“Filmlerimi izlerken tuvalete gidebilir, sigara molası verebilir, dolaşıp gelebilirsiniz ve hiçbir şey kaçırmazsınız.”
Yukarıdaki sözlerin dışında “Bir gün herkes 15 dakikalığına meşhur olacak” deyişinin de sahibi ve Pop-Art Sanat Akımı’nın en önemli temsilcilerinden Andy Warhol; yeni bulunan çalışmaları ve bir sergi projesiyle yeniden gündemde. Bu yazıda, genellikle plastik sanatlar kapsamında ürettiği eserlerle tanınan sanatçıyı, ilginç yaşam öyküsünün yanı sıra, underground bakış açısının damgasını vurduğu filmlerini de merkeze alarak incelemeye çalıştık.
Tuncer Çetinkaya
Andy Warhol (gerçekte Warhola), 6 Ağustos 1928’de Pittsburgh, Pennsylvania’da, Rus ve Slovak kökenli yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Çocuk yaşlarda Vitus denilen ve yaşamı boyunca etkilerinden kurtulamayacağı bir hastalığa yakalandı. Sinir sistemini zedeleyen ve istem dışı hareketler yapmasına neden olan bu hastalık yüzünden zaman zaman yatağa bağlı yaşıyordu. Sanatçının hastalık hastası yapısı ve doktorlara duyduğu korku / öfke, bu dönemin eseriydi. Yatalak olduğu dönemlerde çizimler yapan, radyo dinleyen ve film yıldızlarının posterlerini biriktiren Warhol için popüler kültürün peşine takılmanın etkileri oldukça büyük olacaktı.
Pittsburgh’daki Carnegie Mellon Üniversitesi’nde aldığı sanat eğitiminin hemen ardından, 1949’da New York’a taşınarak illüstratör olarak çalışmaya başladı. Glamour Dergisi‘nin sanat editörü Tina Frederiks’le tanıştıktan hemen sonra bu dergi için çizimler yapmaya başlayan Warhol’un aldığı ilk iş, “Başarı, New York’ta Bir İş Sahibi Olmaktır” başlıklı yazıya hazırladığı illüstrasyonlardı. Yazı yayınlandığında ismi yanlışlıkla Andy Warhol olarak yazılan tasarımcı o günden sonra soyadının son harfini hiç kullanmadı. Sade ancak karakteristiği olan mürekkep çizimleriyle kısa zamanda adını duyurdu. Erken dönem çalışmaları daha sonra New York’taki Bodley Gallery’de sergilenecekti.
İlk kişisel sergisini 1952’de New York Hugo Galerisi’nde açan Warhol, Truman Capote‘un hikayelerini resimlendirmek için çizdiği illüstrasyonları sanatseverlerle buluşturmuştu. 1953-1955 tarihleri arasında bir tiyatro topluluğu için sahne tasarımları da yapan sanatçı, saçını gümüş rengine boyattı. Aynı dönemde ilk kitaplarını da yayımlayan Warhol’un eserleri 1956 yılında New York Modern Sanat Müzesi’nde sergilendi.
Dick Tracy, Superman, Temel Reis gibi çizgi roman kahramanlarını resmeden Warhol, Coca Cola şişelerini de kullanıyordu. Sanat eleştirmenleri Warhol’un yeteneğinin farkına 1961’de vardılar veçizimlerini yaptığı dolar banknotları ve Campbell marka çorba kutusu üzerine yaptığı tasarımları, “Yeni Gerçekçilik” ismi verilen bir pop-art sergisinde sergilendi. Bu sergiyle büyük başarı kazanan Warhol, artık New York’taki sanat çevresi tarafından isminden övgüyle söz edilen bir tasarımcı olmuştu. 1963 yılında “Fabrika” adını verdiği stüdyosuna taşınarak “Red Jeckie” ve “Flower” ismini verdiği resim serilerini çizmeye başladı. 1964 yılına kadar “Fabrika”da 2000 kadar resim yapan ve bir çok film çeken Warhol; Marilyn Monroe, Troy Donahue ve Elizabeth Taylor gibi ünlü isimleri resmettiği çalışmalarıyla da oldukça popüler olmuştu. Amerikan popüler kültürünün öne çıkan imajlarını kullanmayı seven sanatçı, çalışmalarında günlük hayatta herkesin kullanageldiği nesneleri; para, ayakkabı, yiyecek, ünlüler ve gazete kupürlerini ele alıyordu.
Çektiği kısa filmlerle Bağımsız Film Ödülü’nün de sahibi olan ve “Empire” ve “Sleep” isimli iki deneysel uzun metrajlı filmin de yönetmenliğini yapan Warhol’un “Empire” isimli filmi sekiz saat sürüyordu. Empire State Building‘in karşısına konulmuş bir kameranın 8 saat boyunca sabit bir noktada çalıştırılmasıyla kaydedilen görüntülerden oluşan filmindeki temayı, diğer çalışması “Sleep“te de kullandı. “Sleep”, uyumakta olan bir insanın 6 saatlik uykusunu görüntülüyordu.
1965 yılında sürpriz bir kararla artık resim yapmayacağını açıklayan Warhol, bu kararına 1972 yılına kadar sadık kaldı. Bu süreç içinde müzik grubu Velvet Undreground‘u keşfeden sanatçı, modellik yapan Nico‘yu Lou Reed, John Cale, Sterling Morrison ve Maureen Tucker‘dan oluşan Velvet Undreground‘da vokal yapması için ikna etti ve grubun ilk albümlerinin prodüktörlüğünü de yaptı. Albüm müzik eleştirmenleri tarafından “O döneme kadar yapılmış en etkileyici albüm” olarak göklere çıkartıldı ve Warhol, albümün konsepti üzerine “Exploding Plastic Inevitable” (Kaçınılmaz plastik patlaması) isimli multimedya bir gösteri hazırladı. Açılışı 1966 yazında gerçekleşen gösteride ana sahnede grup müzikal performansını gösterirken, yan sahnelerde müzikle uyumlu görsel unsurlar kullanılıyor, renkli ışıklar ve filmler sahneye ve grubun üzerine yansıtılıyordu. Gösterinin seyirci üzerindeki etkisi şok edici oldu ve daha sonra Lou Reed’in biyografisini yazacak olan Diana Clapton, gösteri için “Cehennemin bekleme salonu” ifadesini kullandı. Velvet Underground’la Andy Warhol’un yolları Lou Reed’in gruba yeni bir prodüktör bulmasıyla ayrıldı.
3 Haziran 1968’de Warhol’a, radikal bir feminist olan Valerie Solanis tarafından suikast girişiminde bulunuldu. Anında tutuklanan Solanas, Warhol için “Hayatım üzerinde bu kadar kontrol sahibi olmasından rahatsızdım” açıklamasında bulundu. Ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılan Warhol ise göğsünden aldığı üç yara nedeniyle önce öldü sanılmıştı; ancak kalp masajıyla hayata döndürülen sanatçı iki ay kadar yatağa bağlı yaşamak zorunda kaldı.
70’li yıllarda biraz daha sakin bir hayat sürme kararı alan Warhol, zamanının çoğunu Michael Jackson, Mick Jagger, Liza Minelli gibi ünlü isimlerin portrelerini yapmaya ayırdı. Bu dönemde “Interview” isimli dergiyi de kuran sanatçı, “The Philosophy of Andy Warhol” isimli kitabını da yayımladı.
80’lerde maddi olarak çok güçlenen Warhol, Jean-Michel Basquiat‘ın da aralarında olduğu genç sanatçılara destek vermeye başladı. Andy Warhol 22 Şubat 1987’de, 58 yaşındayken New York’ta hayata gözlerini yumdu. Yoko Ono’nun konuşmacı olarak katıldığı bir cenaze töreni ile Pensilvanya’daki Bethel Park mezarlığına defnedilen Warhol, sıra dışı tarzına rağmen kendini her zaman dini bütün bir insan olarak tanımlamış, fırsat bulduğu her an New York’taki kimsesizler evlerinde gönüllü olarak çalışmış, sık sık kiliseye gitmiş, rahip olmak için eğitim gören yeğenini her açıdan desteklemişti. Amerika’nın bir sanatçıya adanmış en büyük müzesi, Pensilvanya’daki Andy Warhol Müzesi’dir. İçinde sanatçıya ait yaklaşık 12,000 çalışma bulunmaktadır. Sanatçının New York’ta Warhol Vakfı, Slovakya’da da bir Warhol Aile Müzesi bulunmakta.
Warhol’un doğduğu şehir olan Pittsburgh’da bulunan Andy Warhol Müzesi Film ve Video Bölümü Küratörü Geralyn Huxley, Andy Warhol’u şöyle anlatıyor:
“Warhol’un filmlerinin tümü 1963 ve 1972 arasında çekilmiş. Çoğunda senaryo yok, kamera öylece duruyor. Warhol sanat eserlerinde ve ünlü portrelerinde ikonik gösterdiği insanların aksine film ve videolarında insanların günlük hallerini sunuyor. Yemek yerken, saçını tararken, günlük işlerle uğraşırken görüyorsunuz insanları. Ve sıradan işlerin aslında ne kadar etkileyici ve ilginç olabileceğini anlıyorsunuz. İnsanlar olduğu gibi. Hikâye yok, kurgu yok, öylece bakıyorsunuz. Kamerayı koyuyor ve görüntülerle nasıl bir ilişki kuracağınıza kendiniz karar veriyorsunuz. Size bağ kurmanız için imkan tanıyor. Çoğu kişi bunların reality şovların başlangıcı olduğunu söyler ama aslında o şovlar da kurgudur. Warhol’da kurgu gerçekten hiç yoktur.”