Kendi imalatı pırpıra atlayıp kuşlarla aşık atma sevdasındaki Doğan Usta’nın hikayesi, çiftlik yapımı roketiyle uzaya çıkan Charles Farmer’ınkinden çok daha sıcak, çok daha inandırıcı ve çok daha seyri sefalı. Usta 8 Mayıs’ta sinemalarda..
2007 tarihli aile filmi The Astronaut Farmer‘da Güneyli bir çiftçinin uzaya çıkma hayali peşinde sürüklenişini izleriz. Sinemanın büyülü dünyası işte… İpe sapa gelmeyecek bu hayal filmin sonunda gerçek olur ve aklımıza yatmasa da gönlümüz bu hikayeyi gerçek kabul eder. Gönlün akla üstün geldiği bir andır çünkü aklı temsil eden beynimiz gönlümüzden gelen komutlar uyarınca, bünyemizin duruma uygun duygusal reaksiyonlar verdirecek prosedürü başlatmıştır bile.
Hala çıplak diye heykellerin kaldırıldığı, mizahçıların, yazarların hapise düştüğü, tavuğumu emanet etmeyeceğim adamların toplu taşımacılık denen işkence yönteminin bir parçası olduğu bir ülke olarak, ilim irfan konusunda 50 sene önce Ay’a adam yollayan ABD’nin gerisinde olduğumuzu kabul etmek lazım. Hal böyle olunca bizden çıkacak filmin kahramanı uzaya giden bir çiftçi değil, havada birkaç tur atacak el yapımı, yerli malı bir pırpır inşa etmeye çalışan bir sanayi ustası olacak tabi. Geri kalmışlığın gözü kör olsun işte! (Ama umut fakirin ekmeği. Yarın öbür gün Usta Reloaded çekilir ve orda uzaya giden ilk sanayi ustası konu edilir belki. İş üçlemeye giderse, üçüncü filmde ustamız neyi hedefler, bakın o konuda hayalgücüm kavruk kaldı şimdi.)
Tüm bunlar işin gırgırı tabi. Yoksa Bahadır Karataş imzalı Usta, The Astronaut Farmer’dan açık ara iyi bir film. Başrollerinde Yetkin Dikinciler, Fadik Sevin Atasoy, Hasibe Eren ile Şevket Çoruh‘u izlediğimiz Usta, Eşkişehir varoşunda karısı ve yaşlı anasıyla yaşayan, ekmeğini sanayideki tamirhanesinden çıkaran, tek kadim dostu Hurdacı Ersun’la yediği içtiği ayrı gitmeyen hayalperest Doğan Usta’nın hikayesini anlatıyor.
Hurdalardan buldukları parçalardan evinin bahçesindeki ardiyede inşa etmeye çalıştığı uçağı tamamlamak Doğan Usta için artık bir saplantı haline gelmiştir. Bu saplantı yüzünden ilgisini çevresindekilerden ve işinden esirgemektedir. Doğan Usta hayalini ve hayatını aynı anda yürütemediğini fark ettiğinde bazı kararlar almak zorunda kalır.
Doğan Usta’nın hikayesi bize hiç yabancı değil aslında. Memleketimizin amatör ruhlu pek çok mucidi var. Evinde denizaltı inşa eden bir adamcağızı hatırlıyorum gazetelerden. Sonra televizyonda yayınlanan, memlekette ne çok mucit varmış be kardeşim dedirten şu program vardı hani: Amatör mucitler çıkıyor, oradaki uyuz jüri de ukalalık ve saygısızlıkla karışık yorumlar yapıyorlardı. Haddini bilmeyen halka karşı tavrımız değil midir bu zaten bizim. Aydını, devleti, askeri, polisi tepeden bakmaz mı haddini bilmez vatandaşa? Ziraat Bankası’nın kimi kıçıkırık çalışanlarında bile vardır aynı küstahlık, heral devleti temsil ediyor olma hissiyatını fazla abarttıklarından mütevelli. Size ikinci tekil şahısta hitap etmelerinden tespit edebilirsiniz bu zatları.
İşi acı ve ironik tarafı, aslında bu Türkiye’nin kendi kompleksini dışa vurumudur. Çünkü gelişmişliği, uygarlığı temsil eden Batı’nın karşısında, Türkiye’nin pozisyonu da o adam yerine koyulmayan Vatandaş Rıza’nınkinden farksız olmuştur. Böylesi onların da işine geldiğinden, mevcut statütümüzün devam etmesi için elinden geleni ardına koymamıştır Batı. Kendi arabasını, uçağını üretemeyen, hep dışarıdan satın alan bir Türkiye. Kimseden vize istemeyen ama hep vizeyle yurtdışına çıkılan bir Türkiye. Biraz iteklemeyle darbeler gerçekleştirilebilen bir Türkiye. Onlara muhtaç hatta mahkum bir Türkiye.
Usta ile Devrim Arabaları’nın benzer bir alt metni var. Dışa bağımlı bir ülke haline getirebilmek için, global çaplı sistemin hür teşebbüsleri, hayallerle filizlenen cesur girişimleri nasıl engellediğini, bu konuda bir şey yapabilecek pozisyonda olanların da işin doğrusunun zaten bu olduğuna kendisini nasıl inandırdığını anlatan “uyandırıcı” bir alt metin bu.
Bahadır Karataş’ın bu alt metni didaktik bir dille değil metaforlar, allegoriler ve hayatımızın içinden güncel göndermelerle yapması Usta’yı kaliteli bir sanat eseri mertebesine taşırken, aynı zamanda seyircinin ilgisini canlı tutacak başarılı bir popüler yapıt haline getiriyor.
Bu global siyasi eleştirinin yanı sıra, halihazırdaki toplumsal gelişmelere yönelik mesajları da var bu filmin. Agresif, saldırgan ya da karalayıcı olmayan bu mesajlar şüphesiz bir duruş belirtiyor. Ama bu önyargılı bir taraf tutuş değil, yerinde bir saptama olarak tarif edilmeyi hak ediyor. Filmin en başında hikayeye dahil olan, belediye başkanından vetolu yarı çıplak heykel filmin sonuna kadar bir şekilde gözümüzün önünde tutularak farkındalığımızın (bunu becerebilenler için tabi) devamı sağlanıyor.
Filmin ayna olup bize yansıttığı gündem konularından biri de cemaatçilik, grupçuluk, adamını kayırmacılık, menfaatini gözetmecilik ve “sen beni gör, ben de seni” anlayışının siyasal, sosyal ve iş hayatında giderek daha fazla belirleyici olmaya başladığı. Bu filmin içine enjekte edilmiş suni bir mesaj değil, filmi bir bütün haline getiren en önemli parçalardan biri. Çünkü filmin adı Usta ve filmde de belirtildiği gibi “işini iyi yapana” usta deniyor. Bir yerlere getireceğiniz insanın işinde ne kadar usta olduğuna değil de, hangi görüşe, duruşa yakın olduğuna bakmaya başladığınızda gelişimin önünü keseceğinizi hatırlatıyor film. Ve diyor ki, toplum olarak ustalar yetiştirmezseniz, ustaların önünü açmazsanız ne AB’ye girersiniz, ne de dengeleri başkalarının kontrolünde olan bir ülke olmaktan kurtulursunuz… Ki bunun altına ben de imza atarım.
Filmin makro mesajlarını bir kenara bırakırsak… Doğan Usta’nın başta eşi olmak üzere diğer karakterlerle olan ilişkileri de son derece inandırıcı. Bu ilişkileri seyirciye başarıyla taşımak için, farklı bir sınıftan olsa da seyirciye empati kurdurabilmek için detayların ne kadar önemli olduğunun bilincinde belli ki Karataş. Kocasına kızgın bir eş, rahmetli kocasının kendini at ile değil de traktörle kaçırmasına hala kızgın yaşlı bir anne, fırıldak ama sadık bir arkadaş, ustasının hayalini paylaşan bir çırak, futbola gönül vermiş bir müezzin, kavgalı karı-kocayı barıştırmayı kendine görev edinmiş bir evkadını, Almanya’dan gelmiş akrabalar… Hepsi iyi çizilmiş, iyi oynanmış tipler… Şevket Çoruh’un biraz fazla karikatürize tiplemesi bile bütün içinde sırıtmıyor, farklı bir renk olarak hafızalara kazınıyor. Popüler filmler için böyle bol enerjili oyunculuklar gerekli diye düşünüyorum. Gerçek yaşamda fazla dramatik bulduğum Fadik Sevin Atasoy bu filmde dozunda, tadında bir oyunculuk sergileyerek hayli başarılı oluyor. (Filmde onun babasını oynayan kişinin Recai Kutan olmadığına ben şahsen yemin edemem. Bu kadar benzer insan insana yahu!)
Usta, tartışmasız 2009’un en iyi yerli filmlerinden biri. Festivallerde ve diğer organizasyonlarda pek çok ödülün yanı sıra, seyircinin teveccühünü de kazanacağına adım gibi eminim. Bahadır Karataş’ın sonraki filmlerini merakla bekliyor olacağım. Bundan daha iyi bir film yapmak için kendisine ilk önerim bu kez finalinin üstünde biraz daha kafa patlatması.