Hollywood’un Amerika’nın çıkarlarına hizmet etme tarzıyla ilgili sayısız örneğimiz, bu örneklerden doğan ve Hollywood’a dair algımızı olumsuzlayan onlarca fikrimiz var. Amerika’nın en büyük kültür ihracatçısı Hollywood, bütünsel açıdan her daim “sadık bir vatandaş” rolünü oynayan devasa bir sektör. Yine de bu sektör, Amerikan dış politikasına en hızlı şekilde destek vermesiyle nam salmasına rağmen, iç politikaya ve ülke içindeki havaya bağlı olarak sayıları bir anda artıp azalabilen “vatan haini” statüsündeki eserleri de ihraç edebiliyor. American Made de, Trump’a muhalif olan Holywood’un dönemlik konumlanışına uygun düşen bir “kendi kendini ihbar etme” filmi ve eserin zamanlaması moda tabirle “manidar”.
Amerika’nın başta CIA olmak üzere gizli ve açık servislerine yoğun ilgi duyduğunu inşa ettiği filmografiyle kanıtlayan ve aksiyon filmlerinin aranılan yönetmenlerinden olan Doug Liman için biçilmiş kaftan niteliğindeki American Made, ABD’nin “arka bahçe” kabul ettiği Orta Amerika’da 80’li yıllarda çevirdiği dolapları çarpıcı bir şekilde ortaya koyan, iyi yazılmış ve çekilmiş, başarılı bir eser. Karmaşık hikayesini takibi kolay hale getiren ve bunu yaparken Bourne Identity’den (2002) beri aşina olduğumuz yüksek temposundan ödün vermeyen Liman, emsallerinin çoğunun aksine, filminin ne kasvetli ve ağır ne de sulu ve ciddiyetsiz olmasına izin vererek kıskanılası bir denge tutturuyor. Sigara kaçakçılığıyla başlayan illegal yaşantısı kısa sürede akla hayale gelmeyen noktalara evrilen, Medellin Karteli’nden Sandinistalara ve Kontralara, Ronald Reagan’dan Manuel Noriega’ya kadar Orta Amerika’nın bir dönemine damga vurmuş kişi ve gruplarla yolu kesişen Barry Seal’ın hikayesinde öne çıkartılan husus ise radikal Amerikan karşıtlığı. İyi bir hikaye, dikkat çeken bir karakter veya keyifli bir filmin ötesinde Amerika’nın “demokrasicilik oyununun” ifşası var. Nikaragua’daki Sandinistalara karşı olan gruplara verilen siyasi ve askeri destek, Panama’daki kukla rejimle kurulan ilişki, iç politikada siyahileri baskı altında tutmak için köpürtülen “uyuşturucuya hayır” kampanyası, CIA ve FBI gibi kuruluşların “derin devlet” statüsündeki tehlikeli özerkliği tek tek hedefe konuyor ve “dünya polisi” olma iddiasındaki Amerika’nın kirli geçmişi ortaya saçılıyor. Amerika’nın Ortadoğu’yu “muhalifler” aracılığıyle kana buladığı, Kuzey Kore’yi hizaya getirmeye çalıştığı bir dönemde Hollywood’dan gelen American Made gibi bir eserle karşılaşmak, film izleme eyleminden ziyade hafıza tazeleme egzersizine dönüşüyor.
Doug Liman, sessiz sedasız şekilde kariyerinin en iyi işlerinden birine imza attığı American Made’de bir taşla birkaç kuş vurmayı başarmış. Salondaki her çeşit izleyiciye beklediğini veren ve ilave olarak koltuk altlarına politik açıdan doğru yerde konumlanmış fikirler de sıkıştıran Liman’ın yaptığı iş hak ettiği ilgiyi ne şimdi ne de uzun sinema yolculuğunda görecek olsa da fırsat eldeyken kendisine bir şans vermek gerekiyor. Bazı filmleri doğru zamanda izlemenin keyfi ise bir başka.