Dünya Savaşı yıllardır sinemasının ilgisi çekiyor, çekmeye de devam edecek. Her yeni hikaye, her yeni “insanlık” dersi sinemanın büyük perdesinde insanlarla paylaşılıp sonsuzluğa erişiyor. Yönetmenliğini Vincent Perez’in yaptığı “Alone In Berlin” (Jeder stirbt für sich allein) filmi de Nazi Almanya’sında, Berlin sokaklarında geçen bir başka hikaye.
Ev gelen bir mektupla başlıyor her şey. Karısıyla (Emma Thompson) birlikte aldıkları haberin acısını yaşıyor Otto (Brendan Gleeson). Ve çok geçmeden vatanı uğruna canını veren oğlunun gidişiyle açılan yarayı satırlara dökmeye, savaşın varlığını sorgulamaya başlıyor yaşlı makine mühendisi. Soyunu devam ettirecek tek varlığın, canının gidişiyle içinde kopan fırtınaları kartpostallara döküyor ve başka canlar yanmasın, başka analar ağlamasın diye merdivenlere, masalara, dükkan girişlerine, boş banklara, insanların görebileceği her yere bırakıp bu kartları aileleri ve insanları bu savaşa bir dur demeye çağırıyor. Nazi iktidarın hoşuna gitmeyen bu sessiz eyleme bir dur demek müfettiş Escherich’in (Daniel Brühl) üzerine düşüyor. Düşmanını, avını beklercesine oturduğu yerden izleyip bir hata yapmasını bekliyor. Ve sabrının meyvesini de sonunda alıyor.
“Alone in Berlin” dramatik yanına karşın hem sinema hem de lisanıyla başta basın olmak üzere hiçbir izleyicinin takdirini kazanamadı. Son yıllarda yönetmenlerin vazgeçtiği o eski Hollywood geleneğinin izinden giden ve Almanları İngilizce konuşturan Vincent Perez’in bu tercihi arkasındaki anlaşılmazlık ise herkesin aklında soru işaretleri bıraktı. Açık konuşmak gerekirse yarışma bölümünün ve tüm festivalin en büyük hayal kırıklığı. İzleyici mutsuz.