Bundan tam 30 sene önce, şimdi death metalin babası olarak andığımız Chuck Schuldiner, Orlando’da Mantas adında bir grup kurdu. 1984 senesine geldiğimizde grup provalarını albümler halinde yayınlamaya başladı ve Death by Metal adlı albüm metal müzik çevrelerinde büyük yankı yarattı. Bunun üzerine Chuk hemen Death adında yeni bir grup kurdu. Grubuna Death adını vermesinin bir sebebi de 1976’da ölen kardeşi Frank’in ölümüyle yaşadıklarından olumlu bir şeyler çıkartmak istemesiydi.
Çağatay Koparal
1991 yılına kadar birçok demo ve üç güzide stüdyo albümü (Scream Bloody Gore-1987, Leprosy-1988, Spiritiual Healing–1990) çıkartan, sık sık eleman değişikliklerine giden Death, artık iyice bilinir olmuştu. Metal müzik dünyasının nam-ı diyar şairi Chuck ise her zamanki yerindeydi. 90’lı yıllar geçerken Death, Human(1991), Individiul Thought Patterns(1993) ve Symbolic (1995) albümlerini piyasaya sürdü ve Death Metal: 101 derslerini vermeye devam etti.
1998’e geldiğimizde Death’in kadrosu şu şekildeydi; Chuck Schuldiner(Vokal-Gitar), Shannon Hamm(Gitar), Scott Clendenin(Bas Gitar), Richard Christy(Davul). Bu kadro Sound of Perseverance adında, 9 şarkı içeren, 56:17 dakika uzunluğunda bir albüm yayınladı. Albümün prodüktörlüğünü öncekilerinde olduğu gibi Chuck üstlendi.
Albümün tınısı önceki albümlere göre daha teknik ve daha progressive olarak değerlendirilebilir. İncelemek için bu albümü seçme sebeplerimden birisi de albümün benim için uzun bir ‘roller-coaster’ yolculuğuna benzemesidir. Hazırsanız bu uzun soluklu ‘roller-coaster’ yolculuğumuza başlayalım.
Scavenger of Human Sorrow
“The weapon of choice used by a scavenger of human sorrow.”
Genelde hız trenleri sakin başlayıp daha sonra hızlanır ama Chuck abimiz bizi dumura uğratan bir başlangıç hazırlamış albüme. Vokallerin önceki albümlere göre daha keskin ve tiz olduğunu çok net görebiliyoruz. Şimdiden söyleyeyim bu albümü dinlerken şarkı sözlerine ayrı bir özen göstermenizi tavsiye ederim. İngilizce bilmiyorsanız, açıp çevirilerine bakın. Şair derken neyi kastettiğimi o zaman anlayacaksınız. Şarkıya gelirsek, sonuna kadar hızını hiç kaybetmeyen, davul ataklarıyla dolu, albümün tamamında olduğu gibi muhteşem gitar sololarıyla cilalanmış bir şarkı. E açılış parçası buysa gerisini siz düşünün artık. Dikkat! Kalp krizi tehlikesi olanlar ve hamileler bu albümü dinliyorlarsa şimdiden bıraksınlar.
Bite the Pain
“Beware of the sharp edged weapon called human being.”
Şarkının başında bizi rayların üzerinde yükselten Chuck abimiz, öyle bir yerde düşüşe geçiyor ki sürtünmeden dolayı 6,5 saniye boyunca bütün ağırlığımızı kaybediyoruz. Bite the Pain death metal severlerin bütün isteklerini karşılayabilecek bir şarkı olarak tanımlanabilir. Özellikle bas gitara dikkat! Her zamanki gibi gitar soloları beyin patlatan cinsten. “Arkadaş bu adamlar hiç mi durmaz?!” diyebilirsiniz. Deme olasılığınız çok yüksek. Ama benden söylemesi, söz konusu Death ise, gerisi teferruattır.
Spirit Crusher
“It comes from the depths…”
Çok doğru! Derinlerden gelen bas riffleriyle hızlı tren yolculuğumuz devam etmekte. Schuldiner hemen kontrolü ele alıp derdini bize anlatıyor. Sonra bir bakıyoruz ki derdi yine boyun kaslarımızı zorlamakmış. Şarkımız ortalarına kadar yavaş denilebilecek bir seviyede ilerlese de 2.30 civarında giren riff sizi neye uğradığınıza şaşırtacak, arkasından gelen Schuldiner ve Hamm soloları, sololara arkada inşaat varmışçasına seri ‘double-bass’larıyla eşlik eden Christy, nabzınızı hızlandıracaktır.
Story to Tell
“I am past, a story to tell, tell it.”
Evet, lütfen Death’in hikayesini bütün tanıdıklarımıza anlatalım. Geldik bana göre albümün en iniş çıkışlı, en progressive şarkısına, rotamızın en eğlenceli yerine. Ayrıca albümün en sevdiğim riffi de bu şarkıda bulunmakta. Oryantale yakın bir tonda başlayan şarkı Schuldiner’ın vokale girmesiyle bize nerede olduğumuzu hatırlatıyor. Şarkı eksiksiz bir şarkı. Şurası şöyle olsaydı demek olanaksız gözüküyor. Dikkatinizi çekmek istediğim dakika ise 3.02. Şu güzelliğe bir bakın! Öyle bir tonda, öyle bir riff giriyor, öyle sololar atılıyor ki şarkının sonuna kadar nerede olduğunuzu unutuyorsunuz kesinlikle.
The Flesh and The Power it Holds
Bir daha yükselip düşmeye hazır mıyız? Bence olmalıyız çünkü Death’in hiç acıması yok bu konuda. Albümün beşinci şarkısı olan bu şarkı, bunu çok rahat bir şekilde söyleyebilirim ki, girişi en akılda kalan şarkılardan bir tanesi. Sizi 1.29 a davet ediyorum. Ancak hasta ve yaşlılar gelmesin, kalp krizi tehlikesi yüksek. Schuldiner’ın sesi belki de en öfkeli halinde. Gitarlar belki en sert halinde. Bu şarkı insanın burnundan kan getirebilir, kanlı öksürüklere sebep olabilir, hatta ve hatta vertigo bile olabilirsiniz. Baştan sonra hız kesmeyen, öfkeli adamlar tarafından kaydedildiği açıkça görülen bir şarkı var karşımızda. “…like a wind upon your face you can’t see it/but you know it’s there, when beauty shows its ugly face/just be prepared…” Schuldiner boşuna şair lakabını almadı ey ahali.
Voice of the Soul
Bu şarkıda grup elemanları bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Bakın biz sadece kafanızı yumruklayan riffler çalıp, boyun kaslarınızı yoran vokaller yapmakla meşgul değiliz. Gördüğünüz gibi gayet melodik ve duygusal bir enstrümental şarkı da yapabiliyoruz. Hız trenimizin en yavaş ama en anlamlı yerlerinden birisine geliyoruz. Gitar öyle bir tondaki sanki bizimle konuşuyor. 5 şarkıdır devam eden hız macerası, bu şarkıda duruluyor.
To Forgive is To Suffer
Önceki şarkıda yavaşladık diye hızı iki katına arttıran Death, albümün sonuna yaklaştığımız bu şarkıda gerçekten muazzam bir eser ortaya çıkartmış. Bir başka teknik ve sık iniş çıkışlara sahip bir şarkı daha. Melodiler can yakan cinsten. Peki ya affetmek üzerine yazılmış şu dizelere ne demeli? “Once or twice is kind/three or four is blind” Çok hızlı bir giriş yapan şarkı orta kısımlarında yavaşlasa da sonlarına doğru bize kimi dinlediğimizi gayet iyi hatırlatıyor.
A Moment of Clarity
“Open my eyes to see a moment of clarity”
Albümün sondan bir önceki şarkısı belki de albümün en geride kalmış, en gözardı edilmiş şarkılarından. Ancak bu şarkının hakkının yendiğini düşünmemek elde değil. Önceki güzide şarkılardan eksik hiçbir yanı yok. Bu şarkıda özellikle davula dikkat edilmeli. Richard Christy şapka çıkartılacak, ayakta alkışlanacak bir iş yapmış. Albüm boyunca belki de ilk defa davullar gitardan daha çok göze çarpıyor diyebiliriz. Belki de Schuldiner ve Hamm’ın sıradışı sololarına aşina olduğumuzdan, belki de gerçekten öyle olduğundan. Ancak ikinci seçeneğin kesinlikle doğru olan olduğunu düşünüyorum.
Painkiller (Judas Priest Cover)
Geldik muazzam albümümüzün son şarkısına. Evet, coverlar tarihinde efsaneler arasına giren bir şarkıyla karşı karşıyayız. Bu şarkıyı dinlerken Schuldiner’ın vokal yetenekleri ve hangi notalara çıkabileceği hakkında reddedilemeyecek bir fikre sahip oluyoruz. Bir şarkı ancak bu kadar güzel coverlanabilir. Bir albüm ancak bu kadar güzel sonlandırılabilir. Söyleyecek fazla sözüm yok. “He is the Painkiller/This is the Painkiller/Wings of steel Painkiller/Deadly wheels Painkiller!”.
Üzücü olan kısıma gelirsek, “Father of Death Metal” olarak bildiğimiz Chuck Sculdiner’a 32. doğumgünü olan 13 Mayıs 1999’da bir çeşit beyin kanseri teşhisi konuldu. Ocak 2000’de Sculdiner başarılı bir ameliyat geçirdi ve kanser hastalığını atlattı. Ancak ailesi hastane masraflarını karşılayamaz duruma gelmişti çünkü söz konusu olan para 70.000 dolardı. Birçok vakıf, hayırsever ve yardım konserleri sayesinde bu masraflar karşılandı. Schuldiner müzik hayatına Control Denied adlı grupla devam etti. Mayıs 2001’de kanser Schuldiner’a geri döndü. Aralarında Kid Rock,Korn ve Red Hot Chilly Peppers’ın da bulunduğu birçok grup onun hastane masraflarını karşılamak için yardım konserleri düzenlediler. Kemoterapide kullanılan “vincristine” adlı ilaç onu çok zayıf düşürdü ve zatürreye yakalandı. Chuck Sculdiner 13 Aralık 2001’de saat 16:00 sularında öldü. Bu bütün müzik dünyası için çok büyük bir kayıptı. Onun Death Metal’e yaptığı katkılar hiçbir zaman unutulmayacaktır.