Yeşilçam’ın efsane isimleriyle olduğu kadar, perde arkasında kalan, göz ardı edilen şahsiyetleriyle de aynı masaya oturmuş, gün gelmiş onlarla en mahrem konularda sohbet etmiş, dertleşmiş, hatta yeri gelmiş yaka paça kavga etmiş Agah Özgüç anlattı, biz dinledik. (Ters Ninja Arşivi 2009)
Yeşilçam yıllar yılı film üstüne film çekerken, Agah Özgüç de kamera olup Yeşilçam’ı çekiyordu. Böyle yakın ilişki içinde olunca da ister istemez Türk sinemasının hafızası ve hatta kara kutusu haline gelmiş.
M.E. ile gidiyoruz ziyaretine Agah Abi’nin. Elimiz boş gitmek olmaz, yolda bir çiçekçiye uğrayıp küçük bir saksıda açelya alıyoruz. Çiçeği evde Agah Özgüç’ün zarif eşine teslim ediyoruz, o da bize dillere destan spesyal böreğinden ikram ediyor ki, yemeye doyamıyoruz. (6 Şubat 2013 notu: Agah Abi’in güleryüzlü eşi Meliha Abla ne yazık ki şu an rahatsızlığından dolayı hastanede. Kendisine acil şifalar diliyoruz.)
Ona yönelik “Yeşilçam’ın Kara Kutusu” benzetmemden söz edince gülüyor Agah Abi. Gerilere gidiyor yine.
“Devir dergisi vardı 60’larda. Orada Biltin Toker diye bir sinema yazarı vardı. Rahmetli oldu şimdi. O da iki sayfalık bir yazı yazmıştı hakkımda. ‘2300 Mezarlı Yeşilçam’ın Muhtarı’ diye başlık atmıştı. 2300 çekilen film sayısıydı.”
Hatırlamak ve biriktirmek onun işi. Evi adeta bir müze. Yalnızca Türk sinemasına dair değil biriktirdikleri. Kartpostallar, çizgi romanlar, küçük oyuncaklar, karıştırabilsek gönlümüzce kimbilir karşımıza daha neler çıkacak.
Bugüne kadar yazdığı pek çok kitapla hafızasındaki bilgileri, arşivindeki görselleri ve not ettiği istatistikleri okurlarıyla paylaştı. 4 ciltlik Türk Filmleri Sözlüğü, Türk Sineması Sansür Dosyası, 100 Filmde Başlangıçtan Bugüne Türk Sineması, Türk Sinemasında İlkler, Türk Sinemasında Cinayetler ve İntiharlar Dosyası, Türk Yönetmenler Sözlüğü, Türk Sinemasında Cinselliğin Tarihi gibi kitaplar bugün eşsiz olma niteliği taşıyan kaynak eserler. Bunların dışında anılarını yüceltmek, yetişemeyenlere onları tanıtmak adına büyük oyuncuların kitaplarını yazdı: Arkadaşım Yılmaz Güney, Türkan Şoray, Peçete Kağıdındaki Anılar – Cahide Sonku böyle kitaplardı. Kitaplar dışında da düzenli olarak da birçok dergilere yazı servis etmeyi ihmal etmiyor tabi.
Yazmaya hala devam ediyor Agah Özgüç. “İki üç tane kitap var, onları da bitirince artık tamam diyeceğim kitap yazmaya. Zaman yetmiyor.” Bu sözleri duyan eşi, “Hiç güleceğim yoktu, Agah” diyor. “Sen mi bırakacaksın yazmayı?” Eşine hak veriyorum. Yazmak, bence de insanın istediğinde bırakabileceği bir müptelalık değil çünkü. Nefes aldığımız sürece bizimle birlikte olacak bir tür lanet.
Laneti, Agah Özgüç’ü Türk sinemasının “yalan/yanlış makinesi” yapmış aynı zamanda. Arşivi ve bilgi birikimiyle bilgi hatalarını düzeltebilecek tek yetkin mercii o. Onun atladığı bir hata ise tarihin kaydına doğru bilgi olarak geçip, aynen öyle devam ediyor.
Merak ediyorum, hala yazmadığı şeyler var mı? “Olmaz olur mu,” diyor. “Her an yeni bir konu çıkabiliyor. Bakın şimdi bir şarap dergisi için ‘Türk sinemasında şarap’ konulu bir yazı hazırlıyorum. Sonra çift yönetmenli filmler diye bir konu önereceğim.”
Yazılacaklar, en az sinema kadar sınırsız. Son kalan o iki üç kitabı soruyorum Agah Abi’ye. “Dünya sinemasında 100 Erotik Film. Türkiye’den üç tane aldım yalnızca. Susuz Yaz, Sarı Tebessüm, Düş Gezginleri. Bir de Türk Sinemasında İç Çamaşırı Fetişizmi diye bir başlık var aklımda. Öyle çok malzeme var ki.”
Peki, diyorum, bunlar zamansızlıktan yazamadıklarınız. Yazmaya çekindiğiniz, hep ertelediğiniz şeyler var mı? Birilerini kırmak istemediğin için sakladığın sırlar mesela… “Var,” diyor ama ne olduğunu söylemiyor haliyle. Söylenebilseler sır olmazlardı zaten.
Ardından adeta kendini bana bir teselli ikramiyesi vermeye mecbur hissetmiş gibi, “Yakında Yeşilçam Aşkları yayınlanacak ama,” diyor. “Aşk mektupları olacak içinde. Onlar biraz başımı ağrıtabilir gerçekten. Mesela Gülsüm Kamu’nun Beşiktaşlı Yusuf Tunaoğlu’na yazdığı, Metin Erksan’ın Suzan Avcı’ya, Yılmaz Güney’in Nebahat Çehre’ye, kaleci Varol’un Fatma Girik’e yazdığı mektuplar var. Işın Kaan’ın askerden Muhterem Nur’a yazdığı mektuplar… Kumar oynuyor, para istiyor devamlı karısından. Karısının, Cüneyt Arkın’ın onu nasıl bastonla dövdüğüne dair hatıra defterine yazdıkları olacak o kitapta. Rüçhan Adlı’nın Türkan Şoray’a yolladığı ‘Yeter artık, ne zaman bu babydoll’u giymeyeceksin’ yazan kartlar da… Bunları kimseyi kırmadan anlatmaya çalışacağım. Öyle aşkların bugün artık yaşanmadığını belirteceğim.”
Mektupların bazıların sahipleri teslim etmiş ona, bazılarını da üçüncü kişiler. Bir ilginç projesi daha var Agah Özgüç’ün: Türk Sinemasının Marjinalleri ve Orijinalleri.
“Az bilinen ilginç Yeşilçam simalarını anlatıyorum o kitapta. Mesela Müfit İlkiz diye bir yapımcı var mesela. Her film yaptığında annesini bir katını satıyor. Filmlerin afişlerine ‘Bu film peşin parayla çekilmiştir’ diye yazdıran Cemal Uyanık var. Çünkü o zaman hep bonolarla, senetlerle çekiliyor filmler. Seksüel prodüktör diye kart bastırmış ünlü kadın satıcısı Zurnik de olacak. Ne ilgisi var demeyin. Yılmaz Güney’e senaryo yazmıştır.”
Agah Abi, diyorum, Yazdıkların için sana hiç kızan, küsen oluyor mu? Sürüsüne bereket olduğunu öğreniyorum.
“Bu sektörde kimsenin eleştiriye tahammülü yoktur. Bir de kimse teşekkür etmez. Ancak aleyhte yazarsan hemen telefon açarlar. Türk Sinemasında 12 Kadın’ı yazdım. Yalnızca bir kişi arayıp teşekkür etti: Leyla Sayar. Ne Müjde Ar, ne Hülya Koçyiğit, ne Türkan Şoray. Yönetmenler de aynı. Uçurtmayı Vurmasınlar’la ilgili TV’de 7 Gün dergisinde olumsuz bir şey yazdım diye Tunç Başaran’la Nur Sürer konuşmadılar benimle. Metin Erksan can ciğer dostumdu. Beni çok seven, her gün arayan bir adamdı. Yönetmenler sözlüğüne Nejat Özon’un bir lafını aldım diye bir sahafta birbirimize giriyorduk az daha. Türkan Şoray’la da dargın kaldık bir süre, sonra hatasını anladı da barıştık.”
Hepsiyle eninde sonunda barışmış. Hala küs olduğun kimse yok mu diye soruyorum. Uzun uzun düşünüyor, “Bir tek Abdurahman Keskiner var. Çiçek Bar Arif Keskiner’in ağabeyi. Kızılırmak Kara Koyun ile ilgili bir şey vardı.Hala küsüz. Eski dostumdur aslında, Yılmaz Güney’in menejeriydi o zamanlar tanışırız.”
Agah Abi’yi tanıdığım kadarıyla son dönem Türk filmlerinden öyle pek hoşlanmaz. Kalbi Yeşilçam’da kalmıştır hala. Son dönemde beğendiği filmler yok mu acaba diye merak ediyorum.
“İyi şeyler var ama çok değil. Sonbahar, Pandora’nın Kutusu, Pazar: Bir Ticaret Masalı’nı beğendim. Ama mesela Süt’ü iki kez seyrettim, beğenemedim. Bak sana bir şey anlatayım: 1950’li yılların ortası. Kasımpaşa’da iki film oynuyor. Biri Metin Erksan’ın, biri Seyfi Havaer’in filmi. Yapımcısı Metin Erksan’a geliyor, ‘gel’ diyor ‘seni bir yere götüreceğim.’ Beraber Kasımpaşa’ya filmlerin oynadığı sinemalara gidiyorlar. Erksan’ın filmi sinek avlıyor, öbür filmin oynadığı sinemanın önünde ise atlı polisler var, kalabalığı denetim altına almaya çalışıyorlar. Erksan’ın filmi Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi (1956) bir edebiyat uyarlaması, ötekisi Kara Sevda (1955). Metin Erksan’a bunun nedenini sordum o zaman. Bana dedi ki: ‘Benim filmimde eksik olan bir şey vardı. O da duyguydu.’ Son dönemde çekilen Türk filmlerinin duygusu da seyirciye geçmiyor işte. Demirkubuz’un Masumiyet dışındaki filmlerde de duygu geçmiyor ama onun sinematografik yapısı dengeliyor durumu. Sinemada inandırıcı olmayan olayı inandırma gücü çok önemli. Kendi dünyasını kurabilmeli film. Aksi takdirde filmler iş yapmıyor. Bakın Issız Adam’a o duyguyu verebilmiş demek seyirciye ki gişesi iyi.”
Bugün sinemalarda gösterilen Türk filmlerinin oyuncuları yok denecek kadar az para kazanıyorlar. Kimileri ise hiç para talep etmiyor bile. Devir “diziden kazan, sinemada prejtij yap” devri. Yeşilçam’ın en şaşaalı günlerine tanık olan Agah Abi’ye o günlerdeki ödeme durumlarını soruyorum. En çok parayı kim kazanmıştı?
“Yılmaz Güney büyük paralar kazanmıştı ama parayı elinde tutmayı bilmezdi. Cebinde tek 20 lira olsun, çıkarır isteyene verirdi. Öztürk Serengil sinemadan kazandığı parayla İstanbul’da 17-18 dadire almıştı. Sonra kumarda hepsini kaybetti teker teker. Bir tek Nişantaşı’ndaki evi kaldı. Kabadayıların kumarhanelerine gidilirdi o zamanlar. Yılmaz Güney de çok para kaybetti oralarda. Bir de paralarını alamayanlar vardı. Suzan Avcı’yı ses dergisi için soyup tüm vücudunu bonolarla kaplamış, öyle fotoğraflarını çekmiştik. Bunlar oynadığı filmlerin yapımcılarından aldığı ve para tahsil edemediği bonolardı… Müjde Ar da çok filmde para almadan oynamıştı.”
Sonra memleketin kültür erozyonunu gözler önüne seren bir şey söylüyor.
“ O zaman şimdiki gibi değildi. Araştırdım 1964’de İstanbul’da biletli seyirci sayısı 34 milyonmuş, 2006’da Türkiye’de biletli seyirci sayısı 28 milyon. O günkü nüfusa bak, bugünküne bak. Üstelik o zamanlar bilet işinde bir sürü kaçak da oluyordu. Yani gerçek rakam daha da yüksektir.”
Bunun üstüne söyleyecek bir şey bulamıyorum.
Sohbetin sonunda arşivlerine bir göz atıyoruz Agah Özgüç’ün. O kalabalığa rağmen, her şey gayet muntazam. Benim için ibretlik bir manzara. Çıkarken kapının yanına yığılmış VHS kasetlerin atılmak üzere orada olduğunu öğreniyorum. Bir poşet rica edip, bazılarını zimmetime geçiriyorum. Ne filmi oldukları önemli değil. Agah Özgüç’ten alınmış filmler olması yeterli benim için.
Agah Özgüç’ün En İyi 10 Türk Filmi
1. Sürü
2. Yol
3. Umut
4. Susuz Yaz
5. Selvi Boylum, Al Yazmalım
6. Sevmek Zamanı
7. Anayurt Oteli,
8. Muhsin Bey
9. Masumiyet
10. Anadolu Üçlemesi (Gelin / Düğün / Diyet)