Arkapencere internet dergisinin 17 Aralık 2010 tarihli 60. sayısının editör yazısı çarpıcı bir konuyu soğukkanlıkla ve bir o kadar da sağduyuyla ele almasına rağmen haklı bir isyanı dile getiriyordu. O yazıyı sizlerle paylaşmamak kendimize ve size ihanet olurdu. Anafikir şu: Duyun ey halkım, soydular bizi!
Sinemanın en pahalı sanat olduğu çok bariz. Bugün içinde görsel efektin olmadığı, aksiyon sahnelerinin bulunmadığı, en büyük lüksünün gerçek mekanlarda çekim yapmak olduğu eli yüzü düzgün bir aşk filmine bile 1,5 – 2 milyon TL’yi bulan bir bütçe çıkarmak mümkün. Kendi kendini döndürmek konusunda sıkıntı çeken film endüstrilerinde devlet desteği bizim ülkemizdeki kadar sık dile getirilmese de belli bir düzeyde hep vardır.
Yılda iki kez bir araya gelen ve her iki yılda bir üyeleri değişen Kültür Bakanlığı’na bağlı bir kurul, kendilerine başvuran projelere belli bir parayı paylaştırır. Destek arayan filmlere 150-200 bin TL arası bir bütçe çıkarılır. Bu rakam ortaya bir film çıkarmaya yetmez ama iyi kötü bir başlangıç yaptırır. Sonra da bu dağıtım listesi kamuoyuna sunulur. Ama acı gerçek bundan bir sene sonra ortaya çıkar: O listedeki filmlerin yarısı film olmuşsa ne mutludur. Diğer filmler ve destek alan yapım şirketlerinin sonra ne yaptıkları konusunda ise kamuoyu bilgilenemez. Bu çekilemeyen filmlere verilen paralar belli bir süre sonra geri alınabiliyor mu? Alınıyor olsa bile yapımcı o parayla film değil de başka bir yatırım yapıp kazanç sağlayıp ve “Filmi çekemedim buyrun parasını geri veriyorum” diyebiliyor mu? Bunlardan pek haberdar olamayız.
Bu destek, hem talep edenler hem de istemeyenler tarafından şikayet de edilir. Mesela “Recep İvedik” yapımcıları “Bizden kazanılan paralar abuk sabuk sanat filmlerine veriliyor” diye bağırırken, Cihangir’in yarısına sahip bir yönetmen yeni filminin başında “Bu film çekilirken Kültür Bakanlığı’ndan en ufak bir destek bile alınmamıştır” yazmasıyla övünür. Nitekim böyle komediler yaşanıyor bu konuda ülkemizde…
Amaç sinema yapmaktan çıkıp ‘para kazanmak’la çerçevelendiğinde ise işin rengi çok değişiyor.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projelerinin tarihçesine girmeyelim şimdi ama geçtiğimiz aylarda, yaşadığı zorluklardan bunalarak 2009’da görevinden istifa eden Nuri Çolakoğlu’nun yapmış olduğu bir açıklamaya göre 2010 Ajansı’na tüm aktiviteler için ayrılan bütçe 1 milyon avroya kadar çıkmış. Hatta bu miktara Maliye Bakanlığı’nın benzin fiyatlarından aldığı kesintiyle ulaşıldığı, yani 2010 sonuna kadar benzin alan herkesin 2010 Ajansı’nın bütçesine katkı yaptığını söylüyor. Çolakoğlu, Tempo dergisindeki bu röportajında “Oradan pis kokular geliyor. Yüz milyonlarca lira tek imza ile harcanıyor. İhaleler oraya buraya gitti” demiş.
Maliye Bakanlığı bu ifadeyi (benzinle ilgili kısmı), yasada olmadığını belirterek üstü kapalı şekilde yalanlıyor. 2010 Ajansı Başkanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre ise Maliye’den alınan meblağ 497 milyon TL. Bunun 301 milyon TL’sinin harcandığı söylenip, gerisinin ne olduğu ise bilinmiyor. Yani, çok fazla bilinmeyenli bir hesap var ortada. İşin başka sanatlarla ilgili kısmını bir kenara ayırıp sinemayla alakalı kısmına baktığımızda karşımıza çıkan ürünler durumun vehametini gösteriyor. “Mahpeyker”, “Şenlikname” ve “Sultanın Sırrı” sinema filmleri hanesinden karşımıza çıkarılan filmler. Bütçe sıkıntıları yaşamayan bu Osmanlı tarihi filmleri (!), televizyon estetiğini bile yakalayamayan, sadece iç pazara bile ulaşma sıkıntısı çeken, alelacele çekilmiş filmler gibi sürüldüler önümüze. Bırakın İstanbul’u, Kültür’ü falan, kime ne faydası olduğu belli değil bu filmlerin. Üstelik “Sultanın Sırrı” adlı Z sınıfı Hollywood filmlerini andıran avantüre 4 milyon lira harcandığı da söyleniyor. Bu arada yeri gelmişken de soralım: Padişahın sevişme sahnesi yüzünden “Mahpeyker”in yapımcı şirketine vaat edilen yardım parasının bir kısmının ödenmediği doğru mu acaba? Biliyorsunuz, Osmanlı padişahları hiç sevişmemişlerdir!
Şimdi biz buradan bir çağrı yapmak istiyoruz: Artık 2010’un da sonuna geldiğimize göre bir görelim bakalım, nereye ne gitmiş… 2010 Ajansı toplam bütçeyi ve bu bütçenin hangi eser ve organizasyonlara nasıl dağıtıldığını kamuoyuna açıklamalıdır.
Dünyanın en pahalı benzinini kullanıp hâlâ kültürsüzlük içinde boğulan her Türk vatandaşının bunu bilmeye hakkı vardır! Ne de olsa memlekette ‘ileri’ demokrasi var!