“Batman v Superman: Adaletin Şafağı” hakkında konuşmanın, filmdeki öğeleri ve çizgi romanla arasındaki farkları tartışmanın en azından şimdilik hiçbir anlamı yok. Zira henüz kimse izlememişken bahsetmek yalnızca sürpriz bozanlar serpiştirmekten öteye gitmeyeceği gibi, meraklıların keyfini de kaçıracaktır. Bu yüzden de sürpriz bozanlardan uzak durarak, izleyiciyi filme hazırlama gibi kendimce ulvi bir amaç üstlenmeye karar verdim.
Öyle ya da böyle filmin beklentilerin altında kaldığını hemen herkes duymuştur. IMDB’yi saat başı kontrol ederek bile görebiliyor insan bu durumu; hem de güvenilir bir kaynak olmamasına rağmen. Fakat filmi izlemiş ve sonrasındaki tartışmalara da katılmış biri olarak söyleyebilirim ki bahsi geçen hayal kırıklığı Marvel – DC rekabeti kaynaklı. Milenyum öncesine gidecek olursak çizgi dizilerle televizyon sektörünü ele geçirmeyi başaran Marvel bir türlü sinemada üstünlük kuramadı DC’ye. 2000lere gelindiğinde ise televizyondan kazandığı para ve kurduğu ilişkilerle sinema sektöründe de bir atılım yaptı. “X-Men” ve “Spiderman” serileriyle dikkatleri üzerine çekti, sonrasında da Robert Downey’li “Iron-Man” ile asıl büyük sıçramayı gerçekleştirir. Fakat ne yaparsa yapsın hiçbir Marvel serisi Christopher Nolan’ın Batman’lerini geçemedi. Çekilen birçok filme karşın insanlar Batman’leri konuşmaya devam etti. Sonunda da Stan Lee işi bir adım daha ileriye taşımaya ve Avengers ile bütün parçaları bir araya getirmeye karar verdi. Ve bu noktadan itibaren dizileri de çizgi ötesine taşıyan, her yeni parçayı bütüne dahil etmeyi başaran Marvel sinema da öne geçmeyi başardı. Senede bir ya da iki film çeken stüdyo, üretimini ikiye hatta üçe katladı ve bu sayede de sene boyunca gündemde kalacak bir düzen yarattı.
Nolan’ın üçüncü filmden sonra ayrılmasıyla DC büyük bir boşluğa düştü. Zira yeri doldurulamayacak bu üçlemenin etkisini bir şekilde sürdüremezse rekabet edemeyecek hale gelecek ve kapitalizmin kurallarına göre kaybolup gidecekti. Bu düşüşe bir dur demek için de hemen ikinci büyük silahını, Superman’i devreye soktu ve “Man of Steel” adıyla “Iron-Man”e göndermede bulunarak, onunla benzer bir kadere sahip olma umuduyla izleyici karşısına çıktı. Marvel’ın 10 yıla yakın süren yoğun çabalar sonucu elde ettiği üstünlüğü bir iki senede geri almanın hayaliyle yanıp tutuşurken (Osmanlı’nın “batılılaşma” hikayesine benziyor sanki biraz) tek filme birçok meseleyi oldu bittiye getirmenin azizliğine uğradı. Öyle ki ikinci bir Superman filmini boş verip hemen Avengers’a rakip olmaya kalktı ve “Batman v Superman: Adaletin Şafağı”nı duyurdu. Büyük umutlar bağladığı bu filmin reklamını öyle çok yaptı ki, haliyle izleyicinin de beklentisini fazlasıyla yükseltti. Ve bu gidişle sabırsızlığının cezasını da çekecek gibi görünüyor.
Filmden –sürpriz bozmaksızın– bahsetmek gerekirse “Man of Steel”de yaptığı hataları yineliyor yönetmen Zack Snyder. 151 dakika olmasına karşın olayların gelişim hızıyla izleyiciyi şaşırtmayı başarıyor. Lex Luthor’u (Jesse Eisenberg) biraz Joker’e (Heath Ledger) benzetmeye çalışırken karakteri özünden uzaklaştırıyor. Batman’e değinmekten biraz kaçınıp filmin merkezine Superman’i oturtuyor ve film ilk açıklandığındaki “Batman vs Superman” konseptinden çok çabuk vazgeçiyor, yan karakterleri işin içine aceleyle dahil ediyor. Ancak Snyder’in yeni bir seri başlatmaktansa Nolan’ın Batman’ini de hikayenin içine katması hoş. Hikayedeki detayların Marvel yapaylığından uzak durması ise önemli bir artı.
Açıkçası “Batman v Superman: Adaletin Şafağı”nın beklentileri karşılayamamasının temel sebepleri DC’nin aceleciliği ve Nolan’ın olağanüstü Batman’i. Zira o seriden sonra dürüst olmalım, kimse Ben Affleck’i görmek istemiyor siyah kostümün altında. Yine Smallville’den sonra hala alışamıyor insan Henry Cavill’e. Fakat benim için “Batman v Superman: Adaletin Şafağı” oyunculuklarına ve senaryosundaki aceleciliğe rağmen yine de Avengers’ın, özellikle de Age of Ultron’un üzerinde bir yapım. En büyük artıları da giriş sahnesi ve daha önce de dediğim gibi yapaylıktan uzak durması, kahramanların yanı sıra halkı ve şehri de dikkate alması. Ama yine de çok büyük beklentiler içinde olmamak gerek, uyarmadı demeyin!