Kültürhane’de Sinema’nın pazartesi gösterimlerinin 13 Mart tarihlisinde yerlerimizi almışız. 51 sene öncesinden bir Yeşilçam avantür filmi izleyeceğiz. Üstelik filmin başrol oyuncusu Yılmaz Şerif (Selami Yılmaz Göksal) da bizimle birlikte ve filmden hemen sonra başlayacak sohbet kısmında hem Yeşilçam’ın 60’lı 70’li yıllarını aktaracak hem de izleyici sorularını yanıtlayacak.
Daha ilk sahnelerde başlıyor kıkırdamalar. 2023 izieyicisinin kendi seyir alışkanlıklarına çok yabancı geliyor 1972 yılından avantür bir Yeşilçam filmi.
Avantür diye yazmışken muhtemeldir ki 2023 izleyicisine bu tabir de yabancı gelebilir zannı ile Ekşi Sözlük’e göz attım. VPN’siz girilemediğini de belirterek oradan bir cümle ile özetleyeyim. Avantür film için “Yeşilçam dönemi filmlerinde macera, gerilim ve bazı süper kahraman* film türlerine verilen ortak ad” demiş Circuit Breaker rumuzlu ekşi sözlük yazarı. İnosento rumuzlu yazar ise, ‘Türk sinemasındaki piri, rejisör Natuk Baytan’dır” tespitinde bulunmuş. Bizim Kültürhane’de izlediğimiz ‘Son Duanı Et’in yönetmeni ise (70’li yıllarda olsak rejisör derlerdi) Osman F. Seden.
63 dakikalık film tabiri caiz ise, ‘Rüzgar Gibi Geçiyor’. Ne ara hapisten çıktın, ne ara maceraya balıklama daldın, ne ara kaderin sillesine sille tokat giriştin süreçleri belli olmasına oluyor da o hız, o temaşa bize pek hızlı geliyor.
Filmin orta yerlerinde verilen 10 dakika arada filmi internet dehlizlerinde aramaya koyulan izleyiciler, ‘Leterbox’ta yok, ama IMDB’de var’ gibi 72 yılı sinema seyircisine pek Merih, o da olmadı Uranüs cümleler kuruyor.
Film bitene kadar kıkırdamalar, son anda engellenecek iken hafif ağızdan kaçan kahkahalar birbirine eklemleniyor.
Beni en çok filmin belli sahnelerinde terennüm eden 1972 tarihli başka bir filmin tema müziği ilgilendiriyor. Francis Ford Coppola’nın izlemekte olduğumuz Yeşilçam avantürü ile aynı tarihli ‘The Godfather’ filminin Nino Rota imzalı efsanevi tınıları hangi ara ve ne tür maceralar ile ‘Son Duanı Et’ ile buluşmuş aklım almıyor. Hayır abi o yıllarda o filmi hangi ara izledin, nasıl ve ne şekilde kopyalayıp içinden o müziği edindin ve en nihayet hangi mucizeler sonucu aynı sene içinde kotardığın filme eklemlendirdin. Şayanı’ı hayretlerimi gizlemekte pek zorlanıyorum izlerken.
Derken film sona eriyor ve Yılmaz Şerif o yılları paylaşıyor bizlerle. O yıllarda Yeşilçam’da (Lütfi Akad hocamız, ‘Aslında Yeşilçam değil Rikaptar Sokağı’nda başladı Türkiye Sineması’ der bu arada*) ne zor şartlarda çalışıldığından, her sinema emekçisinin kamere önündekinden arkasında yer alanına ne Sihirbaz Mandrakelikler ile hem yaşamını hem de sanatını icra etmeye çabaladığını okuduklarımdan az çok biliyorum.
Zihnimde yeni pencereler açıyor Yılmaz Şerif ya da artık kendisiyle tanışıyor olmanın bahtiyarlığı ile ifade şeklimi bu şekilde devam ettireceğim Yılmaz Abi.
O zamanlar senaryo verilmezdi bize. Ne oynayacağımızı, ne konuşacağımızı bilmez, önceden de hazırlanma imkanı bulamazdık diyor mesela. Sadece film kabaca anlatılır ve şu gün, şu saatte, şu mekanda ol denirmiş. Kostüm, üst baş, filme has dekorasyonların da oyuncular tarafından tedarik edilmesi ve sete getirilmesi zarureti varmış.
Sonra film sıkıntısından bahsediyor Yılmaz abi. Tek makara film ile tüm filmin kotarılması şartından, bu nedenle sahne tekrarının namümkünatından bahsediyor. Üstte senaryo yok kısmına değinmiştim ya. O da şöyle cereyan ediyor imiş. Sahnede yer alanlar yerlerini alıyor, suflör de yandan konuşma metinlerini okuyor. Fakat dikkat! Her sahne tek bir seferde çekilmeli. Ne duyduysan onu yinelemeli, rolünün gerektirdiği performansı da tek çekimde göstermelisin.
Tüm bu zorluklara ve imkansızlıklara rağmen sinemanın güzelliğinden, sadece figüran olayım, filmlerde şöyle bir görüneyim umudu ile Adana’dan İstanbul’a gönüllü kaçmış 22 yaşında bir delikanlı iken birçok filmde üstelik başrol oynama bahtiyarlığından da dem vuruyor Yılmaz abi.
Kültürhane’den ayrılırken iyi ki Yeşilçam (Lütfi abimden çok özür dilerim!) diye bir mucizeye tanıklık etti bu topraklar düşüncesi geçiyor zihnimden. Hikayesi bir yana salt ismi bile iç açıcı. Yeşil Çam…
*Lütfi Akad – Işıkla Karanlık Arasında – İletişim Yayınları 2016