Çocukluğunda, babasıyla balık avlamaya çıktığında, ellerinde dolu sepetle sandaldan ilk babası iner ve hemen evin yakınında bulunan ağaca sandalı bağlardı. Şimdi o ağacın bulunduğu...
– Nasıl gidiyor? – Portakal ağacındaki son portakalım. Bekliyorum. – Neden böyle karamsarsın? – Nereden çıkardın? Portakal ağacında son meyve mayısta düşer. Bu demek...
Gürültüden birbirimizi duyamıyorduk ama gözyaşlarının, o zamanın modasına pek uygun kot ceketimin omzuna her düştüğünde çıkan sesi duyabiliyordum. Uzun saçımı senin olmadığın tarafa toplamıştım...
Sabahın erken saatleriydi. Bir el arabasının tekeri tüm sokağın sessizliğini hiç ederek ilerliyordu. Her evin önünde boş süt şişeleri, onları bekleyen malum kaderi kabullenmiş...
Telefonda onlarca cevapsız arama. Kulaklıkta sık sık kesilen müzik, arama bildirimlerinden kaynaklıydı. Yok saymayı bile artık yük olarak görüyordu. Metrodan indi ve hızlı adımlarla...
Önümde upuzun bir yol vardı kat edeceğim. Etrafında bahar gelmiş bahçelerle çevrili upuzun bir yolun ilk adımlarıydı bu. Başıma bahar sarhoşluğunu andıran bir mutluluk...