Obama’nın 2009’da iktidara gelmesiyle birlikte Hollywood’da siyahilerin Amerikan toplumu içindeki dertleri üzerine yapılan filmler gözle görülür bir şekilde arttı. Aynı yıl öne çıkan Precious: Acı Bir Hayat Öyküsü‘nden (Precious: Based on the Novel Push by Sapphire) bu yana yapılagelen filmler, hep bu politik rüzgarın etkisini taşıyordu. IRA’nın efsanevi lideri Bobby Sands’in ölüme değin sürdürdüğü açlık grevini konu alan Açlık (Hunger) filmiyle deyiş yerindeyse gönüllere taht kuran Steve McQueen’in yönetmenliğini üstlendiği, bu seneki Akademi Ödülleri’nde 9 dalda Oscar’a aday olan 12 Yıllık Esaret de (12 Years a Slave), görece bu rüzgarı arkasına alıyor ve bizi Amistad ve Rüzgar Gibi Geçti (Gone with the Wind) gibi Amerikan İç Savaşı öncesindeki kölelik dönemine götürüyor.
Gerçek bir hikayeden uyarlanmış 12 Yıllık Esaret; özgür bir siyahi olan kemancı Solomon Northup, 1841’de müzik yapmak üzere New York dışına çıkıyor ve burada müzisyen arkadaşlarının kurduğu kumpasla Güney’de bir plantasyona köle olarak gönderiliyor. Ve bu esaret tamı tamına 12 yıl sürüyor, dile kolay! Zaten film de Northup’un bu esirlik yıllarını anlattığı, 1853’te 12 Years a Slave adıyla yayımlanan kitaba dayanarak perdeye aktarılmış. Northup, özgür kaldıktan sonra, bütün Amerika’yı dolaşmış, konuşmalar yapmış. Lincoln’ün 1863’te köleliği kaldırdığı ve iç savaşı bitirdiği hareketine de aktif olarak katılmış.
Steve McQueen, Açlık ve Utanç (Shame) filmlerinde, durağan bir biçim kullanarak, insan bedeninin çektiği ızdırapları, beylik laflar söylemeden, yani büyük kurmacaya girişmeden aktarmayı bilmişti. İnsanın içine işleyen sinema diliyle, McQueen son dönemlerde görülen en etkili bağımsız sinemacılardan biri olmuştu bizim gözümüzde. 12 Yıllık Esaret‘deyse, McQueen kendisinden beklenmeyecek tarzda, Hollywood teamüllerine birebir uyan bir denemeye imza atmış. Çatışmanın yüzeyde kaydığı, tansiyonun yer yer yükselip düştüğü ve finalde de eksen karakterle birlikte arındığımız bir katarsis sahnesinin bulunduğu 12 Yıllık Esaret, neredeyse bir Ron Howard, yahut da Ridley Scott’un elinden çıkma bir melodrama benziyor, ne yazık ki.
12 yıllık bir zaman dilimini sıçramalı olarak anlattığı için, dramasında da bazı aksaklıklar boy göstermiş 12 Yıllık Esaret‘in; bir anda parlayıp ortaya çıkan karakterler –Brad Pitt’in canlandırdığı Bass karakteri-, bir anda aksiyon-dışı olan karakterler –Paul Dano’nun canlandırdığı Tibeats karakteri-, hikayenin atomize yapısını dağıtmış bana kalırsa. Gelgelelim, hikayenin vuruculuğu ve görüntü yönetmeni Sean Bobbitt’in olağanüstü mizansen gücü, bu kusuru biraz arka plana itmiş, görünmemesini sağlamış sanki.
Sözün kestirmesi; 12 Yıllık Esaret, her Oscar sezonu karşımıza çıkan, çok karakterli Büyük Amerikan filmlerinden biri. Herkes gibi ben de En İyi Film Oscar’ını kazanmasına kesin gözüyle bakıyorum. Senaryo ve yönetmenlik dallarındaysa bana göre pek şansı yok. Her ‘Büyük Amerikan filmi’nde olduğu gibi, bu filmde de oyunculuklar çok dikkat çekiyor. Özellikle ‘kapatma Patsey’ karakterinde devleşen Lupita Nyong’o, Oscar’larda adından söz ettirecek. Başroldeki Chiwetel Ejiofor’un performansını o kadar da çarpıcı bulmadığımı belirtmeliyim. Bununla birlikte Ejiofor, bu performansıyla Oscar’ı kazanmaya çok yakın, bu da yadsınamaz bir gerçek. Akademi ne düşünüyor, onu 2 Mart 2014’te hep birlikte göreceğiz.
12 Yıllık Esaret (12 Years a Slave)
Yönetmen: Steve McQueen
Senaryo: John Ridley
Oyuncular: Chiwetel Ejiofor, Michael K. Williams, Michael Fassbender
Yapım: 2013 / ABD-İngiltere / 133 dk.