Yazar, şair, denemeci ve eleştirmen Nurullah Ataç’ın seyrettiği filmler ve sinema-kinema kararsızlığı…
Ege Görgün (Landlord)
“Doğrusunu isterseniz insanlığı, sinemadan önceki, sinemadan sonraki diye ikiye ayırabiliriz: sinema bizim dünya görüşümüzü, tabiatı, insanları anlayışımızı değiştirdi.”
Erken Cumhuriyet dönemi yazın ve sanat hayatımıza damgasını vurmuş olan Nurullah Ataç (1898 -1957), sinemanın 50. yılında kaleme aldığı bir gazete yazısında böylesine önemsiyor sinemayı. (Ulus, 4.2.1946) Elbette bu önemseme sinemanın sanatsal yönüne değil, toplumsal etkilerine vurgu yapmayı amaçlıyor.
Yazı hayatına tiyatro eleştirileriyle başlayan Ataç’ın sinemayla mesafeli bir ilişkisi olduğu görülüyor. Yine de aynı yazısında “Tiyatroyu göklere çıkarırcasına övüp de sinemayı kötülemeye kalkanlara kanmayın, ne dediklerini bilmiyorlar. Onlar daha sinemanın tiyatrodan büsbütün başka, apayrı bir sanat olduğunu bile anlayamadılar,” demekten de geri kalmıyor.
Nurullah Ataç’ın en çok bilinen özelliği elbette dilimizin sadeleştirilip özleştirilmesi konusundaki cansiperane militanlığı ve çabalarıdır. Yazılarında kimi zaman yabancı kökenli kelimelerin yerine ilk defa duyulmuş öztürkçe kullanımlara yer vermiştir ki, başka önemli edebiyatçılarımız onu anlaşılmaz şeyler yazmakla ve uydurma dil kullanmakla itham etmişlerdir. Bu ihtilaf yüzünden bazı can dostlarıyla arası düzelmemek üzere bozulmuştur. Ataç onlara ithafen şu satırları yazacaktır.
“Uydurma dil dediler mi, bir şey söylediklerini sanıyorlar. Söyleyim ben size; Bu uydurma sözünü, Türkçecilik akımına karşı bir silah diye kullanmaya kalkanlardan ne dediğini bilen, şöyle gerçekten düşünerek konuşan bir tek kişi tanımıyorum. Evet, uyduracağız, bizim yaptığımız, uydurduğumuz kelimeler de yavaş yavaş halka işleyecek, eski Arapça, Farsça kelimelerin işlediği gibi. Onların yerini tutacak.”
Ataç’ın dil konusundaki hassasiyeti “sinema” konusunda da açığa çıkmıştı. 1953 ve 1957 yılları arasında kaleme aldığı günlük yazılarının ve notlarının biraraya getirildiği Günce adlı eserinden alıntılıyoruz:
“Bugün kinemaya gittim. Moulin Rogue’u görmeye. (biliyorum “kinema” dediğim için alay edecekler, benimle etsinler, o tilciği “s” ile yazmağa elim varmıyor. En iyisi ona da Türkçe bir karşılık aramalı, bir ad bulmalı.)”
Ataç’ın filmle ilgili diğer itirazı ise tam aksi istikamette oluyor. Filmin isminin “Kırmızı Değirmen” olarak Türkçeleştirilmesine karşı çıkıyor. Filmin ABD’de Moulin Rogue adıyla gösterilmesini örnek veriyor ardından.
“…Amerikalılar’da isteseler ‘Red Floss’ diyebilirlerdi. Özel adlar çevrilmez, Moulin Rogue da Paris’te bir eğlence yerinin adı, değirmenle, meğirmenle alakası yok.”
Nurullah Ataç geri adım mı atmıştı yoksa ilerleyen rahatsızlıkları vefatına yakın hafızasını mı köreltmişti bilinmez, aynı kitapta yer alan ve aynı yıl içinde yazılmıl olma ihtimali yüksek bir diğer yazısında “sinema” kelimesini kullanır.
“Geçenlerde Arka Pencere diye bir film gelmişti, pek övdüler bende gidip gördüm. Utanıyorum söylemeğe. Beğenmedim onu. Yalnız beğenmedim de değil: Çok kötü buldum… Bilirsiniz, sevişmeyi suç sayanlardan değilimdir… gelgelelim sinemadaki o uzun uzun dudak dudağa öpüşmelerden iğreniyorum. Yalan oldukları için iğreniyorum.”
Alfred Hicthcock’un başyapıtı Arka Pencere’den hoşlanmayan Ataç, Moulin Rogue’u nasıl bulmuştu peki.
“İyi mi o şerit, güzel bir kinema yapıtı mı? Kestiremeyeceğim. Çok yerlerinde sıkıldım. Uzattıkça, uzatmışlar. Öz konu ise işlenmemiş. Nedir öz konusu? Fransız bedizcisi (ressamı) Toulouse-Lautrec’in yaşamı.”