* Yeşilçam’a nasıl nur yağdı?
* Filmlerin sonundaki “Son – The End – Fin” yazılarına ne oldu?
* Tarzan gibi kahramanlı filmleri kim seyreder?
* İzzet Günay’ın beyfendiliği nereden geliyor?
* Ah şu sansür!
Yener Çakmak
Yeni jenarasyonlar bilmez; 1960-1970’li yıllarda Yeşilçam yapıtı filmlere gitmek ve bu filmleri görmüş olmak o dönemin entelleri tarafından “kültürsüzlük” olarak değerlendiriliyordu. Hele bir yerlerde bu filmlerden söz edip beğendiğinizi söylemek, toplumda bir aşağılanma nedeniydi. 1970’lerde buna arabesk müzik dinleme ve film seyretmek eklendi.
1980’li yıllardaki değişimde arabesk film ve müzik yavaş yavaş değer kazanmaya başladı. 1990’larda ise zengin gençlerin gittiği diskolarda arabesk müzik çalmaya başladı. O güne kadar arabesk müziğe “tu kaka” diyen şarkıcılarımız, arabesk parçaları repertuvarlarına koymaya başladılar. Siyah-beyaz filmlerden başlayarak eski Türk filmleri 2000’li yıllarda değer kazandı. Yalnız filmler değil, bu filmlerin afişleri de lobi kartları da değerlendi. Birçok kişi bunları sahaflardan satın alıp evlerinin, iş yerlerinin duvarlarına çerçeveletip astılar. Bir grup sinemasever, Türk Sineması’nın eskiden B sınıfı olarak adlandırdığı kült filmlerinin peşine düştü.
Türker İnanoğlu‘nun TÜRVAK adlı vakfı Türkiye’nin ilk sinema müzesini kurdu. Horizon International adlı kuruluş Türk Sineması’nın geçmişten bugüne yapılan filmlerini toplamaya girişti. Düne kadar dudak bükülen sinemamızın değeri ortaya çıkmaya başladı. Gün geldi,devran değişti; karalar ak oldu.. Türk Sineması’na eski günlerde en çok karşı çıkan sinema eleştirmeni Atilla Dorsay bile çark ederek eski Türk filmlerinin değerini şimdi anladığını Yeşilçam Ödülleri töreninde itiraf etti. Ben şunu bilirim; Türk Sinemasının geçmişten bu güne tek savunucusu, değerli dostum Agah Özgüç‘tür. O Türk Sineması’nı yıllar boyu yalnız savunmamış,değerlerinin kaybolup gitmemesi için evinde büyük bir koleksiyon meydana getirmiş, bunlardan kitaplar üretmiştir.
Filmlerin sonundaki “Son – The End – Fin” yazılarına ne oldu?
Eski film seyircileri filmin sona erdiğini, filmin sonunda yazılan “Son” yazısından anlar, sinemayı terk ederdi. 1990’lı yıllardan başladı sanırım, filmlerin sonundaki SON yazıları kaldırıldı. Sonlarına müzik eşliğinde jenerik yazıları konuldu. Filmin finalinde seyirci salondan çıkarken perdede yazılar eşliğinde film müziği sizi sinemadan uğurluyor. Eski bir sinema seyircisi olarak, eski filmlerin SON yazılarını güneşin batıp gitmesine benzetirim. Şimdiki filmlerde SON yazısı olmadığı için film bitmeden sinemadan ayrılıyormuşum gibi oluyor. Filmin finalinde oturup jenerik akarken fona konulan müziği dinlemeye kalksam;benden başka müziği dinlemek isteyen pek olmadığından kalkıp gitmek zorunda kalıyorum.. Sizce SON yazılı film finalleri mi iyi,yoksa şimdiki gibi SON yazısı olmayan filmler mi?
Tarzan gibi kahramanlı filmleri kim seyreder?
Bu tür filmleri seyreden büyükler her nedense bir takım kişilerce küçümsenerek eleştirilir: “- Kazık kadar adam çocuk filmlerine gidiyor” diyenler olur. Bu sınıflama bazı kişilerde yaşa göre hayat standartı şartlamaları olması gerektiği mecburiyetini kafalarına kazımıştır. Onlara göre yaşı büyük kişinin zevklerinin de yaşına uygun olması şarttır. Eğer bir kişide zevkler yaşına uygun değilse,o kişi normalve kültürlü bir kişi değildir. Zevkleri o kişinin düzeyinin aşağılığını veya yukarılığını gösterir. Bunlara büyüklerin çizgi roman okuru olması da dahildir. Onlara göre çizgi romanları ve çizgi filmleri yalnız çocuklar seyretmelidir. Yaşı büyük kişiler bunlarla ilgilenmemelidir.
Ben bu durumu halkımızın televizyonlarda belgesel görmek istediklerini belirtmelerine karşılık, yayımlanan belgeselleri seyretmedikleri; onların yerine çokça tenkit ettikleri magazin programlarını seyretmelerine benzetirim. Film festivallerinde büyük ödülleri alan, İtalyan Sinemasının ünlü yapıtı “Bisiklet Hırsızları“, yakın zaman büyük ödüllü Türk Sineması’nda Nuri Bilge Ceylan filmleri gibi yapıtların gişe hasılatları hep düşüktür. Çünkü ağır anlatımlı bu tür yapıtlardan zevk alan sinema seyircisi ülkemizde son derece azdır. Bunları sabırla seyredenlere de halkımız arasında “kültürlü kişi” vasıflaması ile bakılır. Tıpkı çocuk filmi olarak nitelendirilen kahramanlı filmleri seyredenlere kültürsüz olarak bakıldığı gibi..
İzzet Günay’ın beyefendiliği nereden geliyor?
Değerli sinema-tiyatro oyuncumuz İzzet Günay ile tanışmam,sahaf ve koleksiyoner arkadaşım Sener Köksümer‘in Beyoğlu’ndaki dükkanında 2010 yılında oldu. Karikatürünü de o sırada çizip kendisine hediye ettim. Oysa İzzet Günay’ı tiyatro ve sinemadan tanıyışım çok eskilere dayanıyor. Çocukluktan itibaren iyi bir sinema ve tiyatro seyircisi oluşum, İzzet ağabeyi tanımamın yolunu açmıştır. Bunun yanında bu sanat dallarında çeşitli çalışmalarım vadır. Sinema sevgimiz çocukluk yıllarımızda 8 mm lik film kameraları ile çekimler yapıp, bunları ve konulu sessiz filmleri oynatıcılarla oynatmamıza kadar uzayıp gider.
Neyse konuyu sapıtmayayım; İzzet ağabeyin babası eskiden Kız Kulesi‘nin karşısında yer alan Salacak Vapur İskelesi’nin her şeyiydi. Bizler de mahalle arkadaşlarımızla ara sıra bu iskeleye gidip, kaçamak olarak oradan denize girerdik. Orada;şimdi yerinde yeller esen Salacak Gazinosu‘nun plajı vardı.Fakat orası paralı olduğundan bizler plajdan denize girmezdik. Yukarıdaki gazinoda sünnet düğünümün olması ayrı bir anımdır. Sünnetçim de; o yılların ünlü sünnetçisi Rıfkı Pekar‘dı. (Elimde olmadan gene konuyu saptırıp kendime getirdim!) İzzet Günay’ı neden Türk Sinemasının en centilmen aktörü olarak nitelememin nedeni; yaşam tarzıyla İngiliz centilmenleri türünde hayat sürdürmesini gösterebilirim. Gençlik yıllarımda “Blazer” ceket giymenin havasını ona özenerek öğrendiğimi itiraf edebilirim. İzzet ağbi, geçmişten bugüne iyi bir koleksiyonerdir. Onun güzel özelliklerini saymakla bitiremem ama bence en büyük özelliği;bu kadar klas bir sanatçının tam bir halk çocuğu yapısında oluşudur ki halkımız onu bu özelliği ile filmlerinde gördüğü kadarıyla sever. “Anadolu Çocuğu” adlı siyah beyaz filmini görmenizi tavsiye ederim.
Ah şu sansür!
Günümüzde sansür, RTÜK sayesinde öylesine yoğunlaştı ki,televizyondan film-dizi seyretmek için insanın sağlam sinirlere sahip olması lazım. Sansüre takılan sahnelerin sigara bölümü, sigara yasağı savaşçısı Orhan Kural‘a dayanıyor. AKP Hükümeti’nin anlayışıyla birebir uyuşan bu yasak kapsamı içine puro-nargile ve içki içimi sahneleri eklenerek kapsam daha da genişliyor ve filmin veya dizinin o tür sahneleri buzlanıyor.
Bu uygulama içine reklam unsuru taşıdığını düşündükleri sahneler giriyor: markalı giyecekler, araba markaları, reklam tabelaları, markalı yiyecek içecekler vs. Bu kadar sansür yetmiyor; kanlı sahnelerde kanlı bölümlerin buzlanması ekleniyor. Filmin öpüşme-sevişme, soyunuk sahneleri kırpılıyor. Küfürlü sözlü bölümler terbiyesizliğe girdiğinden sansürden payını alıyor. İçki sözcükleri şurupla, şerbetle değiştiriliyor. Bazılarının konuları Türk aile yapısına ters olarak nitelenip cezalar yağdırılıyor. Bu kadar sansürden sonra karşınıza kuşa dönmüş bir film geliyor. Ancaak.. Bu şartlarda filmi sinirlerinize hakim olmaya çalışarak seyretmeye çalışırken devreye belirli sürelerde reklam araları verme uygulaması giriyor.
Uzun reklam arası içine televizyon kanalının kendi programlarının reklamları giriyor. Bunlara dalıp seyrettiğiniz filmi unutmak üzereyken, film kırpıldığı yerden ekrana geliyor. Bir husus da bu reklam aralarının, oynamakta olan filmde öpüşme-sevişme sahnelerinin başlamasıyla birlikte olması. Verilen aradan sonra filme döndüğünüzde öpüş-seviş sahnelerinin geçilip filmin namuslu bir sahnesinden oynatılmaya devam edildiğini görüyorsunuz. Bu şartlarda sinirlerinize güveniyorsanız, buyurun bu filmleri seyredin.