Geçmişi ardında bırakıp sıradan bir hayat yaşamayan başlayan babanın başı derde giren evladını kurtardığı birçok hikaye duyduk, izledik. Kötü adamların ihtiyarı hafife aldığı bu filmlerin hemen hepsinde benzeri olaylara, benzeri atışma ve mücadelelere şahit olduk.
Peter Craig’in yazdığı (Son iki “Hunger Games” in, bir Ben Affleck filmi “The Town”ın ve merakla beklenen “Top Gun 2”un senaristi), “Braveheart” (1995) ile özdeşleşen Mel Gibson’ın başrolde yer aldığı “Blood Father” (Kan Bağı, 2016) tanıdık baba-kız hikayelerinin en yenisi olarak çıkıyor karşımıza. Şartlı tahliyeyle hapisten çıkan, eski dostları içki ve uyuşturucuya karşı bir mücadele sürdüren John Link’in sakin hayatı yıllardır görmediği kayıp kızı Lydia’dan (Erin Moriarty) gelen telefonla sarsılıyor. Karanlık işlere bulaşan 17 yaşındaki gencimizi bulaştığı beladan kurtarmak da hapiste geçirdiği yıllar yüzünden kızının hayatına dahil olamayan babasına kalıyor. Baba John vicdan azabı ve evlat sevgisi gibi iki farklı duyguyla geç de olsa bulduğu kızına sımsıkı sarılıyor ve onu bu beladan çıkarmaya ant içiyor.
Potansiyeline karşın aksiyonu sınırlı “Blood Father” baba kızın beladan kurtulması ve ikilinin birbirini daha yakından tanıma fırsatı bulması üzerine kurulu bir hikaye. Bir yandan güneydeki karteller, motorlu çeteler ve şehir dışındaki kural tanımaz hayatlar anlatılırken diğer yandan da John’un geçmişi gün yüzüne çıkıyor bu hikayelerde. Neden hapis yattığından sahip olduğu meziyetlere kadar dökülüyor bütün sırlar ortaya. Sade aksiyonuyla sakin bir anlatıya sahip olan film silah ve kovalamaca dolu benzerlerine kıyasla çok daha rahat izleniyor kuşkusuz.
Başta Moriarty olmak üzere diğer karakterlerin vasat oyunculuğuna rağmen Gibson kendi standardından taviz vermiyor. Karizmasıyla, performansıyla filmin açıklarını kapamaya çalışıyor. Doğallık içinde ilerleyen filmin daldan dala atlarken fikri olmayanın anlamayacağı detaylardan söz etmesi birçok izleyiciyi rahatsız edebilse de süresinin kısa olması ve bu bilindik hikayeyi anlatırkenki diliyle tahammül edilebilir düzeyde kalıyor. Sıradan bir hikaye olmasına karşın “Blood Father”ın benzerlerinden bir tık yukarıda yer aldığını söylemek gerek.