Perihan Mağden’in yeni romanı “Ali ile Ramazan”, sıra dışı bir aşk hikayesi anlatıyor. Sıra dışı, çünkü büyük oranda homofobik olan bir toplumun karşısına, iki erkeğin aşk hikayesi ile çıkıyor. Mağden 2002 yılında yayınlanan “İki Genç Kızın Romanı” isimli kitabında da, iki genç kız arasındaki aşkı anlatmıştı. Toplumsal hayatın farklı noktalarını dile getirmeyi seviyor Perihan Mağden, onun kahraman olarak seçtiği karakterleri, aslında çoğu hikayede yan karakterler olarak görüyoruz. Her gün okuduğumuz gazetelerin, üçüncü sayfa haberlerinin yitik kahramanları onlar. Üç beş satırla geçiştirilen bu haberlerin arkasında yatan hikayeyi merak ediyor, ve okuyucularına da merak ettiriyor ustalıkla.
Turgay Özçelik
Kitabın arka kapağında şöyle özetleniyor kitap okuyucuya:
“Toplumun ittiği, itelediği iki genç erkek…
Yoksulluk ve İstanbul onları tüketirken, kendine gazetelerin üçüncü sayfasından başka gidecek yer bulamayan bir aşk!..
Ali ile Ramazan…
Kısa ama acı yaşadılar…
Ve sonuna kadar gerçekti yaşadıkları.”
Kitabın kahramanları Ali ve Ramazan’ın hikayesi yetimhanede başlıyor. Ramazan yetimhanenin sözü dinlenir çocuklarından biri. Her günü birbirinin aynı geçen yetimhane günlerini, çok iyi olduğu misket oyunundaki başarılarıyla süslemeye çalışıyor. Kaldığı yetimhane doğru düzgün yemek pişmeyen, temizlenmeyen, banyo yapmanın bir lüks olduğu, çalışanların sadece vakit öldürdükleri, çocuklarla ilgilenmedikleri bir batakhane aslında. Yanlış olmasın, Ramazan, diğer çocuklara göre daha çok ilgi görüyor, yetimhane müdüründen. Müdür Ramazan’a aşık uzun zamandır gözünü onun üstünden alamıyor. Evli ve çocuklu bir yetişkin olmasına rağmen, içip içip Ramazan’a aşk için yalvaracak kadar küçülebiliyor. Ramazan da hayatta kalmayı öğrenmek zorunda kalan yetimhanedeki her çocuk gibi, müdürün bu ilgisini kendi çıkarına kullanıyor. Bazen bir ayakkabı, bazen bir gömlek, bazen de yetimhaneden çıkış izni olarak karşılık buluyor müdürün aşkı Ramazan’da.
Ramazan’ın bu sıradan günleri, Ali’nin yetimhaneye gelmesi ile renkleniyor, aynı arkadaşlarından üttüğü misketler gibi. Kısa sürede Ali ile Ramazan oluveriyorlar. Aşk bütün anlamlarını buluyor bu ilişkide. Yoldaşlık oluyor bazen, bazen tutku; bazen amaç oluyor, bazen mutluluk için araç. Ali, Ramazan’ın oynamaya kıyamadığı yeni bilyesi oluyor, hayatı boyunca elinden çıkartmak istemediği. Perihan Mağden şu cesur satırlarla tasvir ediyor bu aşkı:
“Tamam Ramazan hep canlı, heyecanlı, neşeli, matrak bir oğlandı. Ama gözlerinde ışıklar çakıyor Ali’ye bakarken. Onunla konuşurken sanki ağzının suyu akacak da, güçlükle tutuyor. Ramazan’ın bütün hallerinde aşıkların birbirine o sonsuz iştahı: Doymayışı, doyamayışı Ali’ye.
Arap oğlan da öyle. Öyle bir bakıyor ki Ramazan’a, mutluluğundan ağlayacakmış gibi duruyor. O da açlığından ölecekmiş gibi yiyor, yiyor bitiremiyor Ramazan’ı gözleriyle.”
Kitapta anlatılan salt bir aşk hikayesi değil aslında, hikayenin sosyolojik yönü de oldukça önemli. Ali ile Ramazan aşklarını sadece bir üçüncü sayfa haberi olarak yaşayabiliyorlar. Ve aileleri olmadığı için, onları topluma hazırlama görevini yerine getiren devletin yetimhaneleri de, bu üçüncü sayfa haberinin en büyük mimarı aslında. Hani Mahsun Kırmızıgül’ün “Güneşi Gördüm” filminde bir cennet gibi tasvir edilen o yetimhanelere hiç benzemiyor bu kitaptaki. Yani devlet ana yok bu kitapta, tüm sertliğiyle, otoritesiyle devlet baba var.
Perihan Mağden’in kitapta kullandığı dil, belki okuyucular tarafından çok küfürlü ya da ağır bulunabilir. Ama bir üçüncü sayfa haberinin hikayesinin de başka türlü bir dille anlatılması beklenemezdi. Karakterler bu dil ile daha gerçek kılınıyor okuyucunun zihninde. “Ali ile Ramazan”ı okumaya başladığınızda, önyargılarınız bile, kitabı bir solukta okumanıza engel olamayacak.