“Birkaç gün önce New York’ta yürürken, bir camda yansımamı gördüm ve korkudan çığlık attım. Sonra eşime, ‘iki ayaklı bu domuz da kim?’ diye sordum. ‘Sensin hayatım’ deyince inanmak istemedim!”
Alfred Hitchcock
Tuncer Çetinkaya
Sinema tarihinde Alfred Hitchcock kadar ilgi uyandıran başka bir yönetmen daha olmamıştır. Sosyolojiden psikanalitik okumalara, feminist yorumlardan siyasi açılımlara, her üretimi derin analizlere tabi tutulan yönetmen, verdiği söyleşilerde gösterdiği performansla da diğer yaratıcılardan ayrıksı bir yere sahiptir. Kağıtların stüdyo sisteminin kurallarına göre dağıtıldığı oyunlarda, “çizgi dışında” kalabilmesinin bunda önemli bir rolü vardır; ayrıca en çok da Yeni Dalga eleştirisi sayesinde, büyük olasılıkla kendisinin de beklemediği ölçüde hayranlık uyandırmıştır sinema yazınında. Yine de benzer referanslara sahip olan John Ford ve Howard Hawks‘tan ayrılan bu çekicilikte Hitch Amca’nın kişisel becerilerinin de payı bulunmaktadır.
Agora‘nın daha önce yayınladığı, Zizek ve arkadaşlarınca kaleme alınan tezleri ve bu kapsamdaki incelemeleri bir kenara bıraktığımızda, usta yönetmeni söyleşiler bazında tanımamızı sağlayan iki önemli eserle karşılaşıyoruz: Bunlardan ilki, yıllar önce Afa Sinema‘dan yayınlanan ve yeniden basımını dört gözle beklediğimiz Truffaut imzalı çalışma. Hitch’in büyük bir hayranı olan Fransız yönetmenin filmleri merkeze alarak gerçekleştirdiği bu uzun söyleşi / kitap, türünün en önemli yapıtlarından biri olarak nitelendirilmekte. Peter Bogdanovich‘in “Who the Devil Made It” adlı çalışması ise ne yazık ki Türkçe’ye henüz kazandırılmadı. Bu kitabın, Truffaut söyleşisinde altı yeterince çizilmeyen konulara açıklık getirdiği söyleniyor.
Sidney Gottlieb tarafından derlenen ve 20 söyleşiden oluşan yeni kitap ise yönetmenin (eğer kaldıysa) portresindeki eksik parçaları tamamlamak adına yeni olanaklar içeriyor. Gottlieb, önsözde; Bazin, Truffaut, Chabrol gibi ustalara atfen, Hitchcock‘un söyleşilerde sergilediği tartışmalı performansın altını çiziyor. Buna göre yönetmen, ciddi sorularda “sessiz, şaşkın bir tavır” takınıyor ve kimi anlarda da “manipülatör” ve bazen de “sorumsuz bir yalancı” kimliğine bürünüyor. Gerçeği yakalamak ise birden fazla röportajda, benzer içerikteki sorulara verilen farklı yanıtlar arasında bir eleme yapmak zorunda olan okuyucuya kalıyor.
Norah Baring‘den Oriana Fallaci‘ye, Huw Wheldon‘dan Janet Maslin‘e pek çok gazeteci ve yazarın imza attığı söyleşiler arasında özellikle iki ismin öne çıktığı söylenebilir: Basın toplantısının ardından özel soru kabul etmeyen yönetmene, “halının altındaki nedir?” sorusunu yönelterek, on dakikalığına da olsa onunla konuşan (durumu “mucizeyi başarmak” şeklinde nitelendiriyor) Chabrol ve Andy Warhol. Çağının en çılgın sanatçılarından olan ve underground filmleriyle de tanınan Warhol‘un doğaçlama soruları, kitabı da renkli bir hale getiriyor.
Bunların dışında Fallaci‘nin “Bay İffet” olarak tanımladığı yönetmene öldürücü soruları (suçluların filmlerinden yararlandığı tespitine, “gururum okşandı” yanıtını veriyor Hitchcock), Maslin‘in auteur teorisi ve Raymond Chandler hakkında düşüncelerini sorguladığı söyleşi, Samuels‘in Bergman ve Antonioni sinemasına dair görüşlerini masaya yatırdığı Encountering Directors çalışması özellikle dikkate değer.
Kendi sineması ve özel yaşamını bu denli yalınlıkla, kimi zaman da hınzırca ortalığa seren; tutarsız anları bir yana, birkaç kelimeyle bilinçaltını açık ediveren sevimli şişmanı çok daha yakından tanımak için, Nazlı Pakkan tarafından çevrilen bu eseri tavsiye ederiz.
“Benim için iyi bir yahni, eşimin tatlı ve küçük burunlu olmasından daha değerli” veya “dünyada beni en çok mutlu eden şey yemek yemek, içki içmek ve uyumak” diyen ölümsüz bir sanatçıyı anlamak için…