14. Filmekimi kapsamında seyirciyle buluşan ve ancak bu hafta vizyona girebilen A Perfect Day, Yugoslavya İç Savaşı’nın ardından bölgeye konuşlanan Birleşmiş Milletler’in bünyesinde çalışan bir grup görevlinin tek gününe odaklanıyor. Kurulduğu günden beri tartışılan, 1988 yılında Nobel Barış Ödülü almasına rağmen 20. yüzyılın son birkaç yılında Ruanda ve Yugoslavya’da gerçekleşen katliamlar karşısında takındığı tutumla hiçbir işe yaramadığı kanıtlanan Birleşmiş Milletler’in işlevsizliğini ve kendi kendini tekzip eden yapısını gözler önüne sermeyi planlayan A Perfect Day, başıboşlukla amaçsızlığı, eylemle söylemi birbirine karıştıran yapısıyla sınıfı geçmekte zorlansa da, önemli bir geleneğin temsilcisi olarak akıllara birçok filmi getirmektedir. Bu listede, Birleşmiş Milletler’in görev yaptığı yerlerde yaşanılan katliamları gözler önüne seren, bu hususla ilgili dişe dokunur sözler sarf eden filmleri Ruanda ve Yugoslavya’yla sınırlandırarak derledik.
Sometimes In April (2005)
Ruanda’daki soykırımı konu edinen filmlerin hiçbiri, Sometimes In April kadar içeriden bakış sunamamıştı kesinlikle. Tutsi bir eşe, her iki taraf için istenmeyen çocuklara, nefretin yayılmasını sağlayan ve soykırımın beyin kadrosuna mensup radyo spikeri kardeşe sahip Augustin‘ın her nisan yağmuruyla hatırladığı katliamı gidiş gelişlerle anlatan film, yaşanılanların yarattığı tahribatın kolay kolay silinemeyeceğini ağırbaşlı bir tutumla gözler önüne sermektedir. Raoul Peck’in yazıp yönettiği, İdris Elba’nın başrolünde yer aldığı Sometimes in April, Hotel Rwanda’nın gölgesinde haksız şekilde kalsa da, Ruanda anlatılarının içinde özel bir edinmeyi başarmış durumdadır.
Shooting Dogs (2005)
A Perfect Day’e en yakın izleğe sahip eser olan Shooting Dogs, Ruanda’daki Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün karargâha çevirdiği okulda çalışan öğretmen Hugh Dancy (Joe Connor) ile peder Christopher (John Hurt) hikâyesi üzerinden Tutsi soykırımına hiçbir şekilde müdahale etmeyen, kendilerine sığınan 2500 kadar Tutsi’yi Hutu palalarına teslim eden Birleşmiş Milletler’i doğrudan ve en net şekilde suçlayan filmlerin başında geliyor. Sistematik katliamlara, herkesi palalı bir milise çeviren nefret dalgasına ve devlet eliyle planlanan soykırıma sessiz kalan, yaşanılanlara hiçbir şekilde müdahale etmeyen Birleşmiş Milletler’i yüzbinlerce ölünün ve milyonlarca kişilik göç dalgasının ana müsebbibi ilan eden Shooting Dogs, bugünden bakınca biraz eskimiş ve zayıflamış olsa da, Ruanda üzerinden uluslararası topluma yöneltilen en sert eleştiri olarak gücünü hala korumaktadır.
Hotel Rwanda (2004)
Ruanda denilince akla ilk gelen, Don Cheadle’nin güçlü oyunuyla zihnimize kazınan Hotel Rwanda, isminden de anlaşılabileceği gibi, koruma halesine dönüşen bir otelin soykırım karşısında sergilediği duruşu gözler önüne seriyor. Her geçen yıl popülerliğini arttıran, soykırım anlatıları ve Birleşmiş Milletler eleştirileri içerisinde “hak ettiğinden fazla övgü alan” bu filmi yüceltmekten kaçınsak da kayıtsız kalmak güç, insanoğlunun zalimlikte ulaşabileceği uç noktalardan birini görmek için bile bu filme bakmak lazım.
Un Dimanche a Kigali (2006)
Bilindik formüllerle inşa edilmiş Un Dimanche a Kigali, Kanadalı beyaz gazeteciyle Ruandalı siyah kadının aşkı üzerinden soykırıma dair sözler sarf ederken, romantizmden drama, savaştan gazeteciliğe kadar envai çeşit durağa uğruyor. Soykırıma baktığı açıda herhangi bir sorun olmamasına rağmen suyu fazla bulandırması ve ajitasyon sınırlarında dolaşması filmin bir üst klasmana yükselmesinin önündeki en büyük engel. Uluslararası topluma yönelttiği eleştiriler ve insan olmaya dair sarf ettiği sözler ise artıları.
No Man’s Land (2001)
Yugoslavya’nın dağılmasından sonra Avrupa’nın göbeğinde yaşanılan savaşlar, gerçekleştirilen katliamlar perdede kendisine geniş yer bulmuş durumda. Neredeyse kendi külliyatını oluşturan bu Yugoslavya sonrası anlatıları içerisinde yer alan No Man’s Land, kendisini sınırlayan coğrafyayı aşarak evrensel bir hicve dönüşerek alanında sarsılmaz bir konum elde etmiştir. Birleşmiş Milletler nezdinde bütün dünyaya oklarını yönelten film, insanoğlunun tarihsel düşmanlıklarını bir kenara bırakmadan herhangi bir geleceğe sahip olamayacağını kapana kısılmış iki insan üzerinden muazzam şekilde aktarmayı başarmıştır.
Behind Enemy Lines (2001)
“Bu filmin listede ne işi var?” sorusunu sizden önce sorduk, o yüzden panik yok. Klasik Amerikan propagandasının ürünü olan, aksiyon dışında elle tutulur yan barındırmayan –Gene Hackman dâhil- bu film, ters yüz edildiğinde bir nevi itirafa dönüşüyor. Birleşmiş Milletler’in ego savaşlarına sahne olduğunu, Batı’nın ölenlerle öldürenleri “kınama” ve “acıma” arasına sıkıştırdığını ve bütün dünyanın yaşananlara nasıl sessiz kaldığını “Birleşmiş Milletler’in Burhan Kuzu’su” Behind Enemy Lines’tan daha iyi gösteren kaç film var ki?
Niprijatelj (2011)
Niprijatelj, cesur ve özgün yapısıyla emsalleri arasından sıyrılmayı hak eden bir eser. Savaş sırasında döşenen mayınları imha etmekle görevli askerlerin, ellerinde olmasına rağmen tanımlayamadıkları ve hiçbir şekilde karşı koyamadıkları bir düşman üzerinden kendi kendileriyle savaşmasını metaforik bir anlatıyla aktaran film, türler arası geçişleri ve tedirgin edici atmosferiyle dikkat çekiyor. Açılış sekansından sonra herhangi bir Birleşmiş Milletler askeri görmememize rağmen gerçek sorumlunun kim olduğunu farklı sembollerle sürekli hatırlatan Niprijatelj, sadece yaratıcılığı için bile görülebilecek bir film.
Bahsi geçen ama farklı sebeplerle son anda liste dışı kalan filmler:
Kinyarwanda (2011) – Ruanda
Shake Hands with the Devil (2007) – Ruanda
The Whistleblower (2010) – Yugoslavya
Ordinary People (2009) – Yugoslavya
Warriors (1999) – Yugoslavya
The Hunting Party (2007) – Yugoslavya
In the Land of Blood and Honey – Yugoslavya