ÖNEMLİ İNSANLAR TARİHE YÖN VEREN İNSANLARDIR. SİYASET YAPARAK, SAVAŞARAK YA DA YALNIZCA FİKİRLERLE; O DA OLMADI İCATLARLA VE BAZEN DE SANATLA DÖNEM KAPATIP DÖNEM AÇAR BU TİP İNSANLAR. FAALİYET ALANI TÜRK SİNEMASI OLAN ÖMER LÜTFİ AKAD ONLARDAN BİRİYDİ. “USTASIZ USTA” NAMLI BU YÖNETMEN TÜRK SİNEMASINI VAR ETMESE DE, BUGÜNKÜ VARLIĞININ VE VARDIĞI NOKTANIN BAŞLICA İLHAM KAYNAKLARINDANDIR.
Birinci Dünya Savaşı’nın mağlubu Osmanlı, hakimiyeti altındaki pek çok toprağı kaybedince sayısız Türk de yerinden yurdundan olacaktı. Halepli Ömer Efendi savaş bitmeden yaşadı bu tecrübeyi. Osmanlı adına savaşmak için İstanbul’a geldi. Memleketlisi bir Paşa’nın yanına girdi. Birlikte Kafkasya Cephesi’ne gidip Ruslar’la çarpıştılar. (1914)
Ömer Efendi bu zorlu cepheden sağ salim dönmeyi başardı. Ancak artık başka bir bayrağın altında yaşayacağı Halep’e dönmeyip İstanbul’da kaldı. Burada İzmit’ten gelip İstanbul’a yerleşen bir ailenin kızı Selma Hanım ile evlendi. Bu evlilikten üç çocukları olacaktı. Mediha, Neriman ve Ömer Lütfi.
Küçük Ömer Lütfi babasının ticaret hayatında başarılı bir seyir tutturmasının ardından dokuz yaşında cami mektebinden alınıp Feriköy Bomonti’de bulunan St. Jeanne d’Arc okuluna başladı. 4 yıl burada okuduktan sonra Galatasaray Lisesi’ne geçerek hayata iyi tahsil almış bir genç olarak başlama avantajına sahip oldu.
Son sınıfta resme olan düşkünlüğünden dolayı sık sık gittiği tiyatro oyunlarının dekorları ilgisini çekti. Oturdukları muhit olan Şişli’de bulunan halkevinin yöneticisi olan Orhan Hançerlioğlu’na gidip kendisinin de dekor yapabileceğini söyledi. Teklifi kabul gördü. Bu yeni uğraş sayesinde sanat çevresinden arkadaşlar edinmeye başladı. Şakir Sırmalı da bunlardan biriydi. Bu arkadaş grubuyla Akad’ın çoğunlukla şiirler yazdığı Beş Sanat adlı bir edebiyat dergisi de çıkardılar. Tiyatro eleştirileri ise çoğunlukla Burhan Arpad’ın yönettiği Şehir Tiyatroları dergisinde yayımlanmıştı..
Askerliğini batarya kumandanı olarak yaptı Akad. İnsanları, ekipmanları organize ve idare etmeyi burada öğrendi. Bu tecrübenin sinema setlerinde çok işe yarayacağını o zaman bilmiyordu. Hoş, o zaman sinema setlerinde bulunmanın hayali bile geçmiyordu aklından. Askerden sonra girip çıktığı işler muhasebe, hesap kitapla ilgiliydi hep. Türk sinema tarihinin bu önemli yönetmeninin sinema sektörüne girmesi rastlantı, yönetmenliğe geçmesi ise ayan beyan bir emrivakiydi.
EMRİVAKİYLE YÖNETMEN OLDU!
Osmanlı Bankası’nda çalışırken Şakir Sırmalı onu film şirketinde yapım müdürü olarak çalışmak üzere davet etti. Sınavla girdiği Osmanlı Bankası’ndaki işinden 45 günün ardından ayrılıp yeni işine başlayan Akad, bir kez daha organizasyon ve idarecilik becerilerini kullanabileceği bir alandaydı. Babası ona, “Nedir bu iş?” diye sorduğunda Akad çekine çekine anlatmıştı yeni işini. Bankadaki gül gibi işini bıraktığı için ona çıkışabileceğinden korkuyordu. Oysa babası, “Bu yeni bir iş, yeni bir saha. Kimse yok bu sahada. Denemekta fayda var hatta denemek değil de doğrudan doğruya bu işe girebilirsin!” diyerek şaşırtıyordu oğlunu.
Şirket olarak Unutulan Sır (Domaniç Yolcusu) adlı filmin çekimi için Adapazarı’na gittiklerinde burada sineması olan, bir yandan da İstanbul’da öğrenimine devam eden Hürrem Erman ile tanışır Akad. Erman onu gelecekte yönetmen koltuğuna oturtacak yapımcı olacaktır.
Şakir Sırmalı’nın yanından ayrıldıktan sonra bir yıl Lale Film’in muhasebesinde çalışan Akad, Hürrem Erman’ın Erman Film’i kurmasının ardından muhasebe müdürü olarak bu yapım şirketine transfer oldu. Muhasebe müdürünün iş tanımı öyle pek geniş olmamasına rağmen Damga filminin yönetmeni Seyfi Havaeri filmin bütün sahnelerinin çekimi tamamlanmadan işi bıraktığı için iki sahneyi çekmek çiçeği burnunda muhasebe müdürüne düşmüştü.
Damga’nın başrolünü oynayan ve Hürrem Erman’ın hayat arkadaşı olan Sezer Sezin’le Akad birbirini anlayan iki yakın dost olur. Hürrem Erman’ı yapım şirketinin ikinci projesinin yönetmenliğini Akad’a vermeye ikna edecek olan da odur. Bu proje Halide Edip’in aynı adlı romanından uyarlanacak Vurun Kahpeye filmidir. Başta bu tekifi kabul etmeyen Akad zamanla ikna olacak ve 1948’de bir daha kalkmayacağı yönetmen koltuğuna oturacaktır. Yönetmen olarak onu düşündüklerini şöyle öğrenmiştir Akad:
“Bir gün sordum Hürrem Bey’e ‘bu filmi kim yürütecek?’ diye. Güldü. ‘Sen yapacaksın!’ dedi. Bu benim için şok gibi bir şey oldu. Hiç aklımın köşesinden geçen bir şey değildi. ‘Ben bunu kaldırıp kaldıramayacağımı bilmiyorum, nasıl bana teklif edersiniz? Bu ağır bir iş. Şimdiye kadar böyle bir şey yapmadım,’ dedim. ‘Yaparsın, yaparsın,’ dedi.”
Erman Film için ikisi Irak’ta olmak üzere 3 film daha çekecek olan Akad, 1952’de Kemal Film’e geçer. Burada Osman F. Seden için senaryosunu da yazdığı Ayhan Işık’lı Kanun Namına’yı çeker. Türk sinema tarihi için önemli bir film daha ortaya koymuştur…
Ömer Lütfi Akad’ın yönetmenliğe geçişi böylesine rastlantısal ve zorlamayla olmuşken, gösterdiği başarı ve Türk sinemasına etkisi şaşırtıcıdır. Türk sineması yönetmenleri usta-çırak ilişkisi içersinde yetişirken onun hiç ustası ya da çıraklık dönemi olmamıştır. O kendi kendisinin ustası olmuş, kendi kendini eğitmiştir. İşte bu yüzden ona “Ustasız Usta” nitelemesi yapılmaktadır.
ÖMER LÜTFİ AKAD’IN TÜRK SİNEMASINDAKİ ÖNEMİ
Türk sinema tarihinin başlangıç yıllarını – ki bunlar cumhuriyetin de ilk yıllarıdır – incelediğinizde işlevleri açısından büyük önem arzeden figürler görürsünüz. İcraatlarıyla, yoklar ve yokluklar içinde bir sanat dalının yerli üretiminin ortaya çıkışını müjdelemişler, 1930’lar ve 1940’larda ülke sinemasını var etmişlerdir. Yeteneğin, becerinin değil, teşebbüs ve icraatın geçer akçe olduğu zamanlardır. İlk sinema tarihçimiz Nijat Özön’ün genel kabul gören kronolojik sınıflandırmasına göre Muhsin Ertuğrul’la özdeşleşen Tiyatrocular Dönemi ve ardından gelen Baha Gelenbevi, Faruk Kenç, Şadan Kamil ve Orhon M. Arıburnu gibi yeni yönetmenlerin sökün ettiği Geçiş Dönemi’ne tekabül eder bu yıllar.
1950’ler Ömer Lütfi Akad’lı Sinemacılar Dönemi’dir. Metin Erksan da vardır, Memduh Ün, Atıf Yılmaz da bu dönemde. Ancak eski dönemle yenisi arasındaki kapıyı açan Akad’tır.
“…Akad’ın 1952’den 1955’e kadar uzanan kısa süre içinde meydana getirdiği yarım düzine film, gerek kendi başına taşıdığı değerler, gerekse sonraki sinemacılar üstündeki etkisiyle Akad’ı ‘sinemacılar’ çağının ilk önemli sanatçısı durumuna sokuyordu. Daha öncekilerin ne kadar sinemadan uzak kaldıkları göz önüne alınınca da, Akad’ın tam anlamıyla ilk sinemacımız olduğı kendiliğinden ortaya çıkmaktaydı.”
Nijat Özön bu satırları yazdığında Akad’ın 60’lı ve 70’li yıllarda yine çok değerli filmler çekeceğini bilmiyordu. 1965 tarihli Yılmaz Güney’li Hudutların Kanunu’yla, 1968 tarihli Türkan Şoray’lı Vesikalı Yarim ile yeni zirveler yapacak, Türk sinemasına yeni açılımlar getirecekti Akad.
“Benim ikinci dönemim Hudutların Kanunu ile başlıyor. O tarihe kadar olan dönem film yapma dönemiydi. Şimdi sinema yapma dönemine gelinmişti. Buraya kadar dil meselesi olarak ne varsa hepsini denedim. Her film, bir sonraki film için müsvedde olmak üzere yapılmış çalışmalardı.”
BİR BAŞYAPIT OLARAK VESİKALI YARİM
60’larda, klişelerden medet uman, ticari kaygılar sebebiyle melodramları hayatın daha içinden gerçekçi hikayelere tercih eden Yeşilçam’da, Ömer Lütfi Akad prestijli bir marka haline gelmişti. Kariyerini bir adım öteye götürmek isteyen yıldızlar için bir basamaktı onun bir filminde oynamak. Bu yıldızlardan biri de Türkan Şoray’dı mesela. Yaptığı işin “sanat” olduğuna, iyi bir oyuncu olduğuna kendini ikna etmek için önüne koyduğu hedef buydu:
“Lütfi Akad’a ulaşmam lazımdı. Nasıl yaptım hatırlamıyorum, kendimi Lütfi Akad’a duyurdum. Sonra onunla film yapmaya başladım. O benim için sinema yaşamımda bir dönüm noktası oldu.”
Lütfi Akad filminde oynadıktan sonra özgüven geldi Şoray’a. Bu filmlerle aldığı ödüller değil, Akad’tan alınan onaydı bu özgüvenin kaynağı.
Şimdi Akad’ın filmlerini ticari Yeşilçam filmlerine kıyaslamayı Vesikalı Yarim filmi üstünden yapalım. Pavyonda makyajlı, takılı, parfümlü dolaşan Sabiha, eve gittiklerinde en doğal haliyle çıkar Halil’in karşısına. Halil şaşırır. Akad’ın filmleri de böyle şaşırtırdı insanları işte. Hikayelerin, karakterlerin, diyalogların (görece) sahiciliğiydi bu etkiyi yaratan. Ancak bugünün bazı filmlerinde olduğu gibi “bir sanat filmi snobluğu” da yoktu onun filmlerinde. Seyirciye de ulaşıyor, eleştirmene söyleyecek söz bırakmıyordu. Şarkılı müzik kullanımında biraz ifrada kaçıldığını düşünsem de Vesikalı Yarim de bu dengeyi iyi kurmuş bir film işte. Ancak Vesikalı Yarim’in bir Lütfi Akad filmi olduğunun alametifarikası finalidir. Ki o final, göz önündeki hikayenin arkasında bambaşka bir hikaye olduğunu ve biz inişli çıkışlı bir aşk hikayesi izlerken asıl dramın arka planda yaşandığını gösteririr bize. Gözümüzün yaşına bakmadan… Ayaklarımız istemeye istemeye yere basar yeniden. Tıpkı filmin iki ana karakteri Halil ve Sabiha’nın ayakları gibi…
Ulusal Türk sinemasının halkçı bir sinema olması gerektiğine inanan Akad, 73’te çektiği Göç Üçlemesi Gelin, Düğün ve Diyet ile hem sinemasını yeni bir zirveye taşıyor hem de kafasındaki ideal sosyal içeriği beyazperdeye yansıtıyordu.
“Ulusal Türk sineması halkçı bir sinema olmalıdır. Bundan halk gerçeklerinin özelliklerine dayanarak, halkın diliyle halk yararına yapılan sinemayı anlıyorum. Halkçı olduğunu iddia eden sanat ve akımların, halkın gerçeklerine dayanmadıkça ve halkın diliyle söylenmedikçe, halka varamayışının daha kötüsü, olumsuz bir tepkiyle karşılandığının acı tecrübesi bugün apaçık ortadadır…”
1974 yılından sonra film çekmeyen Akad, uzun yıllar Mimar Sinan Üniversitesi Sinema- Televizyon Bölümü’nde öğretim üyeliği de yaptı.
FİLMOGRAFİ
Vurun Kahpeye (1949)
Lüküs Hayat (1950)
Tahir ile Zühre (1951)
Arzu ile Kamber (1951)
Kanun Namına (1952)
İngiliz Kemal Lawrense Karşı (1952)
İpsala Cinayeti / Altı Ölü Var (1953)
Katil (1953)
Öldüren Şehir (1953)
Çalsın Sazlar Oynasın Kızlar (1954)
Bulgar Sadık (1954)
Vahşi Bir Kız Sevdim (1954)
Kardeş Kurşunu (1954)
Görünmeyen Adam İstanbul’da (1954)
Beyaz Mendil (1955)
Meçhul Kadın (1955)
Kalbimin Şarkısı (1955)
Ak Altın (1956)
Kara Talih (1957)
Meyhanecinin Kızı (1957)
Zümrüt (1958)
Ana Kucağı (1958)
Yalnızlar Rıhtımı (1959)
Cilalı İbo’nun Çilesi (1959)
Yangın Var (1959)
Dişi Kurt (1960)
Sessiz Harp (1961)
Üç Tekerlekli Bisiklet (1962)
Bir Gazetenin Hikayesi (1964)
Sırat Köprüsü (1966)
Hudutların Kanunu (1966)
Kızılırmak-Karakoyun (1967)
Ana (1967)
Kurbanlık Katil (1967)
Vesikalı Yarim (1968)
Kader Böyle İstedi (1968)
Seninle Ölmek İstiyorum (1969)
Bir Teselli Ver (1971)
Mahşere Kadar (1971)
Vahşi Çiçek (1971)
Yaralı Kurt (1972)
Gökçe Çiçek (1973)
Gelin (1973)
Düğün (1974)
Diyet (1975)
Esir Hayat (1974)