İlk üç Bond filmi Dr. No (1962), From Russia with Love (1963) ve Thunderball‘u (1965) çeken Terence Young, on parmağında on tür şeklinde nitelenebilecek yönetmenlerden. Ajan filmlerinden gerilimlere, tarihi dramlardan kara filme kadar envai çeşit türde eser veren Terence Young‘ın cazibesine karşı konulamayacak bir tür olan westerne kayıtsız kalması beklenemezdi; tek filmlik de olsa westerne uğrayan yönetmen bizlere oyuncu kadrosuyla dikkat çeken, keyifli ve kültürlerarasılığın uç örneklerinden olan bir eser bahşetti: Red Sun (1971).
Yönetmenin Charles Bronson‘la birlikte arka arkaya çektiği üç filmin ikinci halkası olan Red Sun, arkasındaki Cold Sweat (1970) ve önündeki The Valachi Papers (1972) gibi sırtını büyük ölçüde Bronson‘un personasına yaslayan bir iş ve filmin ruhunu Bronson başta olmak üzere bünyesinde yer alan oyuncular şekillendirmektedir. Bronson gibi Amerikan, Alain Delon ve Ursula Andress kadar Avrupai, Toshiro Mifune gibi Uzak Doğulu olan Red Sun, kültürlerarası karşılaşma ve çatışmanın revaçta olduğu günümüz sinemasının bile yanına yaklaşmakta zorlanacağı kadar “dozu iyi tutturulmuş” bir eser olarak bugün bile dikkat çekmektedir. Terence Young‘ın tüm dünyayı dolaşıp farklı ülkelerden düşmanları alt eden James Bond’dan devşirdiği bu formül, aslında western içerisinde sıklıkla kullanılan bir yöntemin tersyüz edilmesinden öte bir anlayış olmasa da, Young‘un vizyonu ve bu husustaki ustalığı, yöntemi aşan bir eserin ortaya çıkmasını sağlıyor. Zapata westernleri başta olmak üzere birçok westernde “dışarıdan gelen yabancı” üzerine inşa edilen hikayeler hep kullanılmıştır; kimi zaman Sergio Leone’nin Dolar Üçlemesi‘ndeki gibi “yabandan gelen adam”, kimi zaman da Giulio Petroni’nin Tepepa‘sı (1969) ya da Sergio Corbuci‘nin Companeros‘unda (1970) olduğu gibi “başka ülkeden gelen adam” hikayenin ana dinamiği olmuş, filmin ruhuna geldiği yerin kültürünü üflemiştir. Red Sun da bu anlayışın üzerine bina edilmiştir; Amerika’ya yeni gelen Japon büyükelçisinin olduğu treni soyan çetenin başındaki Fransız Gauche’un (Alain Delon) çaldığı hediye kılıcı geri almaya çalışan bir samurayın (Toshiro Mifune) ve ona bu yolda eşlik eden kanunsuz Link Stuart’ın (Charles Bronson) arasındaki kültürel farklılıkları ön plana çıkartan film, çatışmadan karşılıklı uzlaşıya evrilen iletişim modellerini sert western coğrafyasında test ederek iyi tasarlanmış bir “kültür panoraması” ortaya koyuyor. Uzak Doğu’nun egzotizmini Fransız çekiciliğiyle, Kızılderili vahşiliğini Amerikan sertliğiyle harmanlayan film, her anlamda keyifli ve çok yönlü bir “karşılaşma” güzellemesinde bulunarak hedefine ulaşıyor.
Red Sun‘ı asıl değerli kılan husus ise bu kültürlerarası karşılaşmayı arka plana itip tematik bütünlüğe sahip ve emsallerini aratmayacak bir görev filmine dönüşebilmesidir. Tren soygunu, düello, kaçış ve takip, baskın gibi western türünün olmazsa olmaz öğelerini hikayesine serpiştiren Terence Young, aksiyon türündeki başarısını ve hikaye anlatımındaki ustalığını konuşturarak ikonografik sahnelerden müteşekkil, dur durak bilmeyen bir westerne imza atmayı başarmıştır. Türe yıllarını vermiş, her türlü denemeden sonra doğru yolu ancak bulabilmiş yönetmenlerin yanında Young‘ın tek filmle ortaya koyduğu performans hayranlık uyandırıcı bir zekanın yansımasıdır.
Kuvvetli performasları, usta işi bir yönetimi ve ilgi çekici hikayesiyle sinema tarihinin tozlu rafları arasında kalmayı hak etmediğini çoktan ispatlayan Red Sun, western sevdalıları ve Terence Young sinemasından zevk alan sinefiller için izlemesi elzem bir eserdir; saçma sapan filmlerin istila ettiği sinemalarımızdan sıkılıp yönünü ev sinemasına çeviren izleyiciler için keyif bir tık uzaklıkta, deneyin ve görün.