Çocuk bakıcılığı yapmak üzere Amerika’dan İngiltere’ye gelir Greta (Lauren Cohen). Yaşamış olduklarını arkasında bırakmak, acılarından bir süreliğine bile olsun kaçmak ve geleceğe umut dolu bir başlangıç yapmak için kat etmiştir onca yüzlerce kilometreyi. Kocaman bir bahçenin içinde, güneşi örten ağaçların arasında şehirden ve ötekilerden uzak yer alan bu büyük köşk hayatıyla arasına biraz mesafe koymak adına iyi bir fırsat gibi görünür. William Brent Bell imzası taşıyan “The Boy” (Lanetli Çocuk) Greta’nın köşkteki gerçekle yüzleşme serüvenini bolca gerilimle anlatan nefes kesici bir korku.
İlk olarak ailedeki gariplikle tanışır Greta, zira aklındaki aileden çok daha farklı bir manzara vardır karşısında. Yaşlı anne ile baba, kucaklarında gezdirdikleri porselen bir oyuncak bebekten bahsetmektedir çocukları olarak. Brahms’ın oğlu yerine koyan Bayan Heelshire her anne gibi çocuğuyla ilgilenir, onun için en iyisini ister ve onu biraz da şımartır. “Farklı” olduğunu mütemadiyen tekrarladığını Brahms’ı belli kurallar çerçevesinde yetiştirmeye çabalar ve yokluğunda evladına bakacak olan Greta’dan da aynı itinayı bekler. Ailenin (haliyle) delirmiş olduğunu düşünen Greta gerçekte neler olup bittiğini Malcolm’dan, düzenli olarak evin ihtiyaçlarını getiren market sahibinden öğrendiğinde ise duyduğu acıma duygusuyla kabullenmiş gibi davranın durumu. Ancak Bay ve Bayan Heelshire evden gittikten sonra bu saçmalığa son verir ve korkunç bakışlarıyla insanın içini ürperten Brahms’ı bir kenara bırakır. Brahms’ın geçen kısa bir sürenin ardından korkulan olan ve Greta evdeki gariplikle tanışır. İnanması zor bu gerçeği kabullendikten ve yaşadıklarının bir hayal olmadığını öğrendikten sonra ise kendini bu gerçeğe kaptırır ve asıl olanı unutuverir.
Başından sonuna dek izleyicide bir beklenti yaratan The Boy, iki twistle beklenmedik bir hikayeyle ilerleyerek izleyiciyi şaşırtmayı başarıyor. Klişelerin akıllarda bıraktığı izlerden faydalanarak izleyici istediği beklentiye sokuyor olmasıyla da özünde psikolojik bir gerilim olan filmi korku atmosferine bürüyor. Greta’nın geçmişiyle kurduğu bağlantıyla farklı yöne sürüklenen hikaye, evdeki gerçeklerle kurduğu ilişkiyle yeniden canlanıyor. Korku objesi olarak yalnızca evi kullanmaması, ana karakterin –az da olsa– duygusal dünyasını dahil etmesiyle de ayrıca keyifli. Korku sevmeyenleri bile memnun bırakacak bir iş.