40’lı yılların sonunda, yani İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından, ABD’de savaş karşıtı, özgürlükçü ‘beat’ adlı yeni bir kuşak doğmuştu. Be-bop’un (erken modern jazz) etkisi altında, her daim benzedrinli kafayla çalışmadan, meteliksiz yaşayan bu kuşak, sistemin dışına çıkarak ona muhaliflik eden davranışsal bir devrim hareketinin de ilk taşlarını döşemişti… Jack Kerouac’ın 1947’den 50’ye değin sürdürdüğü Kuzey Amerika yolculuğu sırasında tuttuğu notlardan yola çıkarak kaleme aldığı, beat kuşağını başlattığı kabul edilen Yolda (On the Road) uzun bir bekleyişin sonunda nihayet beyazperdeye aktarıldı…
1998 tarihli Merkez İstasyonu (Central do Brasil) ile tanıştığımız, Che’nin arkadaşı Alberto ile motosiklete atlayarak çıktığı Latin Amerika seyahati Motorsiklet Günlüğü’nü (Diarios de motocicleta) de filme alan Brezilyalı yönetmen Walter Salles’in imzasını taşıyan Yolda, beat kuşağının kutsal kitabı sayılan bu eserin sadık bir uyarlaması. Sadece biçim olarak daha Hollywoodvari bir yorum olduğunu söyleyebiliriz Yolda’nın; Sal Paradise’in gözünden –yani Jack Kerouac’ın- dış ses vasıtasıyla anlatılan hikâye, romanda olduğu gibi yoğun olan iç-seslere, çağrışımlara ve düşünsel sıçramalara sahip değil. Salles ve senaristi Jose Rivera, tipik bir ‘yol filmi’ olarak tasarlamışlar hikâyeyi, belirli bir izlekte ilerleyen film çeşitli noktalara –şehirlere demek daha doğru olur- uğruyor ve nihayetinde de ‘ilgiye değer bir toplam’a ulaşıyor.
Bu açıdan bakıldığında oldukça ‘hafif bir deneme’ olduğu ortada elimizdeki uyarlamanın: Truman’ın başkanlık yaptığı, soğuk savaşın tüm griliğiyle Amerika’nın üstüne çöktüğü ve liberalizmin/tüketim kültürünün olağanca gücüyle pompalanmaya başlandığı 40’lar sonundan bir kesit sunan film; ne yazık ki ne bu dönemi etraflıca betimleyebiliyor, ne de ‘Çiçek Çocuklar’a kadar uzanacak bir karşı-kültür hareketinin doğuşunu temsil eden beatçiliğin ruhunu verebiliyor adam akıllı…
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Yolda çok düzkontak bir uyarlama; pastel bir renk paletine sahip olan görüntü çalışması ve kağıt üzerinde akıp giden inişli çıkışlı, çapraşık hikayesi, tarihe geçmiş; deyiş yerindeyse ‘Amerikan Rönesansı’ olarak tanımlayabileceğimiz bu karşı-kültür akımını, salt seks ve uyuşturucudan ibaret bir akım gibi göstermeye yaramış ancak.
Yaşlı Hudson’larına atlayıp Kuzey Amerika’yı boydan boya geçen, yol süresince ellerinden Marcel Proust’un Swann’ların Tarafı‘nı düşürmeyen Sal Paradise, Dean Moriarty ve Marylou’nun –LuAnne Henderson– hikâyesi, Salles ve Rivera’nın ellerinde ‘tastamam bir yol filmi’ olmuş sonuçta… Gelgelelim; söz konusu Tom Waits’ten tutun da Easy Rider’a (1969) uzanan bir düzine esere, yaratıcıya esin kaynağı olan bir roman olunca, daha be-bop ritminde, çağrışımsal parçalardan mürekkep, kendiliğinden ve ‘saukodelik’ bir çalışma bekliyor insan haklı olarak.
Yönetmen: Walter Salles
Senaryo: Jose Rivera, Jack Kerouac (eser)
Oyuncular: Sam Riley, Garrett Hedlund, Kristen Stewart
Yapım: 2012 / ABD-Fra.-İng.-Brezilya / 124 dk.