Amerika’nın bittiğini söylediği, ancak hala devam eden ayrımcılığın yasal çerçevesinde yapıldığı bir durumu konu alıyor “Soy Nero”. Siyah-beyaz ayrımının kesin olarak bittiğini vurgulayan ve Obama’nın gelişiyle de bunu resmileştiren Birleşik Devletler, yine de insanları sınır dışı etmeye devam ediyor.
Los Angeles’ta yaşamış, ardından da okul çağında sınır dışı edilmiş Nero’nun sınırı geçme macerasıyla başlayan film, Nero’nun sınırı geçtikten sonra abisini bulup kendini güvence altına alması süreciyle ilerliyor. Ancak abisinin Beverly Hills’te yaşıyor olmasının garipliğini fark etmeyen Nero, gerçeği öğrenmesiyle birlikte kapı dışı ediliyor; güvence altına aldığı yaşamı yeniden kaybediyor. Abisinin sahte kimliğiyle Amerikan Ordusu’na girmeyi başaran Nero, siyahilerin aşırı ırkçı yaklaşımına karşın Amerika’da büyümüş biri olarak kimliğini geri kazanmak için orduya katılmak zorunda olduğunu anlatıyor. Sınır koruma görevi –Amerika’nın şark hizmeti de diyebiliriz– sırasında pusuya yakalanan Nero ve arkadaşları kaçmaya ve hayatta kalmaya çalışsa da düşman peşini bırakmıyor. Ancak bir şekilde hayatta kalmayı başaran Nero, orduya hizmet vermesine karşın sınır dışı edilmekten kurtulamıyor.
Senarist ve yönetmen Rafi Pitts filmi final hariç üç ana parçaya ayırırken üçünde de ayrı ayrı kimlik sorununu işliyor. Sınırdan Los Angeles’a olan süreçteki araba yolculuğunda Amerika’nın “riyakar” yüzünü keşfediyor, abisinin yalanları yüzünden yine sınır dışı edilme ihtimaliyle karşılaşıyor, askerlikte de ırkçılığa maruz kalıp Amerikan vatandaşı olmamakla itham ediliyor. Fakat yine de vatandaşlık hakkını elde etmekten vazgeçmeyen Nero, eninde sonunda kapı dışarı edildiğinde birçok Yeşilkart alabilmek için orduya hizmet veren fakat sonunda deyim yerindeyse avucunu yalayan, Amerika’nın “modern” ayrımcılığına kurban gidenlerden biri oluyor.