1982 yılında bir sinema haftası olarak yoluna başlayan ve yıllar içinde ülkenin en büyük sinema organizasyonlarından biri olan İstanbul Film Festivali bu yıl 35. yaşını kutluyor. 7-17 Nisan tarihleri arasında tertiplenecek olan festival, resmi olarak bu haftasonu Fransız Kültür Merkezi’nde 12 saatlik bir gösterim ile başlayacak. Akıbetinden bir süre önceye kadar haber alınamayan, Fransız usta Jacques Rivette’in 775 dakikalık Out 1 Noli me tangere filmi restore edilmiş kopyasıyla seyirci karşısına çıkacak! Bunun yanında festivalde 62 ülkeden tam tamına 221 film gösterilecek… Biz de bu hafta sinemaseverlere kılavuz olalım istedik ve bu yıl festivalde mutlaka görülmesi gereken bazı filmleri sıraladık…
Kor
Bu senenin ve festivalin kuşkusuz en çok beklenen filmi, Zeki Demirkubuz’un Kor‘u… Bir önceki filmi Bulantı‘da aydın sorununa bir göz atan Demirkubuz, Kor‘la yine tabana, Masumiyet, Kader vb. filmlerini devşirdiği öze geri dönmüş. Bir işçi sınıfı ailesinin parçalanışını odağına alan hikâye, aynı zamanda hastalık dramasından da beslenen bir yapıya sahip. Seyircileri ikiye bölen Bulantı‘nın üzerinden çok geçmeden izleyiciyle buluşacak olan Kor nasıl yorumlar alacak merak içindeyiz.
Bir Cinayetin Anatomisi
Bir avukat olan John D. Voelker’ın kendi içinde yer aldığı bir davadan yola çıkarak kaleme aldığı aynı adlı romandan uyarlanan Bir Cinayetin Anatomisi (Anatomy of a Murder), 7 dalda Oscar adayı olan gerçek bir başyapıt. Aslen bir mahkeme-dramı olan ve büyük bir çoğunluğu mahkeme salonunda, dava sırasında geçen filmin başrolünde, performansıyla 1959 yılında Venedik Film Festivali’nde ödül kazanan James Steward bulunuyor. Otto Preminger denilince akla gelen ilk ve belki de tek film olan Bir Cinayetin Anatomisi‘nin özellikle Duke Ellington imzalı Grammy ödülü kazanan müzikleri de dikkate değer. Bir Cinayetin Anatomisi mutlaka perdede bir kez daha izlenmeyi hak eden bir eser!
Yüce Sezar!
Bu sene Berlin Film Festivali’nin açılışını yapan Yüce Sezar! (Hail, Caesar!) 1950’li yılların Hollywood’unda geçen bir taşlama esas olarak. Bir kaçırma-rehin hikâyesi olan film, Coenler’in tam da kompetanı olduğu kendilerine münhasır kara-film sosuyla tatlandırılmış. Sinema tarihine bir saygı duruşu niteliği taşıyan Yüce Sezar‘ın oyuncu kadrosunda Josh Brolin’dan, George Clooney’e; Scarlett Johansson’dan Tilda Swinton’a kadar bir araba dolusu ünlü oyuncu mevcut! Bu filmin vizyona girmeyeceği yönünde haberleri de göz önüne alacak olursak Yüce Sezar! kesinlikle kaçmaz!
Kümes
Oyuncu Ufuk Bayraktar’ın ilk uzun metraj filmi olan Kümes; 1950’li yıllarda bir aile içinde hastalık nedeniyle değişen dengeleri konu alıyor. Filmin eksenini bu aile içindeki denge oluştursa da, ailenin geçim derdinin de filme çok başarılı bir şekilde yedirildiğini söylemek mümkün. Olabildiğince duru anlatımıyla kırk yıllık yönetmenmişçesine bir iş çıkaran Bayraktar’ın sineması, Yılmaz Güney’den de besleniyor uzaktan uzağa. Bayraktar’ın oyuncu olarak Umut’un ‘Arabacı Cabbar’ını andıran personasıyla tek kelimeyle harika! Benim görme şansına eriştiğim Kümes‘i siz de görmelisiniz bana kalırsa…
Ben ve Kaminski
Bizde de kitapları çok sevilen genç Alman yazar Daniel Kehlmann’ın aynı adlı romanından perdeye uyarlanan Ben ve Kaminski’nin yönetmen koltuğunda Elveda Lenin!‘den tanıdığımız Wolfgang Becker oturuyor. Ressam Manuel Kaminski –kurmaca bir karakter bu- hakkında bir makale yazan Sebastian (Daniel Brühl) bir yandan da işin daha da kıymetlenmesi için hayli yaşı geçkin olan ressamın ölmesini beklemektedir. Ben ve Kaminski festivalin en merak edilen filmlerinden biri. Kaçırmamakta yarar var.