Pekala, artık Pamuk Prenses’in bilmemkaç ülkede bilmemkaç defa sinemaya uyarlandığını ya da en son Twilight kabiline göz kırpan Red Riding Hood’u, Tarsem Singh’ın gereğinden fazla yerin dibine sokulduğuna inandığım çeşitlemesi Mirror Mirror’u veya beklenen fırtınayı koparamayan Puss In Boots gibi Grimm etkilenimini bir nevi üzerine iki kalem oynatarak, kolay yoldan kat edilecek senaryo güzergahı olarak gören yapımları kavganın dışında tutmak niyetindeyim.
Fatih Yürür
Bu dolambaçlı gibi gözüken fakat aslında oldukça sığ noktaları işaretlenmiş seyir haritasının rotasını izlediğimizde, bir sonraki durağın da Kırmızı Başlıklı Kız ve Avcı olması kesinlikle kaçınılmaz! Özellikle eğlence sineması söz konusu olduğunda, seyircinin beklentilerini –ya da seyircinin garip bir koşullanma ile beklenti olduğuna inandığı- püf noktaları iyi okuyabilen, Universal stüdyolarının yüzüncü yılının bize armağanı bu film. Tabi mümkün olabildiği kadar epik ve elin tutabileceği hatırı sayılır bir bütçe de cabası!
Aslında yönetmen Rupert Sanders’ın fazla orijinal olmayan çıkış noktası, filmin cazibe merkezlerinden biri. Nihayetinde hepimiz Grimm Kardeşler’in hikayelerin ardındaki korku ve gerilim ögelerinin, kusursuz dağılımına aşinayız. Bu sebepledir ki, Kırmızı Başlıklı Kız’ı, Kurt’un önüne atmak ya da Snow White: A Tale of Terror gibi bir filmde, ergen izleyiciyi gerim gerim germeye çalışmak sürpriz olmayacak hamleler. Keza, Pamuk Prenses’e zırh kuşandırmak, Avcı’yı bir özgürlük savaşçısı modeli olarak makyajlamak ya da cücelerin tamamından, yırtıcı bir çapulcu tayfası yaratmak da öyle! Hal böyle olunca Sanders’ın –kimine göre başına buyruk gözüken- revizasyonlarına tepki almak biraz komik kaçıyor!
Pamuk Prenses ve Avcı’nın çıkış noktası büyük oranda Grimm Kardeşler’in hikayesine dayanıyor. Kral – Kraliçe ve Prenses münasebetinin yanına, Kraliçe’nin kardeşi Finn de sığışıyor. Sonsuz güzelliğini korumak için, genç ve güzel kızların “tazeliğini emen” kraliçe, Pamuk Prenses’in kadınlığa adım attığı günden itibaren sonsuz güzelliğe kavuşmaya bir adım daha yaklaşıyor. Nitekim en güzelin kanı ile kendisine yapılmış olan büyüyü bozup, sonsuza kadar güzel olmasını sağlayacak kan, yine en güzelin kanı… Yani Pamuk Prenses’in!
Pamuk Prenses’in esaretten kaçarak Karanlık Orman’a dalması ile birlikte, hikayeye başına buyruk bir ayyaş olan Avcı dahil oluyor. Tabi Prenses’in alameti farikası, karşısındaki herkesi güzelliği ile büyüleyebilmesi ve masumluğu ile en gaddarı bile yola getirmesi. Her ne kadar Kristen Steward suretinde bu metot pek inandırıcı olmasa da, Pamuk Prenses’in kaçış hikayesi, Avcı’nın koruması altında bir nevi özgürlük mücadelesine dönüşüyor!
Kadroda Kristen Steward’ın varlığı sizi yanıltmasın. Elbette filmde adı konulmamış abidik gubidik bir aşkımtrak yok diyemeyiz. Karısını kaybettikten sonra kendisini alkole veren “zeki ama çalışmıyor” modeli Avcı’nın klişesi, Karanlık Ormanın kalbinde, durduk yerde Prensese verdiği ayaküstü savunma sanatı dersleri ile de perçinleniyor. Adet yerini bulsun diye filmin sonuna eklenmiş savaş sahnesine dair ise akılda pek bir şey kalmıyor. Bütün bu bileşenler, “kahramanın yolculuğu” klişesinin tek bir taşının bile oynatılmaması ile birleşince, hatırlarımızda yarına çıkması zor bir film olarak kalıyor ama…
Ama gelin görün ki bütün eksilerine rağmen, Pamuk Prenses ve Avcı’nın takdiri hak ettiği belli başlı noktalar da var. Neredeyse Terry Gilliam’ı bile kıskandıracak Karanlık Orman tasviri, filmin en başarılı yanlarından biri örneğin. Diğer taraftan sayıları 8’e yükselen ve Ray Winstone, Bob Hoskins, Ian McShane, Nick Frost, Eddie Marsan ve Toby Jones gibi usta isimler tarafından canlandırılan cüceler, hiç kuşkusuz filmin artı hanesinin en kalabalık kısmını oluşturuyorlar. Kraliçe Ravenna suretinde Charlize Theron’un performansı, yer yer gereğinden fazla abartılı, fakat altının biraz biraz dolduruşmuş olması sayesinde bu zamana kadar karşımıza çıkan münferit kötü kalpli cadılar arasından sıyrılıyor. Hatta, Thor ile yıldızı parlayan ve bas sesi ile salonu inleten Chris Hemsworth’un, böyle sığ bir karakteri sırtının üzerinde başarı ile taşıması bile takdire şayan!
Fakat ne yazık ki Kristen Steward için benzer şeyleri söyleyebilmek pek mümkün değil. Filmin bütün olumsuzluğunu onun sırtına yüklemek gaddarlık olur elbette ama, Steward’ın neredeyse tepkisiz ve ruhsuz bakışları, perdeye aksettiği her saniye salondan çıkma isteği uyandırıyor adeta! Diğer taraftan Steward’ın prensesliği ne kadar iticiyse, savaşçılığı da o kadar sevimsiz!
Grimm Kardeşler’in hikayelerindeki “an”lara pek fazla eğilmeyen Sanders’ın, sıradan bir yaz seyirliği olmaktan öteye gidecek bir malzemeye biraz biraz hıyanet ettiğini düşünenlerdenim. Görsel altyapısının başarısı; oldu bittiye gelen trajik sahneler tarafından bıçak gibi kesilmese, sığ ve pahalı bir yaz seyirliğinin birkaç adım ötesine geçebilmesi işten bile değilmiş!
Prenses ve Avcı (Snow White and the Huntsman)
Yönetmen: Rupert Sanders
Senaryo: Evan Daugherty, John Lee Hancock, Hossein Amini
Oyuncular: Kristen Stewart, Chris Hemsworth, Charlize Theron
Yapım: 2012 / ABD / 127 dk.