Christian Petzold, Berlin Film Festivali’nde Barbara’yla En iyi Yönetmen ve Gümüş Ayı Ödülü’nü kazanmıştı. İstanbul Film Festivali’nde hınca hınç dolu bir salonda gösterilen film, yaz aylarında vizyonda da şansını denemeye başladı. Doğu Almanya’dan yurtdışına çıkmak isten bir doktorun taşraya sürgün edilmesiyle başlayan filmde; Barbara, her hareketi gözlenmesine rağmen Batı’ya kaçma isteğinde ısrar eden bir doktordur. Sürüldüğü küçük kasabada meslektaşı André, ile beraber çalışmaya başlar. André’deki çıkarsız insan sevgisi şehirli ve soğuk doktor Barbara’nın, kararını gözden geçirmesine neden olur.
“Baskılar diyarı Doğu Almanya”
Doğu Almanya’yı anlatan filmlerde genellikle Batı, özgürlüklerle ve gelişmiş hayat standartlarıyla; Doğu Almanya’nın ise baskıcı devlet aygıtlarıyla ve geri kalmışlığıyla resmedilir. Barbara filmi de bir Doğudan kaçma hikâyesidir, ancak sürpriz bir sonla alternatif bir bakışı olduğunu gösteriyor. Yönetmen Altyazı dergisine verdiği röportajda Doğu Almanya’yı anlatan öteki filmlerden Barbara’nın ayrımını yaparken şunları söylemişti;
“Bu filmlerde şöyle bir şey var: Bu filmleri yazan kişi, Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde değil de, Batı’daymış gibi, Batı’dan yazıyor. Ve aynı zamanda şimdiki zamandan yazıyor. Geçmişe ve Doğu’ya bir “galip” olarak bakıyor. Bunu, bu filmlerin bir problemi olarak söylemiyorum ama benim amacım çok farklıydı. Ben insanlar arasında neler olduğuna bakmak istiyordum.”
Doğu Almanya’da insan neler hisseder, bir günü nasıl geçer, neler düşünür, aşkı nasıl yaşar? Barbara bu sorulara cevap ararken oldukça dingin davranıyor. Uzaktan bakan bir kamerayla müdahalesiz bir bakış atıyor bu kapalı döneme. Barbara’nın izlenebilirliğini arttıran faktörlerden biri de siyah beyaz bir tabloyla karşımıza çıkmıyor olması. Karşı tarafın güllük gülistanlık olduğu izlenimini yaratmıyor. Bu gerçekliği Christian Petzold aynı röportajda şöyle açıklıyor;
“Barbara şöyle düşünüyor: Batı sanki cennet, kapitalizm sanki dünyanın en güzel şeyi, sanki orada insanlar çalışmıyor, orada iş yok, sömürü yok… Sevgilisi de onda bu yanılsamayı yaratıyor, diyor ki yeterince para kazandım, istediğimiz gibi çalışmadan yaşayabiliriz yıllarca. Sanki orada, öteki yakada, etler daha lezzetli, sigaralar daha kaliteli, herkes sokakta gönlünce yaşıyor… Oysa biz kapitalizmin böyle bir şey olmadığını biliyoruz ve pek çok filmin yaptığı gibi bu yanılsamayı üretmek istemedik.”
Gitmek mi zor, kalmak mı?
Oldukça sade ve hümanist bir yapım olan Barbara’da, özellikle oyunculuklar oldukça başarılı. Barbara rolündeki Nina Hoss duru güzelliği ve gerçekçi tavırlarıyla etkileyici. André rolündeki Alman aktör Ronald Zehrfeld, taşrada yaşamayı kabullenmiş iyi niyetli bir doktor hissini uyandırmada başarılı bir performans gösteriyor.
Filmde; dönemin ruhunu, insan ilişkilerini ve Doğu Almanya’nın kuşatıcı atmosferini hissetmek mümkün. Zira Barbara, Stasi (gizli polis) görevlilerince sık sık ziyaret edilip -kendi vücudu dâhil- sahiplendiği her şey didik didik arandığında; kuşatılmışlığın ne demek olduğunu hissetmemek elde değil. Bu baskılara rağmen Barbara “öteki dünya” hayalinden vazgeçmez, aşığıyla ıssız orman yollarında, şehir dışındaki otellerde buluşup planlar yapar. Bisikletiyle eşsiz manzaralı dağ yollarında gezintiye çıktığında kendisi için saklanan emanetleri almayı başarır. Emanetlerin eski ve kullanılmayan bir kilisen kalma büyük bir haçın yakınına gizlenmesiyle kuşkusuz yönetmen Doğu Almanya’nın dine bakışına da gönderme yapar. Her şey kusursuz gibi görünüyordur. Tek engelse Barbara’nın hemen fark edilmeyen güçlü vicdanıdır. Zira gönlünün yarısı duvarın ötesindeyse yarısı da tedavi edip tekrar çalışma kampına yollamak zorunda kaldığı genç kızda kalmıştır. Kendisi gibi Doğu Almanya’nın yaşam koşullarında hayatına devam etmek istemeyen genç kız, Barbara kadar şanslı değildir. Tâ ki çalışma kampından kaçıp Barbara’nın kapısına ulaşana kadar. Genç kız için Barbara’nın o mütevazı apartman dairesinden içeri girmek, Berlin duvarını aşmak kadar önemlidir.
Hayatta bazı önemli kararlar veririz, Ömrümüzün geri kalanını etkileyen bu kararların geri dönüşü de olmaz. Barbara da yaptığı plan uyarınca, Baltık Denizi üzerinden Danimarka’ya kaçma planını değiştirip kendisi yerine genç kızı açık denize yollaması böylesi bir karardır. Baltık Denizi kıyısındaki o uzun geçe bekleyişinden sonra ansızın geçenin kör bir saatinde denizden çıka gelen siyahlar içindeki bir dalgıç onları karşılar. İki kişiyi gören dalgıç hiçbir şey söylemez sadece tek parmağını kaldırır. Götüreceği bir kişi vardır. Uçsuz bucaksız denizin içindeki dalgıcın küçük fenerinin Batının özgürlüğünü simgelediğini varsayarsak, Simsiyah halini ise kapitalizmin acımasızlığına yorabiliriz. Yönetmen güzel doktoru Doğu Almanya’nın soğuk ve yağmurlu gecesinde bir başına bıraktığında; Murathan’dan alıntılarsak “cevabı ömür süren bir soru”yla da bizi bir başımıza bırakır: Gitmek mi zor kalmak mı?
Rıza Oylum
Barbara
Yönetmen: Christian Petzold
Senaryo: Christian Petzold, Harun Farocki
Oyuncular: Nina Hoss, Ronald Zehrfeld, Mark Waschke, Jörg
Rainer Bock, Christina Hecke ,Claudia Geisler,Peter WeissYapım: 2012 / Almanya