İnsanın mayasındaki suç eğilimi, günümüzde kendini gittikçe daha fazla olgu olarak ifade etmeye başladı. İnsanoğlunun ‘saklı’ yüzünü her fırsatta gözler önüne seren, daha önce Saklı (Cache, 2005) ve Ölümcül Oyunlar (Funny Games, 1997) gibi ‘rahatsız edici’ filmleriyle kentli burjuvaziyi mercek altına yatıran kötücül yönetmen Michael Haneke, Cannes’da ‘Altın Palmiye’ kazanan Beyaz Bant (Das weiße Band, 2009) filmiyle insanın varoluşundaki suç kodundan hareketle faşizmin anatomisini çizmeye soyunuyor.
1913, Protestan Kuzey Almanya’daki bir köyde gerçekleşen bir dizi faili meçhul olayları aktaran Beyaz Bant, karmaşık ve dağınık bir kurguya sahip. Akla Kafka’nın ‘Köy Doktoru’ öyküsünü getiren, açılışta gördüğümüz, doktorun geçirdiği kaza dahil hiçbir olayın çözümlenememesi tesadüf değil. Suç, bir polisiye filmdeki/romandaki gibi merak uyandıran fakat asla “şey”leşmeyen bir öğe olarak karşımıza çıkıyor Beyaz Bant‘ta. Haneke, ilerleyen dakikalarda, gerilimi arttıran çözümsüz olayların üzerindeki gizemi yavaşça dağıtarak ağırlığı, filmin kahramanları üzerine bırakmış kasten. Faşizmin kökenlerine bu şekilde işaret etmeyi seçen yönetmen, suçlunun kim olduğundan çok, suçun insan psikolojisi ve yazgısı üzerindeki etkilerini tetkik etmiş böylelikle.
Görünürdeki bu sakin küçük köy, ayak sesleri duyulan Nazi Almanya’sının tezahürü, küçük ölçekte bir faşist birim aslında. Köydeki huzuru, bizde köy ağasına tekabül eden Baron’un arazisindeki ürünün, yine kimliği belirsiz veya önemsiz kişilerce yağmalanması bile bozamıyor. Ne var ki, büyük taarruzların sessiz olduğunu söyleyen Freud’un da öngördüğü gibi, içten içe bozulan yapı, büyük bir yıkıma doğru emin adımlarla ilerlemekte. Son derece sert olan hikayesini, didaktik olmayan bir üslupla anlatan, filmin finalini Saklı‘dakine benzer bir şekilde ucu açık bırakan yönetmen Haneke, suçun yaşanıp sona eren bir süreç olmadığını, geniş kapsamlı düşünsel bir sisteme dönüşebilecek derecede tehlikeli olduğunu anlatıyor bu final aracılığıyla.
Beyaz Bant‘ın 40’ların sessiz filmlerini andıran dokusu ve sessiz karakterleri, filmin tamamına yayılan o baskıcı atmosferi destekler nitelikte. Sesin ve sessizliğin buradaki işlevi ayrıca önem arz ediyor. “Ses, insan bedenine ait organik bir bölüm değildir.” (Slavoj Žižek) İçerden bir yerden gelen, simge-öncesine ait, travmatik boyutu olan dolayısıyla filmde kaygıyı, kötücüllüğü ön plana çıkartan ses, simgeyi diğer bir deyişle gösterilen evreni parçalamış. Filmdeki iki falaka sahnesinde Haneke’nin eylemi göstermeyip sesi duymamıza olanak sağlaması da bununla ilişkilendirilebilir rahatlıkla. Ensest ilişkiyi ya da diğer uygunsuz durumları da göstermeyen yönetmen, görsel detayları imgeleminin tasavvur gücüne, sesin de kaynağı olan, karanlığa, simge-öncesine bırakmayı yeğlemiş…
Beyaz Bant
Das weiße Band
[xrr rating=5/5]
Yönetmen:Michael Haneke Senaryo: Michael Haneke
Oyuncular: Christian Friedel, Leonie Benesch, Ulrich Tukur
Yapım: 2009, Almanya/İtalya/Fransa/Avusturya, 127 dk.