“Cesur”, bir animasyon olmanın çok ötesinde sinemada olduğu kadar kadının gerçek dünyadaki yerini de sorgulayan, eleştiren bir yapım. Filmdeki Merida karakteri sinemanın yaratamaktan istemli/istemsiz kaçındığı kadınlardan biri olarak bugüne dek benimsenmiş her türlü toplumsal algının özünde yatan “yanlışı” izleyicinin yüzüne çarpıyor.
Mert Tanöz
İnsan, tarihi boyunca ayrımcı olmuştur. Bir hayvan olarak insan, evrimin kanununun parçası olarak rekabetle öyle ya da böyle kendini her zaman ötekilerle kıyaslamış, daha iyi olduğu bir alan bulup üstün gelmeye çalışmıştır. Tür içindeki ilk ayrım ise kadın ile erkek arasında yaşanmış, bu rekabetten üstünlükle çıkan erkek üstünlüğü sağlamıştır. Fakat “gelişme” ve “ilerleme” ile birlikte insan bu ayrımın hayvani bir içgüdüden geldiğini kavramış, ilkel toplumlardaki fiziksel anlamdaki rekabetin bugün artık değiştiğini fark etmiştir. Bunun sonucunda da kadınla erkeği birbirinden keskin sınırlarla ayıran düşünce yapısı yerini cinsiyete değil bireye dair bir rekabet anlayışına bırakmaya başlamıştır. İnsan hayatının her alanında kendini göstermeye başlayan bu yeni anlayış toplumun en belirgin aynalarından olan sinemaya da haliyle yansımıştır.
Sinemadaki güçlü kadın 2000li yıllara kadar çoğunlukla maskülen bir perspektiften yaratılmıştır. Bu kadınlar hep umursamaz, duygusuz, soğuk ve “sıra dışı” olmuştur. Fakat zamanla bu bakış açısının pek gerçekçi olmadığı, modern kadını lekeleyen bir yalandan ibaret kaldığı görülmüş ve bununla birlikte “güçlü” kelimesi yerini “olgun”a bırakmıştır. Hala daha tam olarak oturmamış, hala daha yalanlarla bulandırılmaya çalışılan bu anlayışın animasyon dünyasındaki en başarılı örneği olan “Cesur” (Brave), cinsiyetçiliğin tarihsel nedenlerine de göz kırpıyor oluşuyla sinema tarihinde kendine önemli bir ediniyor.
“Cesur”, Merida isimli genç bir İskoç prensesin kendi kaderini kendi çizme çabasını fantastik bir dilden anlatan filmde Merida’nın bir genç, bir İskoç, bir prenses olması ve de fantastik bir hikaye etrafında dönmesinin cinsiyetçilik meselesiyle derin bağı var. Kutuplara yakın yaşayan birçok toplumda olduğu gibi İskoçlarda da kadın erkek arasındaki rekabet Ekvator yakınlarına kıyasla daha az. Bunun sebebi ise Kutuplara gittikçe azalan besin çeşitliliği. Meyve sebze gibi toplayıcılıkla elde edilen besinlerin azalmasıyla birlikte kuzey toplumlarında kadınlar da avcılıkla uğraşamaya başlar, gerektiğinde ava çıkar. Fiziksel anlamda geliştiği gibi avcılıkla birlikte bir savaşçıya özelliklere de vakıf olmayı başaran kuzeyli kadınlar, erkeklerin kendileri üzerinde bariz bir baskı kurmasına imkan tanımaz. Merida’nın İskoç olma sebeplerinden en önemlisi bu.
Hem kuzeyde hem batıda yer aldığın hem de tümüyle yerleşik bir hayata sahip olmadıklarından dolayı İskoçlar yazıyı geç bulan toplumlardan biri olmuştur. Yazıdan bihaber oldukları için yaşadıklarını ancak hikayelerle aktarabilen, kayıt altına alabilen İskoçlar bu nedenle efsane ve mitlerle ayakta kalmayı başarmıştır. Toplumsal fayda gözeten tüm eylemler bu hikayelere yerleşmiş, öğütler hep bu anlatılarla aktarılmıştır. Birlikte yaşamaya dair ipuçları veren, anlayışlı olmayı öğütleyen film anlatısıyla bir efsane halini alarak sinemaya kadının nasıl olması gerektiği tembihliyor cinsiyetçi yaklaşımların gereksizliğini gösteriyor.
Merida’nın bir prenses olması “düzeni” temsil ediyor. Hikayeye her ne kadar monarşi hakimse de yapılan eleştiri bu düzene değil dünya tarihine dönük. Yerleşik düzene henüz tam anlamıyla geçmemiş diğer toplumlarda olduğu gibi (örneğin eski Türk toplumları) İskoçlarda da kadının monarşide etkin olması yalnızca yaşam tarzıyla ilişkilidir, bu yaşam tarzının kadın erkek arasında bir ayrımın oluşmasını engellemesiyle alakalıdır. Fakat yerleşik düzene geçmiş her monarşi rejiminde erkeğin gücü daha ön plandadır, zira yerleşik hayatla birlikte savunma ve tarımın bir arada işleme zorunluluğuyla birlikte fiziksel gücü daha fazla olan erkeğin savaşçı niteliği kazanmıştır. Koruyucunun erkek olduğu gerçeği de toplumun her basamağında erkeği bir adım öteye taşımıştır. Filmde eleştirilen ise monarşiden ziyade diğer düzenlerde de etkisini gösteren mutlak erkek egemenliği, kadının zayıf olduğunu anlayışının zorla aşılanıyor oluşu.
Merida’nın bir genç olmasının temel üç temel sebebi var. Bunlardan ilki kuşkusuz ergenlikle birlikte başlayan içe dönük arayış. Bireyin kendi içinde çıktığı bu yolculukla hayattan ne istediğini, neler beklediğini, neler başarabileceğini öğrendiği gibi Merida da kendini keşfetmek için zaman istiyor. Bu süreçte kendi dışındakilerin baskısı altına girmeyi reddedip özgürce yaşamak istiyor. Bu uğurda da anne ve babasının yanı sıra gelenek, örf, adet gibi kavramların da varlığını reddediyor. Çocukluktan, yani cinsiyetin belirleyici olmadığı dönemden adım adım yetişkinliğe, olguluğa geçiyor. Gelenekleri reddediyor oluşuyla da yanlış süregelmiş olan cinsiyetçi zihniyeti de bir anlamda reddediyor, merkezde bireyin yer aldığı bir anlayışın öncülerinden oluyor. Annesi Elinor’un Mon’du’yu yenişi, 10 erkeğe ait bir gücün bir kadın tarafından yenilgiye uğratılması da erkeğin “gücünü” sorgulama sürecini ezici bir darbeyle noktalıyor.
“Cesur” filmi bütün bu yanlarıyla, yani kadına yönelik ayrımcı anlayışı gerekçelerle kınıyor oluşuyla sinema adına çok önemli bir yapım. Merida karakterini ortaya çıkaran her yönün özellikle seçilmiş olması ise filmi, gerçekler uğruna verdiği mücadelede daha etkin ve güçlü kılıyor. Merida sinema tarihinin “cesur” ve “güçlü” kadınları arasında, film ise kadın erkek arasındaki meseleye yaklaşım tarzıyla kendine çoktan yer edinmiş durumda.
Cesur (Brave)
Yönetmen: Brenda Chapman, Mark Andrews +1
Senaryo: Brenda Chapman, Mark Andrews +4
Seslendirme: Kelly Macdonald, Billy Connolly, Emma Thompson
2012 / ABD / 93 dk