“Beyazlar geldiğinde bizim toprağımız onların İncili vardı. Bize gözlerimizi kapayıp dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda onların toprağı bizimse İncillerimiz vardı.”
Vahşi Batı’yı seyrettiğimiz filmlerden, okuduğumuz kitaplardan ve çizgi romanlardan öğrendik. Yani bilgi kaynağımız pek güvenilir değildi. Şimdi büyüdük. Oyunlarda hep kovboy olmak isteyen çocuklar değiliz artık. İki şey öğretti hayat bize. Bir; tarihi kazananlar yazar. İki; kazananlar her zaman haklı değildir.
Ege Görgün (Landlord)
“Kovboylar sarhoş olup sağa sola ateş etmekten, fahişelerle yatmaktan ve kumar oynamaktan başka bir şey yapmazlardı. Gerçek yaşamları filmlerde gösterilenlerden çok daha vahşiceydi. Aralarında bir yığın ruh hastası çıkması rastlantı değildi. Örneğin, en ünlülerinden biri olan Billy the Kid öldürdüğü yirmi bir insanın çoğunu tuzağa düşürdükten sonra silahlarını ellerinden almış ve beyinlerine son kurşunu sıkmıştır. Teksaslı Wos Harding kırk iki yaşına geldiğinde aynı sayı da ceset bırakmıştı geride!.. Jesse James eli açık bir olarak ünlense de, işin aslında yoksullara metelik vermezdi. Kanun temsilcileri ise katillerden, canilerden aşağı kalmıyor, yargısız infazlarla kasaba sokaklarında azrail gibi geziniyorlardı.
İşte, bu cellatların ünü öylesine hızlı yayılıyordu k, haklarında gerçekle hiçbir ilgisi olmayan son derece abartılı hikayeler uyduruluyordu. Katillerin adları bir kahramanmış gibi ağızdan ağıza dolaşıyor ve haklarında çıkan efsanelere kendileri bile inanıyorlardı. Hani, Türkiye’de yaşalardı emekli olduktan sonra milletvekilliğine adaylığını koyma yüzsüzlüğünü bile gösterebilirlerdi.”
Bu satırlar Sunay Akın’ın 1997’de yayımlanan Kız Kulesi’ndeki Kızılderili kitabından. Sunay Akın elbette ne bir tarihçi, ne de bir resmi tarih vakanüvisi. Ama onun tarihi anekdotlarla dolu denemeleri insana kimi zaman resmi tarihten daha güvenilir geliyor. Çünkü Akın bize ahlaki ve kişisel bir süzgeçten geçirdiği tarihsel olayları anlatırken daha çok sağduyumuza seslenmektedir. Sunay Akın, Kız Kulesi’ndeki Kızılderili’de Amerikan tarihinin Vahşi Batı diye adlandırılan dönemiyle ilgili süregelmiş yanılgılarımızı, adil olmayan bir bakış açısını, medyanın sihirli değneğiyle yarattığı bir ilüzyonu yıkmaya çalışıyordu.
Kötüler tüy takar, iyiler şapka giyerdi!
“Beyaz Adam tek bir sözünü tuttu; topraklarınızı alacağız dedi ve aldı.”
ABD ordularına karşı savaşan son Kızılderili kabile şefi Oturan Boğa ya da Kızılderili adıyla Tatanka Iyotake
Kızılderililerin sıklıkla “kötü adam” olduğu kovboy filmleriyle yetiştik hepimiz. Haliylen çocukluğumuzdaki oyunlarda da kovboylar hep “iyi adamlardı.” Taraf seçme zamanı geldiğinde hep kovboy olmak istedik. Ta o zamandan erdemi keşfedip “iyi adam”lığa özendiğimizden değil, çocuk aklımızla bile içten içe kaybedenin hep Kızılderililer olduğunu bildiğimizden. Çocukken iki şeyi istemezdik zaten; maçlarda kaleye geçmek (iyi bir kaleci olsak bile) ve dengmanda Kızılderili olmak.
Vahşi Batı’yla ilgili en büyük yanılgı kovboyların kahraman, Kızılderililerin düşman olduklarına inandırılmamızdı. Beyazlar Yeni Dünya’ya geldiler, Kızılderililerin elinde ne var ne yoksa aldılar ve onları öldürdüler. Yetmedi onları tecrit ettiler, hastalıktan, açlıktan kırılmalarını sessizlikle izlediler, soylarını tükenme noktasına getirdiler.
Kovboy filmlerinde ise farklı hikayeler anlatıldı bize. John Wayne’in şahsında hayat bulan “Beyaz Amerika” cesur, fedakar, becerikli ve alicenaptı. Dört dörtlük bir kahramandı. O filmlerin çoğunun altına imza atan, beyazperdede binlerce Kızılderili öldüren büyük yönetmen John Ford yıllar sonra nedamet getirdi:
“Şunu kabul edelim ki onlara çok kötü davrandık. Bu bizim için bir lekedir. Haksızlık yaptık, çaldık, öldürdük, katlettik her şeyi yaptık. Ama onlar bir tek beyazadam öldürdüğü zaman, aman tanrım, ordular çıkageldi.”
Amerikalıların hileli terazisi
Atatürk, “Bir Türk dünyayı bedeldir,” derken Türk’ün gücüne vurgu yapmak, kendinden çok güçlü orduları dize getiren bir milletin asker evlatlarının gurunu okşamak istemişti muhakkak. Amerikalıların da, “Bir Amerikalı dünyaya bedeldir” düşüncesinde oldukları kesin, ama aradaki fark onların bu düşünceye bir değer kıstası olarak sarılmaları. Bir kefesine dünyayı, diğerine bir Amerikalıyı koydukları hileli bir terazisi var Amerika’nın.
Ridley Scott’ın yönettiği 2001 tarihli Kara Şahin Düştü filminde bu düşüncenin tezahürünü görürüz. Film, 1993’te Birleşmiş Milletler Barış Gücü kapsamında Somali’de bulunan Amerikalı askerlerin bir operasyon sırasında girdikleri çatışmayı hikaye eder. Film boyunca Amerikalı askerlerin kahramanlıklarını izler, onlar için üzülür ya da seviniriz. Filmin dramatik kurgusu bizi onlarla empati kurmaya zorunlu kılar. Film bittiğinde jenerikte bir yazı belirir. Filmin hikayesinin gerçek olduğunu belirten yazı karşılıklı kayıpları da yazar. Amerikalıların 19 kişisine karşın, Somaliler bu çatışmada 1000 kişi kaybetmişlerdir. Ortada bir yanlışlığın olduğu fikrine kapılırız o an.
John Ford gibi Kızılderililerin uğradığı haksızlıkları farkında olan başka sinema insanları da vardı. Hayatı boyunca Kızılderilerin mücadelesine maddi manevi yardımlar yapan Marlon Brando Baba filmiyle kazandığı Oscar’ı reddetmişti bu uğurda. Üstüne üstlük bir bildiri okuması için kendi yerine törene “Küçük tüy” adlı bir Kızılderili kadını yollamıştı Brando.
Hollywood bile günah çıkarmak zorunda hissetti kendi kimi zaman, kıyısından köşesinden tarihiyle hesaplaştı. Kızılderililere yapılanları yeren filmler yapıldı. Wounded Knee Katliamı ayıbı sinema üzerinden kabul edildi. Kurtlarla Dans’a Oscarlar layık görüldü. Yakın tarihli bir filmden örnek verelim. Tom Cruise, 2003 tarihli Son Samuray’da mensup olduğu ordunun Kızılderililere yaptıkları karşısında duyduğu vicdan azabıyla çöküntüye uğrayan Amerikalı Yüzbaşı Nathan Algren’i canlandırıyordu. Algren, azap içindeki ruhu için ruhunun kurtuluşu benzer bir sonla karşı karşıya kalan Japon samuraylarıyla birlikte savaşmakta buluyordu.
İnek katili Buffalo Bill!
Amerikan tarihinin en renkli dönemidir Vahşi Batı yılları. 19. yüzyılda Missisipi Nehri’nin batısında kalan topraklarda olup bitenden ibarettir her şey. Ama onlarca kahraman, onlarca kanun kaçağı ve onlarca ilginç tarihi kişilik sığmıştır bu kısa döneme. En başında belirttiğimiz gibi bu karakterler resmi tarihe ama özellikle de popüler kültüre gerçekten olduklarından biraz daha farklı yansıtılmışlardır. Nedeni ise basitti. Örneğin; Buffalo Bill takma adıyla nam salan William Frederick Cody’nin bir kahraman değil de, anasının gözü bir fırsatçı olması, ne Amerika’ya şanına yakışır bir tarih yaratmaya çalışan resmi tarihçilerin, ne de Buffola Bill’in sözde kahramanlıklarından para kazanan yayıncılara, gazetecilere fayda sağlardı. Cody, Kızılderililerin en önemli besin kaynağı olan buffaloların soyunun tükenmesinde 4 bin küsur buffola öldürerek büyük pay sahibi oldu. (Avcılık adına bir başarı da söz konusu değildi çünkü sürü halinde gezdiklerinden, fazla zeki olmadıklarından bir buffola öldürmek zamanı, tüfeği ve cephanesi olan herkes için mümkündü.) Bunu yaparken hem Kızılderililerin yok edilme süreçine katkıda bulundu, hem de buffola derilerinden hatırı sayılır bir servet kazandı. Buffola bitince de kurduğu sirkle Amerika’yı dolaşmaya ve insanlara Vahşi Batı gösterileri sunmaya başladı.
O güne kadar Vahşi Batı’yı yalnızca kulak dolma bilgilerden, üç kuruşluk romanlarla yaratılan efsanelerden ve gazetelerin uydurma hikayelerinden duyan doğulular “büyük kahraman” Buffola Bill’in Vahşi Batısı’nı ve o toprakların mağlubu Kızılderili reislerini görmek için akın ettiler bu sirke. Cody bir kez daha ceplerini doldurdu.
Resmi tarihin kahraman olarak lanse etmeye çalıştığı bir diğer isim General George Armstrong Custer da madalya, şan, şöhret uğruna Kızılderili katletmekte mahsur görmeyen bir askerdi. Sonunda Cheyennelerin bozguna uğrattığı bu “kahraman” kendi kibirinin ve hırsının kurbanı olmuştu. Zamanın Amerikan ordusunda Custer’dan çok daha tehlikeli subaylar, hükümette ise daha kötü niyetli politikacılar vardı. Kızılderili kanına susamış bu rütbeliler katliamlar yaptılar, rüşvet yiyen politikacılar da daha fazla katliam yapılmasına ön ayak oldular. Büyük iş adamlarının mimarlığın üstlendiği bu katliamların en büyük motivasyonu paraydı. Kızılderililerin değerli arazilerine el koymak, yerleşime açacakları bu topraklara tren yolu kurmak, burlarda altın aramak güç odaklarını vazgeçemeyecekleri kapitalist rüyalardı.
Gerçek Daltonlar aslında polisti
Öldürüldükten hemen sonra ibre-i alem için sergilenen Bob ve Grat Dalton, suç ortakları Bill Power ve Dick Broadwell
Morris’in yarattığı çizgi roman kahramanı Red Kit’in azılı düşmanı Dalton Kardeşler (Joe, Jack, William, Avarel) gerçekten yaşamış ünlü Vahşi Batı figürlerinin sözde oğullarıdır. Gerçek Dalton Kardeşler’in adı Bob, Grat, Bill ve Emmet idi. Suç kariyerlerine başlamadan önce kanun adamıydılar ki, bu da Sunay Akın’ın Vahşi Batı’nın kanun adamlarıyla ilgili sözlerini haklı çıkarır mahiyette bir durum. Daltonlar içki satmak, at hırsızlığı ve soygun gibi suçlardan aranıyorlardı. İki kardeş Bob ve Grat, Coffeyville kasabasında soygun yapmaya çalışırlarken suç ortakları Bill Power ve Dick Broadwell’le birlikte öldürülmüşlerdir. Emmett bu olaydan canlı çıkan tek kardeş olmuştu. Bill ise çok daha önceden tutuklandığı için kötü sondan kurtulabilmişti.