Kimilerince bilimkurgu burun kıvrılan bir tür… Ancak bilimkurgunun gerek edebiyatta gerekse sinemadaki temsilcileri er geç kendilerine bir hayran kitlesi oluşturuyor. Hem de türe toz kondurtmayan bir kitle oluyor bu çoğu zaman.
Biliyorsunuz, 90’larda yaşanan kırılmayla türler arası geçişlerin kolaylaşması, bir nevi türlerin de kırılmasını sağladı. Şimdilerde filmleri bir janrın içinde değerlendirmek kolay değil. Bu, çeşitliliği sağlayan bir gelişme, değişme olduğu kadar janrları bize özleten, tek tip temsilcilerini aratan da bir değişim. Dolayısıyla belirli bir türün bayrak koşuculuğunu yapan bir filme dört elle sarılıveriyor veya o filmden birden uzaklaşıveriyoruz. Sinema sevgisi biraz da bu demek aslında. Bazen ortak noktada buluşamamak. Bir filmi taparcasına kucaklayanlar olduğu kadar o filme burun kıvıranların da varlığını bilmek… Ancak, herkesi bir şekilde kendine hayran bırakabilecek tür filmleri de yok değil. İşte yazımızın başlangıcında sözünü ettiğimiz bilimkurgu türüne yakınlığı ile kendini bekleten, fragmanlarından bile teknik açıdan ne denli başarılı olabileceğini çoğumuza söyleten bir film çıktı karşımıza: Gravity (Yerçekimi)
Uzun zamandır hakkında dalga dalga yayılan methiyeleri ilk gösterildiği günden itibaren yalan çıkarmayan bir film Gravity. Özellikle bildiğimiz, takip ettiğimiz festivallerden Venedik ve Toronto’da gösterildikten sonra hakkında kötü bir eleştiri duymadığımız Gravity, Alfonso Cuaron’un son uzun metrajı Children of Men’den (Son Umut) yedi yıl sonra çektiği filmi. Dolayısıyla sevenlerinin beklemesi ve beklediğine değdiğini görmesi açısından kritik de bir film. Çünkü çoğu zaman sevdiğini beklemek, sevilenin kendisinden çok, bizim ona yüklediğimiz anlamlarla büyüyen bir olaya dönüşüyor.
Cuaron bir önceki filminde, bizleri taşıdığı distopik dünyaya bir romanın penceresinden bakıyordu. Children of Men, aynı adlı romanın bir uyarlamasıydı. Dolayısıyla kendi gözünden ve yüreğinden çıkmış bir dünyayı değil, kendi kalemiyle uyarladığı bir romanın dünyasını izledik. Keza önceki filmleri Harry Potter and The Prizoner of Azcaban ve The Great Expectations da roman uyarlamalarıydı. Aslında biz Cuaron’u daha çok 2001 yapımı Y tu Mamá También (Ananı da) ile tanımıştık. Orada bize kardeşiyle birlikte kaleme aldığı bir senaryoyu izletmişti.
Son filminde oğlu Jonas Cuaron’la birlikte yazmış senaryoyu yönetmenimiz. Dolayısıyla kendi dünyasının içinden bakabiliyoruz görüntülere. Oradan gördüğümüz de eşsiz bir fotoğraflama gücü olduğu. Bu açıdan Gravity’nin müthiş bir görselliğe sahip olduğunu söylemek gerek. Tabiî görsellik anılırken, görüntü yönetmeninin de Emmanuel Lubezki olduğunu belirtmek gerek. Lubezki derken Tim Burton, Terrence Malick gibi yönetmenlerle çalışmış bir kişiden bahsettiğimizi ekleyelim. Bu, Lubezki’nin yarattığı görüntü dünyasının ipuçlarını verir kanısındayım. Üstelik, beş kez Oscar adayı olan Lubezki’nin Tree of Life (Hayat Ağacı) filmiyle kazanacağına kesin gözüyle bakarken, kaçırdığı ödülü bu yıl Gravity’yle alması büyük olasılık.
Gravity’nin metnine baktığımızda özetle bir başarı ve buna bağlı bir kurtuluş öyküsü barındırdığını söyleyebiliriz. Çünkü film bizi odağındaki Ryan Stone karakterinin (şaşılacak derecede iyi bulunan bir Sandra Bullock oyunculuğu) uzayda kaybolmuşluk içinde sürükleniş kurtuluş ve macerasına tanık ediyor. Zaten Ryan Stone, filmin ana karakteri. Bir uzay aracının küçük bir ekibinin üyesi olan Ryan’a kendinden daha tecrübeli Matt (George Clooney) akıl hocalığı yapıyor film boyunca. (Gerek gerçekte gerekse hayal dünyasında) Her ne kadar üzerinde çalışmışlık hali olsa da pratikte (yani uzayda) acemi bir bilim insanı olan Ryan’ın geçmişine ve ruh dünyasına ilişkin ipuçlarını aldıkça, karakterin kurtuluş macerasının farklı açılımlara doğru evrildiğini de görüyoruz.
Özellikle evrenin küçük bir noktası olan insanın daha da küçülen silüeti, kendinden daha ulu olana duyduğu hayranlık filmin dokusuna işlemiş. Öyle ki dünya evrenin küçük bir çocuğu gibi resmediliyor. Uzaydaki sonsuz boşluk ve sessizlik içinde bir o yana bir bu yana savrulan Ryan’sa kendi içinde kaybolmuşluğun filmdeki görüntüsel karşılığı. Bu yüzden Ryan’ın kurtuluşu aslında insanın o sonsuz boşluk hissiyatından sıyrılması anlamına da geliyor. Her gün yeniden ayağa kalkmak, yürümek… Filmin özellikle sonunda buna yapılan vurguyu görebilirsiniz. Bu açıdan, Gravity umutsuzluğun değil, umudun filmi. Bunu, insandan umudu kesmemek olarak da okuyabiliriz.
Filmini bir “yeniden doğuş hikâyesi” olarak niteleyen Cuaron’un, Ryan’ın geçmişiyle yüzleştiği anlarda özellikle vurguladığı “alışılmışlık” hissiyatından bir nevi tembellikten kurtulma anını, yeniden başlamak için ilk adım olarak görebiliriz. Film boyunca kendini en kolay teslim edecek kişiden bir kurtuluş öyküsü çıkarmak da bunu simgeliyor. Yani ne olursa olsun Cuaron umudunu kaybetmiyor. Kaybetmek yeniden başlamak için bir adımdır diyor. O bunu Gravity’de uzaydan dünyaya doğru bir yolculuk olarak görselleştiriyor. Ve ne kadar ironiktir ki yerçekimi insanı dünyaya çeken ayaklar olarak somutlaştırılıyor. Onun deyimiyle, “Sizi sürekli olarak eve çeken güç…”
Yerçekimi
Gravity
Yönetmen: Alfonso Cuarón
Senaryo: Alfonso Cuarón, Jonás Cuarón
Oyuncular: Sandra Bullock, George Clooney, Ed Harris
Yapım: 2013 / ABD – BK / 90 dk.