Müziğe duyduğum özel ilgiden olsa gerek müzikallere, müziği öne çıkaran filmlere, müzisyen biyografisi ve belgesellerine daha duygusal bakıyorum. Sevdim mi tam seviyor, sevmedim mi de yüzüne bile bakmıyorum maalesef. Bu yüzden de müziğin başrolde olduğu yapımlara yaklaşırken çok daha hassas davranıyor, çok daha temkinli oluyorum.
Yaşım ve müzik zevkim itibariyle Neşet Ertaş’ı tanıma fırsatını yakalayamadım zamanında. Fakat onun dilinden, onun sazından ezgilere alışmam çabuk olmasa bile adını da hayat tarzını da bir şekilde hep bir yerlerden duydum. Hakkında bilmediğim, öncelik listemde de pek yukarıda olmayan Neşet Ertaş’ın kimliğini, kişiliğini ve karakterini “Ah Yalan Dünyada” belgeseliyle tanıma fırsatını yakaladım.
“Ah Yalan Dünyada” dünyanın gerçekliğinden şüphe duymayan ancak dünyada da umduğunu bulamayan bu kara suratlı Garip’in hayat hikayesini anlatan bir belgesel. Ustanın Almanya’ya gidişini, Almanya’daki hayatını, Türkiye’ye dönüşünü ve ölümüne kadar geçirdiği süreci anlatan film büyük oranda birinci ağızdan anlatılan hikayeler ve arşiv kayıtlarıyla ilerliyor. Bir taraftan yoksullukla, unutulmanın verdiği hüzünle, yalnızlıkla mücadele ederken diğer taraftan da kendisine uzatılan yardım ellerini geri çeviriyor Ertaş, “Alnımın teriyle kazanmadığım paradan hayır gelmez!” sözleriyle. Almanya’da yaşadığım dönem bir belgeselinin yapılmasına karşı çıkıyor, bunu kendine çok görüyor. İnsanları evinde krallar gibi ağırlıyor da uzattıkları eli nazikçe reddediyor. Hastalık sebebiyle gittiği Almanya’dan dönüşü ise yine müzik vesilesiyle oluyor ve cennet olarak nitelendirdiği vatanını bir daha terk etmeme kararı alıyor. Turneye çıkıyor, konserler veriyor ama yine de nereden ve nasıl geldiğini asla aklından çıkarmıyor. Abdalların sonuncu olarak yürek burkan bir veda şiiriyle şu yalan dünyaya veda edip gidiyor.
“Ah Yalan Dünyada” ustanın hayatından ziyade Neşet Ertaş’ın felsefesini, hayat görüşünü, “insanlığını” anlatıyor izleyenlere. Yaşadıklarına rağmen, çektiklerine rağmen duruşunu değiştirmeyen, aynı kalmayı başaran güzel insanı kendi sözleri, kendi cümleleri, kendi görüntüleriyle süsleyerek gözler önüne seriyor. Bizlere ise salondan sessiz sedasız ayrılmak ve düşünmek kalıyor.