip olmaları. Bu fark aynı zamanda insanların en büyük laneti, tabi. Yaşamaya devam edebilmek adına genlerimize kazınmış psikolojik bir savunma mekanizması sayesinde unutmuş gibi yapabildiğimiz bir lanet. Bastıramadığımız zamanlarda ise yüce bir varlığa ve onun vadettiği ölüm sonrası ikinci bir yaşama inanarak kaçmaya çalıştığımız bir lanet.
Ölümden daha korkutucu bir şey varsa bu dünyada, herhalde o da öleceğini bilmek. II. Dünya Savaşı’nda Polonya’daki Treblinka kampında gaz odalarına doğru öleceğini bilerek yürüyen Yahudilere sorabilseydik haklı olduğumu söyleyebilirledi size. Farklı yerde başlayan hikayeleri aynı yerde ve şekilde biten o insanlar şahitlik yapabilirdi bana. Artık yapamazlar ama. Sayıları 1 milyona yaklaşıyordu ve hepsi öleceklerini bilerek öldüler.
John Demjanjuk’a öleceğini söylediklerinde 68 yaşındaydı. Savaş biteli 40 seneden fazla olmuştu. Bir sağlık problemi yoktu. Ölmeyi arzulamıyordu. Ama yine de ölecekti. Daha önce ünlü Nazi komutanı Adolf Eichman’ı yargılayıp asan (1962) İsrail mahkemesi böyle karar vermişti çünkü. (Hayır, Demjanjuk Alman da değildi, Nazi de.)
İdam mahkumu John Demjanjuk 1988’den 1993’e kadar kendine ayrılan bir hücrede ölümü bekledi. Bir İdam Mahkumunun Son Günü adlı eserinde Victor Hugo kahramanına 6 haftalık bir bekleyişi reva görmüştü. Demjanjuk beş senedir bekliyordu. Üstelik bırakın kendisine isnat edilen suçları kabul etmeyi, bu suçları işlediğinden şüphe duyulmayan sözkonusu kişi bile olmadığını iddia ediyordu. Ona göre yanlış kişiyi tutuklamışlardı ve bu gidişle yanlış kişiyi asacaklardı.
Korkunç Ivan Demjanjuk
Vagonlara balık istifi doldurulmuş Yahudiler tren durduğunda istasyonun adı “ölüm” olsa bile açlık, susuzluk, koku ve havasızlıkla boğuştukları bu cendereden sonunda kurtulacak oldukları için sahte bir rahatlama yaşarlar. Vagonların kapıları yana kayarak açıldığında içleri biraz rahatlar. Onları karşılayanlar kendileri gibi Yahudidir çünkü. İyi giyimlidirler ve kıtlıktan çıkmış gibi görünmemektedirler. Üstelik tıkır tıkır çalışan bir de saat vardır kampın en görünür yerinde. Buranın bir ölüm kampı değil, mesaili ya da vardiyalı bir çalışma kampı olduğuna işaret eden bir saat. (Kim demiş; ölümün olduğu yerde zaman olmaz, zamanın olduğu yerde ölüm diye.)
Bütün yolcular indikten sonra erkekler ayıklanıp sıraya sokulur. Onlara verilen istikamet yokuşun tepesindeki barakalardır. Koşarak gitmeleri için güdülürler. Orala vardıklarından refes nefese olmaları önemlidir. Çünkü içiri bu şekilde girdiklerinde ölümcül gaz daha çabuk etki etmektedir. Onlar ölürken, kadınlar çocuklarıyla birlikte dışarıda beklemektedir. Yanlarında hala o iyi giyimli, semirmiş Yahudiler vardır. Onların bu iş için eğitilmiş Ölüm Yahudileri olduğunu bilmemektedirler tabi. (Toten Juden)
Birkaç düzine Alman ve Ukraynalı tarafından idare edilen Treblinka’daki şartlar Avrupa’nın çeşitli yerlerine dağılmış diğer toplama / imha kamplarından çok da farklı değildi aslında. Ama Treblinka’da Korkunç Ivan vardı. (Ivan the Terrible) Gaz odalarından ve imha organizasyonundan sorumlu Ivan’ın birazdan ölecek Yahudileri gaz odalarına varmadan farklı aletlerle sakatlamak, gaz odasına sığdıramadıklarını kurşunla öldürmek, genç kadın esirlere tecavüz etmek ya da edilirken izlemek gibi alışkanlıkları vardı. Kötülükte ancak şeytanın yarışabileceği bu adam Alman görünüşüne rağmen Rus ya da Ukrayna kökenliydi. 1942 ve 143 yıllarında yüz binlerce Yahudinin öldürüldüğü Treblinka, Ölüm Yahudileri’nin çıkardığı isyanın ardında kapatılınca Korkunç Ivan da sırra kadem basmıştı.
Demjanjuk’un suçu ne?
Ivan Nikolayovitch Demjanjuk 1920 yılında küçük bir Ukrayna köyünde doğdu. İkinci Dünya Savaşı patlak verene kadar toprakla uğraşan sıradan bir köylüydü. Savaşın başlamasıyla birlikte Stalin’in Kızıl Ordu’suna alındı. Alman Wehrmacht birlikleri Sovyetler Birliği’ne girdikten sonra ölen 5 milyondan fazla Ukraynalıdan biri olmadı ama Almanlara esir düştü. Savaş bittikten sonra 1952’de ABD’ye göç eden Demjanjuk bu ülkede 25 yıl boyunca huzur içinde yaşadı. Cleveland’da Ford otomobil fabrikasında çalışıyordu. 1970’lerin ortalarında Amerikan Nazi avcılarının dikkatini çekti. Nihayet 1986’da ellerinde yeterince delil olmamasına rağmen Amerikan hükümeti alelacele vatandaşlıktan çıkardığı Demjanjuk’u onun Korkunç Ivan olduğunu iddia ederek İsrail’e teslim etti. (Amerikalılar’ın bırakın yeterli delile sahip olmayı, kendi iddialarını yalanlayacak başka delillere sahip oldukları ve bunları hasır altı ettikleri daha ortaya çıkacaktı.)
Demjanjuk savaş sırasında sıradan bir savaş esiri olduğunu haykıra dursun, mahkeme 35 Nisan 1988’de onu aleyhine yapılan bütün suçlamalardan suçlu bulup idama mahkum etti. Demjanjuk tecrit hücresinde ölümü beklemeye başladı.
Amerikalı yetkililerin (Adalet Bakanlığı Özel Araştırmalar Bürosu – OSI) İsrail’e verdiği en önemli kanıt SS’ler tarafından Demjanjuk’a verilmiş bir kimlik kartıydı. Ama sorun şuydu ki bu kart Korkunç Ivan Treblinka’da korkunç suçlar işlerken Demjanjuk’un bir başka kampta, Sobibor’da olduğunu kanıtlıyordu. Ama Treblinka’dan sağ kurtulanların pek de güvenilir olmayan tanıklıkları avukatların ısrarla üstünde durdukları tutarsızlığa galip gelmişti.
Demjanjuk’un avukatları – ki bir tanesi kızının kocası Ed Nishnic’di – bir üst mahkemeye başvurdu. Ellerinde Treblinka’da görev yapmış iki Alman askerinin Korkunç Ivan olarak bilinen adamın gerçek adının Ivan Marcheko olduğuna dair yeminli ifadeleri vardı. Üstelik görünüşe göre Amerikalılar bu ifadelerden epey bir zamandır haberdardılar. Bir başka hasır altı edilen delil ise Sobibor’da bekçilik yapmış olan Danilchenko adlı bir adamın Demjanjuk’un Treblinka’da olduğu iddia edilen zaman diliminde Sobibor’da olduğunu hatırlamasıydı.
Üst mahkeme Ağustos 1993’de John Demjanjuk’un Korkunç Ivan olmadığına kanaat getirip derhal salıverilmesi yönünde karar aldı. Tecrit hücresinde beş yıl ölümü bekleyen adam artık özgürdü. İsrail bu kararla Demjanjuk’u Sobibor’da işlediği olası suçlar için yargılama şansını da yitiriyordu. Demjanjuk ABD’den çok farklı bir suç için alınmıştı. Bu durum hukuken farklı bir suçla ilgili olarak onu yargılamalarına izin vermiyordu. Zaten hiçbir Sobibor sakini de onu teşhis edememişti. Yaptığı hatadan mahcup İsrail belki de artık bu konunun kapanmasını istiyordu.
Bitte, meine Herren!
Yavuz hırsız ABD ise geri adım atamaya niyetli değildi. Bu kez Demjanjuk’u Sobibor suçları için yargılayacak bir ülke aramaya başladılar. Polonya kabul etmedi. Ukrayna oralı olmadı. ABD’nin ipiyle kuyuya inmeye kalkan İsrail’in bir kez ağzı yanmıştı, bu yeterliydi.
Pes etmek bilmeyen OSI yıllarca uğraştı Demjanjuk ile. Önce 1952’de ülkeye girerken doldurduğu göçmen formlarında sahtecilik yaptığını iddia ettiler. Yetmedi, başka kurumlardan aldığı kınamalara rağmen OSI, 1998’de yeniden ABD vatandaşlığını kazanan Demjanjuk’un vatandaşlıktan çıkarılması için mahkemeye başvurdu. Yıllar süren mahkemeler ardından 2004 yılında bir kez daha milletsiz kalan Demjanjuk’un bu kez Sobibor ve Majdanek kamplarında SS’ler için çalıştığı iddia edilmekteydi. Geriye onu yargılayacak bir ülke bulmak kalmıştı. Suçlama yapacakları cinayet sayısı milyondan 27, 900’a düşmüştü ama olsun…
Almanlara teklif götürdüler: “İsa hakkı için şunu yargılayabilir misiniz, meine Herren?”
“Ja, natürlich!”
Soykırım yüzünden vicdanları hala yaralı Almanlar’a, soykırımla alakalı yargılanacak kişinin Alman olmaması da (“nihayet” dediler!) cazip (schön, schön!) geldi belki de. Öyle ki bunun heyecanına kapılıp bir ilke imza attılar. Alman olmayan birinin Alman topraklarında ilk defa yargılanıyordu.
28 Aralık 2005’de göçmenlik bürosu Demjanjuk’un Almanya’ya, Polonya’ya ya da Ukrayna’ya iadesine karar verdi. 2008’e kadar süren yazışmalar ve görüşmeler neticesinde Demjanjuk’un Almanya’ya iadesi kesinleşti. Demjanjuk dosyasının sorumluluğu Almanya’da Nazi suçlarında uzmanlaşmış bir büronun en yetkili görevlisi olan Kurt Schrimm’e verilmişti. Schrimm Demjanjuk aleyhine sayısız kanıt ve tanık bulduklarını iddia ediyordu. Hatta söylediğine göre bu kez (ilk kez) Demjanjuk’un gaz odalarına bizzat yolladığı insanların isim listesi de vardı ellerinde. Demjanjuk’un Sobibor’da 29.000 insanın ölümünden sorumlu olduğuna şüphesi olmayan Schrimm, zanlının 2008 sonunda Almanya’ya getirebileceğini söylüyordu. Schrimm’in – en azından bu konuda – yanıldığı kesin olarak ortaya çıktı. 2009’a gelindiğinde Demjanjuk huzur içinde olmasa da hala ailesinin yanında, Cleveland’da yaşıyordu. Oğlunun bürokratik ve hukuki başvuruları sayesinde ülkeyi terk etmesi kısa bir süre için ertelenmişti. ABD’de yaşadığı son günleriydi bunlar, hem de bir mucize gerçekleşip de sınırdışı edilmeyecek olsa bile böyleydi, çünkü 89 yaşına gelmiş bir ayağı çukurda yaşlı bir adamdı artık.
Yetkililer bu yaşlı adamı – onlara göre asılacak adamı – 14 Nisan 2009 günü evinden, karısından, çoçuklarından, torunlarından ve çok sevdiği bahçesinden koparıp aldılar.
Demjanjuk’un 67 yaşındaki avukatı Dr. Ulrich Busch, Demjanjuk’un davasından ilk kez 86 yılında haberdar olmuş. Ukrayna kökenli Amerikalı karısına dönmüş ve ben bu adamı savunacağım demiş. Davayı alması için 23 sene geçmesi gerekmiş. Bunun bir insanlık dışı bir trajedi olduğunu söylerken oldukça öfkeli Dr. Busch.
“Beni bu kadar etkileyen başka bir bir dava görmedim. Uyuşturucu satıcılarını, katilleri ve başka her türlü kanunsuz iş yapan insanı savundum. Ama onlar genç ya da orta yaşlıydılar. Demjanjuk gibi sıkıntılar çekmediler.”
Ailesi Demjanjuk’un mahkemeye çıkamayacak kadar sağlık problemleri olduğu iddiasındayken savcılık Demjanjuk’un gizli kamerayla çekilmiş görüntülerini delil olarak sunuyordu. Bir alışveriş merkezinin parkında fazla zorlamadan yürüyüp arabaya binmesi vardı görüntülerde. Demjanjuk’u Münih’e getirilmesinin hemen ardından muayene eden Alman doktorlar da onun her gün 90’ar dakikalık iki duruşmaya çıkabilecek kadar sağlıklı olduğuna karar veriyorlardı.
Mahkemeye üzerinde battaniyesiyle tekerlekli sandalyade oturur vaziyette getirilen, Demjanjuk’un ilk duruşması 30 Kasım 2009’da gerçekleşti. Duruşma beklenenden 1 saat geç başladı. Dünyanın pek çok ülkesinden gelen onlarca gazeteci ve kurban yakınları uzun süre bu ana tanık olmak için bekledi. Mahkeme salonu dışında uzun kuyruklar oluştu. Güçlükle nefes aldığı dikkat çeken Demjanjuk, duruşma sırasında suskunluğunu bozmadı.
Onu yargılayanlar ve kamplarda yakınlarını kaybeden insanlar için Demjanjuk’un yaşlı olmasının, hasta olmasının fazla bir önemi yoktu. Yahudi bir avukatın şu sözleri pekçok Yahudinin hissiyatını yansıtıyordu:
“Trajedi John Demjanjuk”un hayatının 16 ya da 17 yılını kaybetmesi değildir. Asıl trajedi II. Dünya Savaşı’ndan sonra ailesiyle birlikte huzur içinde 20 ya da 25 yıl geçirmesidir.”
Bir köşe yazarı şöyle sesleniyordu kamuoyuna: “bu yaşlı adama ne yaptığını hatırlatmalıyız. Bunu kendimize ve kurbanlarımıza borçluyuz. Aksi takdirde hafızasız bir toplum olup çıkarız.”
Ukraynalı Bekçiler…
Ukraynalılar için hayat Hitler’den önce de kolay değildi. 1930’ların başında Stalin’in demir yumruğundan kurtulanlar açlıkla boğuşmak zorunda kalmışlardı. Genç Demjanjuk ayakkabıları yalnızca onları babası giymediği amanlar giyebiliyordu. 3 – 4 yıl okula gitme fırsatı bulan Demjanjuk traktör tamir etmesini öğrenmişti. Öğrendiği bir diğer şey insanların hayatta kalmak için akıl erdirilemeyecek şeyler yapabilecekleriydi. Açlıktan ölen insanları görmüştü Demjanjuk. Ve hayatta kalabilmek için onları yemek zorunda kalan diğerlerini…
Kızıl Ordu daha yirmisine varmadan ona şanlı üniformasını giydirdi. Savaşın başlarında bir şarapnel parçasıyla ayağından yaralanan Demjanjuk belki savaştaki tek en huzurlu dönemini yaşadı hastanede. Yarım yamalak da olsa yürüyebilecek duruma geldiğinde hemen cepheye geri yolladılar onu.
1942 yılında Almanlara esir düştü ve esir kampına yollandı. Almanların Ruslar için kurduğu esir kamplarında gaz odası yoktu belki ama gaz odasına ihtiyaç da yoktu. Etrafı dikenli tellerle çevri ve esirlere barınak, yiyecek ya da giysinin verilmediği bu kamplara yerleştirilen milyonlarca Kızıl Ordu askerinden yüzde 60’ı öldü. Açlıktan, soğuktan ya da hastalıktan ama yavaş yavaş. Demjanjuk bir kez daha insanların insanları yediği bir ortamda bulmuştu kendini.
Demjanjuk bu kamplarda 1944’e kadar kaldığını iddia ediyor. Ama onun Naziler tarafından seçilen ve ölüm kamplarında Yahudilere bekçilik yapmak üzere eğitilen binlerce savaş esirinden biri olduğunu gösteren kanıtlar mevcut. Bunlara artık hayatta olmasa da “Wachmânner” Denilchenko’nun yukarıda da bahsettiğimiz, Demjanjuk’un Sobibor’dan meslektaşı ve arkadaşı olduğunu söylediği ifadesi de dahildi. Hani şu OSI’nin İsrail’den sakladığı ifade. (Yıllar önce Demjanjuk’u olmadığı bir adammış gibi gösterip, kendilerini yalancı çıkaracak kanıtları hasır altı eden OSI’ın büyük bir yüzsüzlükle duruşmalarda boy göstermesi de atlanmaması gereken bir ayrıntı bu arada.)
12 Mayıs 2011’de Almanya’daki mahkeme 91 yaşındaki Demjanjuk’u 27,900 Yahudi’nin öldürülmesine suç ortaklığı ettiği gerekçesiyle 5 yıl hapse mahkum etti. Ancak ceza Demjanjuk’un dava süresince yattığı iki yıla ve İsrail’de çektiği sekiz yıllık hapis cezasına sayıldı.