Açılışı 16 Eylül günü Merkez Park içerisindeki Amfi Tiyatro’da gerçekleştirilen 20. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde heyecan tüm hızıyla devam ediyor. Bu seneki festivalde yerli seçkisinden çok Dünya Sineması örnekleri öne çıkıyor.
Geçtiğimiz İstanbul Film Festivali’ne kaçırdığım, yükselen Yeni Romanya Sineması’nın son örneklerinden Çocuk Pozu’nu (Child’s Pose) burada izleme şansı buldum. İlk filmi Maria ile ses getiren, hatta 2003’te Locarno Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü’nü ülkesine götüren Calin Peter Netzer’in ikinci uzun metraj denemesi Çocuk Pozu. Hikeye, hali vakti yerinde olan bir ailenin 34 yaşındaki oğlu Barbu’nun bir trafik kazasına karışması sonucunda ölüme sebebiyet vermesi ve sonrasında gelişenler etrafında örülüyor.
Çocuk Pozu: [xrr rating=2/5]
Filmin esas sorunu bana kalırsa birden fazla temaya değinmesi: Ailenin Barbu’yu içinde düştüğü durumdan kurtarmak için bütün nüfuzunu kullanması, anne ile oğul arasındaki cinsel karmaşa vb. Bu filmin drama omurgasını yeteri kadar dağıtmış. Bir de bunun üstüne yönetmenin detay takıntısı eklenince film çekilmez bir hal alıyor. Sinemasal olarak hiçbir işlevi olmayan detayları -ellerdeki sigaralar, takılar, çekmecelerdeki fitillere kadar- gösteriyor yönetmen. Bir Cristian Mungiu yahut da Corneliu Porumboiu değil Netzer; Çocuk Pozu, ‘Yeni Romanya Sineması’nın görülmese de olur filmlerinden biri olarak not edilmeli. Bu filmin Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ve FIBRESCI ödüllerini kazandığını belirtmeden geçmeyelim. İnanılır gibi değil!
Sefer Tası: [xrr rating= 3.5/5]
Son dönemde Hint Sineması’nın endüstriyel kanadı, yani Bollywood hayli yükselişteydi; pek art-house diyebileceğimiz denemeler çıkmıyordu Hindistan’dan. Fakat Sefer Tası (The Lunch Box) bu gidişatı bozdu. Eşiyle sorunları olan Hintli bir genç kadının, her gün eşine yolladığı sefer tası, bir gün yanlış adrese gitmeye başlıyor. Bu yanlış adres de; eşini bir süre önce kaybetmiş, artık yaşını başını almış bir devlet memuru. Sefer taslarının eşine gitmediğini anlayan kadın, bir süre sonra sefer tasına mektuplar koymaya başlıyor…
Sefer Tası, eski usul melodramları modernize eden yapıt; kendine has humouru ve üst düzey oyunculukları da filmi yukarıya taşımış. Sonra doğru hikayede biraz sarkmalar olsa da, Sefer Tası kesinlikle görülmeyi hak ediyor. Ritesh Batra’nın bu hüzünlü hikayesi, 28 Eylül-6 Ekim tarileri arasında gerçekleştirilecek olan Filmekimi’nin de programında aynı zamanda.
Jimmy P.: [xrr rating=2/5]
Bu sene Cannes’da ana yarışmaya seçilen fakat kazanamayan Jimmy P., Arnaud Desplechin’in imzasını taşıyor. 2. Dünya Savaşı sıradında Fransa’da savaşmış bir Amerikan yerlisi olan Jimmy Picard’ın gerçek hikayesine dayanıyor film. Jimmy, savaştan döndükten sonra Baş ağrısı, görme ve işitme kaybı gibi bazı sorunlar yaşıyor. Bunun üzerine Topeka Askeri hastanesine yatırılıyor. Fakat oradaki doktorlar Jimmy’e yardımcı olamayınca, Fransız antropolog Georges Devereux yardıma çağrılıyor. Film de, bu iki karakter arasında dostluğu anlatıyor genel itibiriyle. Jimmy P. daha önce sinemada onlarca kez gördüğümüz “iyileşme” hikayelerinden biri. Ne artısı var, ne de pek bir eksiği. Benim aklıma Yağmur Adam (Rain Man) ve Tehlikeli İliski (A Dangerous Method) geldi bu filmi izlerken. (Zaten filmin afişi de Yağmur Adam‘ın afişini anımsatıyor gibi.) Jimmy P., bu iki filmin ortasında bir yerde sanki. Benicio Del Toro da beklenilen performansı veremiyor filmde; oysaki bu tip filmler tam da oyuncuların gövde gösterisi yapması gereken filmler. Kim bilir, belki de Del Toro’yu fazla abartmışızdır.
Devam edecek…