“Sessizliğin Bakışı” (“The Look Of Silence”) 1065-66 yıllarında Endonezya’da gerçekleşen ve milyona yakın komünistin müslüman “komandolar” tarafından öldürüldüğü sürecin en korkunç yanını sisler dağıldıktan yıllar sonra gözler önüne sarıyor. Vicdan azabının yanı sıra vahşetin nasıl ve neden gerçekleştiğini irdeleyen belgesel, bugünün dünyasını anlamak adına büyük öneme sahip.
Mert Tanöz
“Sessizliğin Bakışı” (“The Look Of Silence”) 1965-66 yıllarında Endonezya’da yaşanan katliamı anlatan bir belgesel. Joshua Oppenheimer’ın 2012 yılındaki “Öldürme Eylemi” (“The Act Of Killing”) devamı niteliğine sahip belgesel bu kez eylemler, değil, eylemin “sonuçlarını” irdeliyor. Adi’nin komünist olan ve bu sebepten ötürü temizleme operasyonlarında öldürülen abisinin katilleriyle yüzleşmesi üzerinden gelişen film, kendilerini dindar olarak tanımlayan bu katillerin pişmanlığını gözler önüne seriyor.
Katliamın gerçekleşme sebebi Endonezya’daki 30 Eylül Hareketi. 30 Eylül 1965’te generallerin kaçırılması ve bunlardan altısının öldürülmesinden ordu ve hükümet Endonezya Komünist Partisi’ni (PKI) sorumlu tuttu. İki milyona yakın üyesiyle en büyük komünist partilerden biri olan PKI’ye karşı hemen harekete geçen ordu, milyona yakın üyeyi topladı. Fakat belgeselde de açıklandığı üzere dünya basınını “Endonezya Ordusu Katliam Yaptı” haberlerinden uzak tutabilmek için ordu, olayı bir iç mesele olarak göstermeye karar verdi. Bunun için de kendini dindar olarak anan Müslüman kesimi komünistlerin ateist olduğu sözleriyle kışkırttı. Ardından da ateistlerden kurtulmak için yanıp tutuşan ve bu pisliği temizleyerek kahraman olmak isteyen gruplar asker gözetiminde resmi olarak 500 bin üzeri, ancak tahminen milyona yakın komünisti vahşice katletti.
“Sessizliğin Bakışı” belgeseli hem bu vahşetin nasıl işlendiğini korkutucu ve rahatsız edici detaylarla yeniden anlatıyor hem de katillerin her anlamda vicdansızlığını gözler önüne seriyor. Adi’nin katillerle olan yüzleşmeler sırasında kendini sonradan tanıştırmasıyla hal ve tavırlardaki değişim görülüyor. Örneğin biri önce kendin kahramanlığıyla övünürken, Adi’nin abisinden söz açılması ve Adi’nin kimliğini açıklamasıyla utanç duygusu yaşıyor. Ya da bir başkası söz gerçeklere gelince sinirlenip açıklama yapmaktan kaçınıyor. Fakat bütün bu yüzleşmelerde ortak olan korkunç bir nokta dikkat çekiyor, o da bu utanç ve öfkelerin vicdan azabından kaynaklanmadığı. Her ne olursa olsun katiller, işledikleri katliamın arkasında, yine olsa yine yapacaklarını savunuyorlar. Duydukları rahatsızlık ise belki köklerini kurutamamış olmanın verdiği nefret belki de karşılarındaki komşularının duymadığı intikam arzusu. Ne olursa olsun yaptıklarından gururlu olmaları ve bunu savunmaktan vazgeçmemeleri asıl korkutucu olan, gözlerinin açılmamış olması.
Belgeselin en korkunç noktası ise insanın izlerken duyduğu garip duygu. Anlatılanlar, yaşananlar her insana yakın, her insana tanıdık geliyor. Bunun nedeni ise Endonezya’da yaşananların her ülke, her millet, hatta her kabile tarihinde yaşanmış olması. Değişimi, farklı düşünceyi kabul etmeyen gücün, karşısındaki “tehdidi” savurma şekli. Fakat bu yakınlığın, tarihsel bilginin yarattığı algının yanında yakın tarihteki hemen hemen her kara parçasının yaşadığı bir sorun söz konusu. Bugünün sistemi içerisinde, gücün elde edimi ve etrafındakileri yönlendirmesi konusunda bugün her yerin birbirine benziyor oluşu. Ve hepsinden çıkan sonuç öyle ya da böyle aynı, bir katliam. Çünkü insanlar öldürülmese de, hapislere düşmese de eğer bir görüş söndürülüyor, bunun için de güç kullanılıyorsa bu bir katliamdır. 65-66 yıllarında yaşanan da dünyanın her noktasında yaşanmış binlerce katliamdan biri; yalnızca çok daha kanlı, çok daha vahşi.