Rock sahnesinin çınarlarından Scorpions, Almanya’dan çıkmış global ölçekli müzik gruplarının en iyilerinden biri. Grubun 17. stüdyo albümü Sting In the Tail, emekli ikramiyesi niyetine yapılsa da, asıl ikramiyenin dinleyene vurduğu bir çalışma olmuş.
Akreplerin beş yıllık ömürleri olduğu biliniyor, ama yarım asıra yaklaşan bir süredir varlığını sürdüren Alman hard rock grubu Scorpions bu bilgiyi adeta ıskartaya çıkarıyor. Grup, son albümleri olarak ilan ettikleri Sting In the Tail’in ardından emekliliğe ayrılacak olsa da, bunun Scorpions’un yaşam süresinin sonu olduğunu düşünmek de haksızlık kanımca. İnsanlar onların şarkılarını dinlemeye devam ettikçe Scorpions yaşamaya devam edecektir. Still Loving You, Rock You Like A Hurricane, Holiday, The Zoo, Big City Nights, Wind Of Change, Send Me An Angel, No One Like You, In Trance gibi olağanüstü hitleri olan bir grup ne zaman kadar dinlenir diye sorarsanız da, size, “Sonsuza kadar!” derim.
Tohumları 1965’de Rudolph Schenker tarafından atılan Scorpions, birkaç yıl sonra Rudi’nin kardeşi Michael’ın ve Klaus Meine’nin katılımıyla iyiden iyiye grup kimliğine kavuşmuş olur. İlk albüm Lonesome Crow’un ardından tek kelime İngilizce bilmemesine rağmen İngiliz grup UFO’ya katılan Michael için bir şeyler söyleme fırsatını görmezden gelemem.
Heavy Metal’e hiçbir zaman tam olarak angaje olamamış bir hard-rocker olarak en sevdiğim gruplardan biri olan MSG’nin kurucusu, hatta ta kendisidir Michael (Michael Schenker Group). Bırakın yeteneğini, “ağabey torpili” bile Scorpions’da uzun ömürlü olmasını sağlayamamıştır. Bu kan uyuşmazlığının sebebi ise kendi kanından hiç eksik olmayan ve bazen sahnedeki performansını etkileyen yüksek miktarda alkoldür. İki albümde katkıda bulunmuştur onlara. Kimin kaybı diye sorarsanız; bana göre hiç kimsenin. Herkes kazançlı çıkmıştır bu işten. Scorpions kendi içinde uyumu ve güzel müziği yakaladı, Michael kendi yolunu çizdi ve artık rock tarihinin önemli gitarcılarından biri olarak kabul ediliyor, biz de güzel müzik yapan birden fazla hard rock grubu dinleme fırsatına kavuştuk tabi. İlle de birinin kaybettiğini ileri süreceksek, hakkımı Scorpions’dan yana kullanırım. Son 20 yıl içinde yaptıkları ve ses getirmeyen bazı renksiz, tatsız albümler Michael’ın katkısıyla belki çok daha iyi olabilirdi çünkü.
Sting In the Tail’e gelince: İstanbul’daki konserlerinde açıkça görüldüğü gibi hayranları hala onların eski şarkılarını daha çok seviyor, daha iyi biliyor. Çünkü son yıllarında ilerleyen yaşlarının etkisiyle azalan ve belli ki odağı değişen yaşam enerjileri ister istemez müziklerine de olumsuz yansıdı grup üyelerinin. Hatta jübilelerini yeni şarkılarla dolu bir stüdyo albümüyle yapma cesaretini göstermeleri oldukça takdir edilesi bir davranış böyle veteran müzisyenler için. Ama bana sorarsınız bu cesaretlerinin karşılığını almışlar son albümlerinde. Başından sonuna keyifle dinlenen bir Scorpions albümü. İnsan bu saatten sonra başka ne ister ki… Aynı eski albümlerde olduğu gibi enerjik şarkıların arasına serpiştirilmiş ruhu okşayan birkaç Scorpions balladı. Klaus Meine’nin nüfus kağıdına inat yaşlanmayan vokali, Scorpions’la özdeşleşmiş bir sound ve tınılar… Sizin eliniz, bu albümü alır!