15. Uluslararası Eskişehir Film Festivali, klişe bir tabirle ifade edecek olursak; tüm hızıyla sürüyor! Selim Evci’nin Rüzgarlar’ını daha önce gördüğüm ve ikinci kez izlemeye hiç mi hiç niyetim olmadığı için es geçtim. Buna karşılık geçtiğimiz İstanbul Film Festivali’nde kaçırdığım Neredesin Süpermen? (Bekas) ve Bir Şarkının Peşinde’yi (Searching for Sugar Man) burada izleyebilmem beni çok mutlu etti açıkçası. Ve bu iki film de festivalin kayda değer filmleri listesinde üst sırayı zorlayan filmler oldu benim için.
Bir Şarkının Peşinde, Güney Afrika’da Ulusal Parti hükümetinin iktidara gelmesiyle 48’de resmen başlayıp 1994’e değin süren Apartheid sisteminin tam da hızlı olduğu dönemde, 70’lerin ortasında bir direniş sembolüne dönüşen (Sixto) Rodriguez adlı bir folk şarkıcısının gerçek olamayacak kadar ilginç olan hikayesi etrafında dönüyor esasen.
Detroit’te izbe bir barda şarkı söylerken keşfedilen Rodriguez’in ilk albümü Cold Fact, Sussex tarafından Mart 1970’de yayımlanmış, rivayete göre de Amerika’da yaklaşık 7-8 adet satmış. Buna pek aldırmayan Rodriguez, hayatını küçük tamirat ve inşaat işleri yaparak idame ettirmeyi sürdürmüş, bu sırada da başarısız birkaç daha albüm yapmış. Fakat nasıl olmuşsa olmuş; Bob Dylan’dan daha iyi söz yazdığı iddia edilen Rodriguez, Amerika’da sıfır çekerken Güney Afrika’da albümleri patlama yapmış, üst üste satış rekorları kırmış!
İronik olansa Rodriguez’in bundan haberi olmamasıdır: Evet, evet, Rodriguez Amerika’da mütevazi yaşamını sürdürürken Güney Afrika’da bir Süperstar’dır! Ve, hakkında bir sürü şehir efsanesi türemiştir. Bu efsanelerden birine göre; Rodriguez, sahnede üzerine benzin dökerek kendini ateşe vermiş ve yanarak hayata veda etmiştir. Fakat tabii bunların hiçbirinin gerçek olmadığı 90’ların ortasında ortaya çıkacak; Rodriguez’in hala yaşadığı anlaşılacak, kurulan bir site vasıtasıyla kendisine ulaşılacak ve sanatçı Güney Afrika’da hıncahınç salonlarda 30’a yakın konser verecektir. Yani, büyük bir işçi-sanatçı olan Rodriguez, hak ettiğini 30 yıl sonra da olsa alacaktır! Bu gerçek olamayacak büyülü hikayeyi mutlaka görmelisiniz! Bana kalırsa; Rodriguez gibi bir ahir zaman peygamberi yaşıyorsa, Tanrı’nın da, aşkın da varlığı mümkündür!
Festivalin bir diğer öne çıkan filmi de, yukarıda belirttiğim gibi Neredesin Süpermen?’di. 90’ların başında Irak Kürdistan’ında geçen film, babası ve annesi’ni Halepçe Katliamı’nda kaybeden Zana ve Dana adlı iki yetim kardeşin hikayesini anlatıyor. (Zaten filmin orijinal ismi ‘Bekas’ da yetim demekmiş; fakat filmden anladığım kadarıyla bu kelime, yetimin argosu piç anlamına geliyor sanıyorum.) Neredesin Süpermen?’de çok ağır bir Milyoner (Slumdog Millionaire) etkisi mevcut. O ki, oryantalist tınısı bile neredeyse birebir aynı. Kendini iyi hisset motifleriyle dokunan bir görsel yapısı, Hollywoodvari izleği ve melodramatik finaliyle tam bir anaakım sinema örneği karşımızdaki. Bahman Ghobadi’nin Kaplumbağlar da Uçar’da (Lakposhtha parvaz mikonand) yaptığının tam bir antagonizmasını çizmiş yönetmen Karzan Kader.
Beni pek heyecanlandırmayan bir filmden, Kuma’dan bahsetmek istiyorum şimdi biraz da. İsminden de anlaşılacağı gibi bir kuma hikayesi anlatıyor film; bir aile Anadolu’dan bir gelin alıyor, fakat sonradan anlıyoruz ki bu bir hülle organizasyonu. Spoiler vermemek adına daha fazla açıklama yapmaktan kaçınıyorum, izninizle. Yönetmen Umut Dağ, Güzelliğin On Par’ Etmez’in yönetmeni Hüseyin Tabak gibi Haneke’den eğitim almış. Evet, iç mekânlardaki sahnelerde biraz Hakene’nin Aşk’ından (Amour) izler taşıdığını söyleyebiliriz –Kuma özelinde. Fakat Umut Dağ’ın şiddet kullanımın Haneke’ninkinden çok farklı olduğunu da belirtmek gerek. İçerden beslenen, bir uç bulmak için yüzeyi zorlayıp duran, yüzeye çıktığındaysa büyük bir yıkım yaratan bir şiddet değil Dağ’ınki.
Bunları konuşmadan evvel Kuma’nın bir dramasını mercek altına almak gerek: Dağ, her yönetmenin ilk filminde yaptığı bir hatayı yapıp eline ne geçerse iliştirmiş dramasına. Bu da bana kalırsa hayli dağıtmış dramayı, filmin daha atomize ve daha vurucu olmasını engellemiş. Bence bu malzemeden iki film çıkardı en azından! En başta bu kumanın, neden kuma gittiğinin cevabını bulamadım ben? Bu kumanın, hem ailenin bekası için, hem de eşcinsel olan erkek üyenin cinsel kimliğini Viyana’daki kültürel cemaatten saklamak için kullanılması sizce de olası mı? Bu iki ayrı değişken, iki ayrı gerçeklik ihtimali bir çatıda bir araya getirilebilir mi? Nitekim getirilememiş, sürüsüne bereket gerçek-üstü durum ortaya çıkmış ve gitgide sarpa sarmış hikayesi filmin. Özetle; Dağ, keşke Haneke‘den biçim olarak feyz aldığı kadar, dramatik olarak da feyz alsaydı…
Yazıyı sonlandırmadan önce bir duyuru yapmak istiyorum: V. Uluslararası Rotary Kısa Film Festivali’nde Belgesel dalında Birincilik Ödülü kazanan, yönetmenliğini Ahmet Mert Yavuz‘un yaptığı 7 lira, 8 Mayıs Çarşamba sabahı (yarın) 10:00’da Anadolu Üniversitesi Kongre Merkezi Mavi Salon’da gösterilecek.
15. Uluslararası Eskişehir Film Festivali’ne dair gelişmeleri Vol.3’te aktarmaya devam edeceğiz…