Çoğunluğu Müslüman olan bir ülke bizimkisi. Ama gözlemlerime göre beklenilenin aksine “Allah Korkusu” olmayan bir toplum olmuşuz artık.
Ege Görgün (Landlord)
“Allah Korkusu”nun yerini başka şeyler doldurmuş. Kredi Kartı Borcu Korkusu, Ay Sonu Kirayı Ödeyememe Korkusu, Vapuru Kaçırma Korkusu, Metroda Ayakta Kalma Korkusu, Akşam Diziyi Kaçırma Korkusu, İşini Kaybetme Korkusu, Kariyer Korkusu, Oyunu KaybetmeKorkusu, Sosyal Çevresinden Dışlanma Korkusu, Takımının Şampiyonluğu Kaçırma Korkusu, Burnunu Karıştırırken Yakalanma Korkusu, Ter Kokma Korkusu, Orkidi Pantolun Üstünden Belli Olacak Korkusu, Camiye Ayakkabla Girilecek Korkusu, Şeriat Gelecek Korkusu, Asker Gelecek Korkusu, 15 Dakikalığına Ünlü Olamama Korkusu, Türklüğe ya da Atatürkçülüğe Bir Halel Gelecek Korkusu, AKP Giderse Onlar Sayesinde Edindiği Statüyü Kaybetme Korkusu, Vergi Cezası Korkusu, Tiraj Korkusu, Görüntülerim-Tapelerim Nete Düşecek Korkusu vs. vs. İşte kapitalizmin, tüketim kültürünün ve diğer asri zaman temayüllerinin ürettiği bunca korku Allah Korkusu’na yer bırakmıyor. Peki Allah Korkusu nedir? Allah Korkusu, Vicdan’dır. Dolayısıyla sanıldığı gibi yalnızca dindar insanlara mahsus bir şey değildir.
Vicdan dediğiniz şey “olmuş” bireyde olur. Olgun birey sağlıklı bir egoya sahip olandır. Ancak asri zamanlarda egolarımız yukarıda saydığımız korkularla beslendiği için artık hepimizin egoları hormonlu. Birey olmayı bencil olmayla karıştırıyoruz o yüzden. Tükettikçe daha çok birey olabileceğimiz sanıyoruz. Bu sanrıyı yaratan cehaleti bertaraf edecek eğitim ilaçlamasına da izin verilmiyor çünkü. İdealist, aydın öğretmenler yerine torpille ya da başka hiçbir şey olamadığı için öğretmen olmuşların yetiştirdiği öğrenciler; gazeteler ve televizyonlar tarafından şekillendirilen toplumda sıradan birer tüketici olarak hayata atılıyorlar. Onları iyi yetiştirememiş anne babalarının hatalarını ikiye katlayarak kendi çocuklarına geçiriyorlar.
Vicdan bugün artık başarıya giden yolda bir engel olarak görülüyor. Başarıdan anlaşılan şey para ve güç olunca çok da anlaşılmaz değil bu durum. Oysa dünyanın en zengini en çok parası olan değil, elindekinin kıymetini bilen en kalender olandır. Tıpkı en merhametli kişinin dünyanın en güçlüsü olması gibi.
Bir ülkenin kralı gücünü ispat etmek için halkın çok sevip saydığı bilge bir kişiye büyük eziyetler çektirir. Sonra bilgeyi huzuruna getirtir. “Gördün mü?” der, “Hangimiz daha güçlüyüz?”. Bilge ise yalnızca “Seni affediyorum,” der. Kral tahtından kalkar ve onca eziyetlerin sonunda bile onu affederek asıl gücün iktidardan, zorbalıktan değil merhametten geldiğini gösteren Bilge’nin ellerine sarılır.