Tipik Türk annesi Köksüz’den sonra bir kez daha yerli bir festival filminde masaya yatırılıyor. İyi kötü fark etmez, bize bu filmlerden daha çok lazım.
Nesrin yaşadığı boşanma sürecinin ardından roman yazmak için İstanbul’u terk edip müteveffa anneannesinin Anadolu’daki köy evine yerleşir. Coğrafyaya hâkim olduğu belli genç kadın şalvarını giyer ve büyüklere kusur etmeden sessizce günlerini geçirmeye çabalar. Ne var ki Ankara’da yaşayan ve uzun zamandır görmediği annesi onu orada yalnız bırakmamak için gelir ve hayatı zindan eder.
Halise tipik bir Türk annesi, birçoğumuzun başında olanlardan. Kısaca “çocuğunun büyüyüp erişkin bir birey olduğunu asla kabul etmeyip her şeye burnunu sokan ve en ufak olumsuz tepkide hüngür hüngür ağlayarak drama kraliçesine dönüşen” biri işte. Üstelik öğretmen emeklisi, sanırım bu en umutsuz alt sınıf. Yıllar boyu yüzlerce çocuğun diktatör anası olup maaş ve saygıyla ödüllendirilmiş bu ruhu ham kadınlar çocuklarına çektirmek için varlar.
Ana Yurdu annesi üzülmesin diye kendini yer eden bir çocuğun günlerini anlatmanın yanı sıra köy yerinde yaşamanın zorluklarını dedikodu, batıl inançlar ve din baskısı çerçevesinde yansıtmaya da girişiyor. Belki bu yüzden annenin kızına zorla İslam dininin gereklerini yaptırtma çabası senaryoda büyük yer tutmuş ancak film din eleştirisi desek değil, dinci eleştirisi desek değil, bu metinler sadece annenin kızına bir tür baskı şekli olarak orada.