Sivas; Yozgat Yerköy’de yaşayan insanları, ilköğretim çağındaki başkahramanı Aslan üzerinden tanımlamaya çabalıyor. Uçsuz bucaksız arazide günlük işlerinin yanı sıra köpek dövüşüyle ilgilenen bir grup insanın yaşamını anlatıyor. Venedik Film Festivali’nde yarıştıktan sonra Antalya’da Altın Portakal kovalayacak olan yapımı özel bir gösterimde izleme fırsatı bulduk.
Serkan Çellik
Ağzından küfür eksik olmasa da çekingen ve duygusal bir çocuk olan on bir yaşındaki Aslan bir gün dövüşte yaralanıp öldü diye bırakılan Sivas adlı köpeği evine alır. Normalde köpeklerden korkan çocuk Sivas’a gözü gibi bakarak eski gücüne kavuşmasını sağlar. Bu uğurda okula bile gitmez, otoriteyi hiçe saymaya başlar. Şaka kaldıramayan, agresif, duygularını tam ifade etmekten yoksun Aslan; yaşıtlarından kısa, çelimsiz ve sönük bir çocukken; yanına aldığı köpek sayesinde bir süre sonra kendini güçlü hissetmeye başlar. (Köpek=Silah mı?) Okula gitmemeyi övünülecek bir şey sayıp, çıkış ziline denk getirdiği anlarda köpeğiyle sınıf arkadaşlarına hava atmaya başlar. Sigara içerek, içenlere atfedilen sıfatlara nail olmak için çabalamaya varan bu büyüme/güçlenme hırsı; onu, hayvan sevgisiyle kurtardığı köpeği bizzat dövüştürmeye kadar götürür.
Neo, Matrix evreniyle tanıştığında kuralları sırayla ve deneyimleyerek öğrenmişti. Bu aslında bir anlatım tekniğiydi ve biz de seyirci olarak yaratılan evrenin kurallarını onunla birlikte öğrenmiş oluyorduk. Sinema tarihinde bu senaryo kalıbını elbette ilk kez The Matrix kullanmadı ancak son on beş yılda hakkını en iyi o verdi. Popüler bir film üzerinden örneklendirdiğimiz bu senaryo yapısı, bir şekilde Sivas’ın sayfalarının da ana iskeletini oluşturmuş. İlköğretim çağındaki Aslan, erkekler dünyasının büyükten küçüğe aktarılan kurallarını izleyici ile birlikte tanıyor, fakat matematik tam anlamıyla işlemiyor. Çünkü Anadolu köylerine ve Türk erkeğine en azından biz yerli izleyiciler Neo’nun Matrix’e olduğu kadar yabancı değiliz. Füze uçurmak, yoktan boğuşmak ve saklambaç gibi oyunlarla başlayıp hayvancılıkla geçinen insanların evlerinin güzellemesine uzanan giriş bölümleri tam da bu sebeple yerli izleyici için etkileyici olmaktan uzak. İlk köpek dövüşü sahnesine kadar filmden nabız almak mümkün değil. Sonrasındaysa yine tempoda çöküşler ve duraklama dönemi. Konvansiyonel sinemanın giriş gelişme sonuç şeklinde bölümlenmesine yüz vermeyen yönetmen, düşük tempolu bir anlatıma yönelerek perdede gördüklerimizi sindirmemizi istemiş olabilir. Ne var ki oyunculuklar bunu kaldıracak kadar güçlü değil.
Her yeni çocuk oyuncuya “büyük keşif” damgası vurmaya teşne izleyiciye Aslan rolündeki Doğan İzci sevimli gelebilir. Şahsen çocuğun fazla yönlendirildiğini ve bunun da mimiklerine yapaylık olarak yansıdığını düşünüyorum. Sürekli çaba sarf ederek kaşlarını çatması ve Kenan İmirzalıoğlu misali, sinirlendiğini ifade etmek için yapabileceği tek şeyin burun kanatlarını oynatmak olduğunu düşünmesi olsa olsa oyuncu koçunun zorlamasıdır diye düşündüm. Öte yandan muhtar rolündeki Muttalip Müjdeci’yi hayranlıkla izledim ve Bir Zamanlar Anadolu’da tadı aldım.
Sivas ne anlatıyor diye düşününce ilk akla gelen masumiyetin kayboluşu oluyor. Annesini, sınıfında bir kızı, evdeki atı ve yaralı köpeği sevebilen Aslan; mahalle baskısı ve erkek dediğin böyle olur söylemleri arasında ruhen katılaşıyor. Muhtarın “it dediğin itliğini yapacak” söylemi, “erkek dediğin erkek gibi davranacak” kapısına çıkıyor. Bundan uzun uzun bahsetmek yerine, filmin en iyi kotarılmış sahnesi olduğunu düşündüğüm kilit niteliğindeki jandarma çevirmesine eğileceğim. Köyün ve ailenin büyükleriyle birlikte köpeğini dövüştürmek için şehirlerarası yolculuk eden Aslan’ın içinde bulunduğu araç rutin kontrol amacıyla jandarma tarafından durduruluyor. O sahnede evrak kontrolü yapan askerin karşısındaki bir araba dolusu erkeğin çaresizliği görülmeye değer. Muhtar “ben şuranın muhtarıyım” bile diyor ancak otoritenin umurunda değil. Aslan’a büyüklük taslayan yarım akıllı ağabey de, muhtar da, diğer özgüveni yüksek erkekler de; köylerinden (çöplüklerinden) çıktıkları anda birer hiç oluyorlar. Ağızlarını açıp karşı çıkacak güçleri bile yok. Jandarma devam etmelerini söyleyip baş başa kaldıkları andaysa küfrün bini bir para, mangalda kül bırakmıyorlar. Asarlarmış da, keserlermiş de, ellememişler… Aslan’ın olmasını istedikleri erkek (kendileri) gerçekte bu kadar aciz. Dışarda kedi, evde karısına çocuğuna aslan misali, köylerinde kral gibi gezinen bu erkekler tanınmadıkları bir coğrafyaya adım attıkları anda küçülüyorlar. Kaan Müjdeci’nin filmindeki en etkileyici ve önemli tema bu.
Sivas bir ilk filme göre teknik anlamda oldukça başarılı, acemilikten uzak. Öte yandan Türk sinemasının geldiği nokta düşünülürse vasat bir iş ama Kaan Müjdeci’nin iyi filmler çekebileceği ile ilgili umut veriyor.
Sivas
Yönetmen: Kaan Müjdeci
Senaryo: Kaan Müjdeci
Oyuncular: Doğan İzci, Çakır, Hasan Özdemir, Ezgi Ergin
2014 / Türkiye
Basın toplantısından notlar: Kaan Müjdeci ve ekibi filmin gösteriminin ardından soruları cevapladı. Kameralar karşısında küfür etmekten çekinmeyecek kadar rahat tavırlarıyla dikkat çeken Müjdeci’nin kişiliği ile de tartışma konusu olacağını öngörmek zor değil. Venedik’ten ödül beklentisi olmadığını, kendini yarışacak gibi hissetmediğini “Dünya Kupası’na gitmiyoruz sonuçta” şeklinde ifade eden yönetmen, tahta aslan götürüp boyayacakları gibi şakalar yaptı. Filmin Neşet Ertaş’a adanmasının sebebi sorulduğunda Ertaş’ı “bozkırı en iyi anlatan kişi” olarak işaret etti. Toplantının en can alıcı sorusu “sinemasal referanslarınız neler” idi. Müjdeci bu sorudaki Paramparça Aşklar Köpekler benzetmesine sinirlenip tepki gösterdi. “Hiç referansım yok, o filme çekimler boyunca gıcık oldum, gittim köye, çekerken öğrendim” dedi. Kiarostami benzetmesini ise “o filmi izlemedim” diyerek reddetti.