“Merhaba Behnan. Şu andan itibaren bu telefonun aküsünün bitim süresi kadar ömrün kaldı. Akü boşaldıkça yaşlanacaksın. Önünde aşağı yukarı dört saat var. Bu telefonu alıp ‘Alo’ diyen birini bulamazsan 3 saat 59 dakika sonra ölüp gideceksin. Eğer bu sırrı birine anlatırsan, içeriden yaşlanacak ve yine dört saat sonra öleceksin. Kaçış yok bilesin. Tiktaklar çalışıyor. Haydi, kendine hemen telefonu alırken, ‘Alo’ diyecek birini ara. Telefonu atman, hattı kapatman bir işe yaramaz. Aparatı bin parçaya ayırman da. Seni sadece ‘Alo’ sesi kurtaracak unutma. Bol şanslar.”
Behnan hat kapanınca şaşkınlıkla etrafına bakındı. Ona en yakın duran kimse beyaz üzerine kırmızı mavi gül desenli rahat bir yazlık kıyafet giymiş olan genç bir kadındı. Bir butik vitrininde neredeyse burnu cama değecek kadar yakın durmuş giysi seyrediyordu. Diğer kimseleri kesti hızla. Hiçbirinden bu çok iyi organize edilmiş şakaya müdahillik titreşimi almıyordu. Ona doğru gelen orta yaşlı çift, marka giysiler satan butikten çıkan yeni yetme üç kız, demin yanından geçen şişman kadın, ta ileride elinde metal dedektör can sıkıntısıyla dikilen koruma da dahil, üzerine endekslenmiş bir tertibat algılayamıyordu.
Delikanlı elindeki aparata baktı. Metalik renkli, Luciphone 169 marka bir aparattı. Gıcır gıcırdı. Hiç kullanılmamış gibiydi. İçinde iğne yapraklı bodur bir ağaç bulunan dev saksının tahta pervazının üzerinde duruyordu. Aparatı tam o geçerken çalmaya başlayınca fark etmişti. Yakınlarda pek kimse yoktu. Alışveriş merkezi sair gün olduğu için öğle saatlerinde tenha oluyordu. Behnan bu tenhalık için buradaydı. Biraz düşünmek istiyordu. Burada amaçsızca gezmek ve vitrinlerdeki envai çeşit eşyaya bakmak düşüncelerini kırbaçlayan bir ortam sağlıyordu.
Behnan yürüyen merdivenden çıkan genç çifte baktı. Tonları biraz farklı lacivert kot pantolon ve üzerinde turuncu kırmızı tonlarda Satürn gezegeni illüstrasyonu basılı bir model beyaz tişört giymişlerdi. Kız saçını kırmızıya boyatmıştı. O mesafeden yüzünü iyi göremiyordu, ama çok yakışmış gibiydi. Buna kızın uzun bacakları ve tişörtünün göğüs kısmındaki hoş gerginlik nedeniyle de karar vermiş olabilirdi tabii. Delikanlı kendi yaşlarındaydı ve ondan en az beş santim uzundu. Behnan bir seksen sekiz boyundaydı ve kendinden uzun kimselerden gıcık kapardı. Hele yanında böyle bir fıstık varsa.
Çift ona aldırışsız ters yöne yürüyünce Behnan meseleye odaklandı yeniden. İşlek zekâsı bileti kesivermişti. Şaka bayağı iyi organize edilmişti. Onunla konuşanın kadın mı erkek mi olduğunu fark edememişti. Elektronikleştirilerek cinsiyetinden sıyrılmış bir sesti. Böylece delikanlı kadın erkek ayırmadan herkese kuşkuyla bakar olmuştu. Maalesef bu kumpası kurabilecek bir isim yoktu bellek arşivinde. Şimdi lisede olsalar aklına ilk olarak Goril Nedim gelirdi. O böyle ayrıntılı bir şaka ustasıydı. Çok zaman geçmişti aradan ve arkadaş çevresinde bu tür bir tezgâh düzenleyecek biri yoktu. Olsa bilirdi.
Behnan on bir gün öncesine kadar beş yıldızlı bir otelin çatı katındaki barın baş barmeniydi. Ekonomi bölümünden mezun olduğu halde yıllardır bu mesleği yaptığı için genç yaşta insan sarrafı kesilmişti. Birileri bu pahalı aparatla bir oyun kurmuştu. Behnan rasgele kurban değildi. Çünkü konuşan kimse ona adıyla seslenmişti. Cep telefonu çok yeniydi. Bu markayı tanımıyordu, ama ikinci el olarak bile en az bir beş yüzlük edeceğini tahmin ediyordu. Madem ki şakayı organize eden muzip zevat ortada değildi, Behnan telefonu kapandaki peynir yapacaktı.
Aparatı ince yazlık ceketinin sol cebine koydu ve yürümeye başladı. Kendi telefonu da sağ cebindeydi. Kendini çift tabancalı kovboy gibi hissediyordu. Beyninin uzak bir bölgesinden sinyal alıyordu. Sıkıcı, kasveti yıvışık bir düşünceydi.
‘Sandığın gibi fareler arkandan gelmeyecek. Kapan sensin. Telefon değil. İş başka.’
Behnan yürüyen merdivenlerden ikinci kata çıktı. Bu katın önemli bir bölümü yiyecek içecek ikmaline tahsis edilmişti. Karnı toktu. Geç kahvaltı etmişti, ama pekâlâ bir kahve içebilirdi. Öyle yaptı. Bir dükkândan şekersiz sütsüz filtre kahve ve dörtte bir litrelik su aldı. Beş masanın dördü boştu. Birinde arkası ona dönük oturan orta yaşlı ve kel kafalı bir adam vardı. Delikanlı gelen gideni iyi görebileceği şekilde yüzü merdivenlere dönük oturdu.
On dakika sonra Behnan günlük sorunlarına dönmüştü yeniden. İşten çıkarılmasına ekonomik kısıtlama etiketi yapışıktı. Metrodelin kızıyla mercimeği fırına vermeleri esas nedendi. Canla başla çalıştığı, müşteriler tarafından sevildiği halde işine son verilmişti. İstese kızla inadına ilişkisini sürdürürdü, ama yapmamıştı. Bu mesleği İstanbul’da sürdürmek istiyorsa akıntıya karşı yüzmemesi gerekiyordu. Behnan bir Boğaz çocuğuydu. Bu işleri iyi bilirdi.
Behnan üç erkek kardeşin küçüğüydü. Büyük abisinin mali durumu iyiydi. Çok sıkışsa şu anda Ayder yaylasında tatilde olan baba ve annesini işin içine katmadan borç alabilirdi. Ayrıca uzmanlık alanında iş bulması da zor değildi. Behnan iyi barmendi. Gençti ve parlak bir tipti. İş yapan özelliklerdi bunlar.
Lise öğrencisi tipli üç delikanlı önünden geçti. Biri “Ben hamburgerden başka bir şey yemem, ona göre” deyince diğerleri sessiz kaldı. Galiba onlar da aynı tarafa meyilliydiler. Bu arada Behnan sol cebindeki ağırlık nedeniyle sürekli şakayı düşünmekteydi. Yüreğinde sebepsiz bir korku karanfili tomurcuklanmaktaydı. Çocukken öyle cinlerden, perilerden ve hortlaklardan korkan bir çocuk olmamıştı. Ne Scream-Çığlık, ne Halloween H20, ne de hortlaklı ev filmleri yeni yetmeyken üzerinde etkili olmuştu. Vampir ve kurtadam filmleri ona kostümlü balo duygusu verirdi. Bunların tek istisnası Blair Cadısı adlı filmdi. Oradaki soyut ortamdan etkilenmişti. Fena halde tırsmıştı daha doğrusu. Filmlerden ve hikâyelerden korkanlarla hevesle dalga geçen biri olarak kimseye açmadığı sırrıydı. İki yıl önce ayrıldığı altı yıldızlı kız arkadaşı Merve bile bilmezdi bunu.
Behnan saatine baktı. Yarım saate yakındır oturmaktaydı. Hiçbir hareket olmamıştı. Planında yeni faza geçecekti o halde. Ayağa kalktı. Sol eliyle ceketinin üzerinden cebindeki aparatı yokladı. Eve gidecekti. Bakalım gizli şakacılar ne halt edecekti. Yürüyen merdivenden inerken bu defa hiç sakınmadan rahatça etrafını kesti. Tek bir tertibat personeli saptayamamıştı. Şakanın bu kadar uzaması bir yandan merak duygusunu artırırken, diğer yandan içine ne olduğunu kolayca izah edemeyeceği bir rahatsızlık vermekteydi. Sanki bir şey olup bitmişti. Artık çok geçti.
‘Dönülemez yani.’
Behnan zihninde patlayan anlamsız düşünceye aldırmadan adımlarını serileştirdi. Alışveriş merkezinin ana kapısına on metre kala hâlâ birileri arkasından yetişip durumu izah etmeye kalkışmamıştı. Belki dışarıda bekliyorlardı. Bir kameramanla birlikte. İletişim Çağı ve Yeni İnsan araştırmasının bir parçası olmuştu. Camlı kapıdan dışarıda bekleyen birilerini görmüyordu. Bir koruma memuresi elinde metal dedektörü eli yüklü müşteri bekliyordu.
‘Cebindeki telefonla bu alışveriş merkezinden dışarı çıkamazsın. Kalbin duruverir. Merkezin şakası yoktur. Haydi yap o küçük şeyi.’
Behnan az kalsın ‘Neyi?’ diye bağıracaktı. Birden iç sesin maksadını kavradı. Sol tarafındaki eczaneye doğru yürüdü. Vitamin ilanının durduğu yerde, kapının hemen sağında otuz santim eninde dikine duran bir ayna vardı.
‘Hallet artık şu küçük işi.’
“Kes lan!”
Eczanenin kapısından çıkan kısa boylu tıknaz bir adam ona baktı. Behnan o sırada gördüğü şeye odaklanmıştı. Esmer yüzlü, ince bıyıklı adamla ilgilenecek hali yoktu. İki favorisinde de bir saat öncesine kadar mevcut olmayan beyaz teller vardı. Sol tarafta biraz daha sıktı. Karnı buz kesmiş vaziyette bakmaya devam edince gözlerinin kenarındaki kırışıkları fark etti. “Vay anasını!” dedi. Delikanlı şokun karanlık sularına battığı için sesi çok ölgün çıkmıştı. Hâlâ yakınlarında olan esmer adamın sözlerini duyması söz konusu değildi.
*
“Üzerinizde bana ait bir şey var.”
Otuz yaşlarında, düz siyah saçlı, soluk pembe renk ruj sürmüş kadın tırsmıştı, ama belli etmemeye çabalayarak durumu bilmezden geliyor numarası yaptı.
“Ne diyorsunuz siz Allah aşkına?”
Behnan genç kadına ‘Bir dakika’ işareti yaptı ve kendi telefonuyla o lanet aparatın numarasını tuşladı. Bu rakamı ne bir yerde görmüş ne de araştırmıştı. Numara aklındaydı. Biliyordu. Kadının lacivert boyalı deri taklidi çantasından bir melodi sesi duyuldu. Behnan bunu ilk duyduğunda çok aşina gelmiş, ama ne olduğunu çıkaramamıştı. Melodi Tubular Bells adlı albümden The Exorcist adlı melodiydi. Kendinden on üç yaş büyük olan abisi bu albümü çok severdi. Behnan’ın abisiyle baba evinde beraber yaşarken çok sık duymak zorunda kaldığı bir parçaydı. Albüm de o günlere ait köhne bir kelimeydi.
“Güzellikle verecek misiniz?”
Kadın cazgır bir tip değildi. Yelkenleri suya indirdi. “Orada, o saksının kenarında duruyordu.” dedi. Çantasını açtı. Aparatı aldı ve içini çekerek Behnan’a uzattı. Delikanlının gözleri yaşlıydı. Küçük burunlu, hoş yüzlü, ela gözlü kadın bundan da etkilenmişti. Belki bu eşek şakasını eleştiren şeyler söyleyecekti vazgeçti. “Telefonunuzu olur olmaz yerlere bırakmayın.” dedi. “Bence sadece bunu kullanın. Öbürünü satın ya da yedeğe koyun.”
“Tamam, söz.”
Krem rengi pantolonlu genç kadın normal adımlarla yürürken Behnan etrafına bakındı. Bu ancak rüyalarda mümkün olabilecek bir şakaydı. Bu gerçek olamazdı. Olamazdı.
‘Merkezde her şey mümkündür hayatım.’
Behnan ‘Hayatına başlatma lan’ diye düşünürken gözüne yeni bir kurban kestirdi. Orta boylu, orta yaşlı aylak aylak dolaşan topluca bir adamdı bu. Kıvırcık gür saçlarını koyu kahverengiye boyamıştı. Üzerinde bej rengi bir takım elbise, mavi gömlek vardı. Üstten sımsıkı duran gömleği esnek bir kumaştan yapılmışçasına pantolon kemeri civarında doğal dökümünü hiç değiştirmeden iki beden büyüyordu. Kara gözlüklerinin altından etrafındaki her şeyi açık seçik ve saçık gören bir tipti. Onunla defalarca karşılaşmıştı. Adam her şeye adeta çengelli bir alakayla bakıyordu. Her vitrinin önünde duruyor, gelip geçenleri gözden kaçırmadan eşya seyrediyordu. Ayrıntı etiketliyor gibiydi mübarek. O telaşlı halinde bile fark etmişti. Behnan adamın on metre kadar ardından adımları onunkine endeksli yürürken kadınların bagajlarının kara gözlüklünün özel ilgi alanı olduğunu keşfetti. Barmenlere has dalgacı yanı o sıkıntılı durumunda bile ona bir isim takıverdi. Bagajcı Hilmi.
Behnan, Bagajcı Hilmi’nin arkasından yürürken saatine baktı. O Allahın belası aparata ‘Alo’ deyişinden bu yana bir saat geçmişti. 27 yaşında birinin geri kalan hayatı kaç yıl olurdu? Babasının babası sağdı. 86 yaşındaydı. Yazları her sabah balığa çıkardı. Gücü kuvveti yerindeydi hâlâ. Onu baz alsa geri kalan hayatı 60 yıldı. Bunun dörtte biri geçmişti bile. Elini çabuk tutmak zorundaydı.
Bu arada iki kişiyle yaptığı testten olumlu sonuç alamamıştı. Telefonu aynı kendinin bulduğu gibi bir banka bırakarak uzaktan çaldırmıştı. İlk kurban adayı yaşıtı bir delikanlıydı. Bir altmış beş boylarında ince yapılı biriydi. Üzerinden dökülen siyah bir pantolon ve sanki bunu dengelemek istercesine daracık sapsarı bir tişört giymişti. Telefonu her zamanki yerinden almış, etrafına bakınmış ve ‘kapat’ düğmesine basarak cebine atmıştı. Behnan arkasından seğirtip telefonunu geri almak istediğini söylemişti. Muhatabı az önceki kadın gibi yumuşak karakterli biri değildi. İsteğini reddetmiş ve çıkış kapısına doğru yürümeye devam etmişti. Behnan arkasından gidince yumruğunu göstermişti. Behnan artık kırk başlarındaydı. Yine de gücü rahatça yeterdi bücürü pataklamaya. Bunu yapmadan önce kameralar tarafından izlendiklerini, soluğu poliste alacağını söylemişti. Kapıdaki koruma on metre ötelerindeydi. Bu da ciddi bir etken olmuştu. Oradan çıkacaktı çünkü.
Behnan o sırada o lanet aparatın numarasını bildiğini bilmiyordu. Delikanlı, ‘Ne malum bu telefonun senin olduğu?’ deyince, biliyor numarası yapıp bir numara tuşlamıştı. Blöf olarak. Sonra karşısındaki tipin pantolon cebinden Şeytan filminin müziği duyulunca delikanlı pes etmiş, sunturlu bir küfür savurduktan sonra telefonu yere atıp gitmişti. Behnan telefon bozulursa kendisine ne olacağını bilmiyordu. Kalp krizi geçirip ölür müydü acaba? Birkaç kişinin meraklı bakışları altında kontrol ederken ödü patlamıştı. Neyse ki aparat turp gibi sağlamdı.
Behnan iki deneyimden sonra pek az kimsenin çalan bir telefona el koymadan önce ‘Alo’ diyeceğini anlamıştı. Böyle birini bulmaya ne enerjisi ne de vakti yeterliydi. Bir tezgâh düşünmesi şarttı. Bagajcı ona bu tezgâhın ilhamını vermişti. Behnan iki nedenle elini çabuk tutmak zorundaydı. Birincisi her dakika yaşlanıyordu. İkincisi alışveriş merkezi birazdan kalabalıklaşacaktı. Planı uygulamak çok zorlaşırdı. Ayağına çabuk biri telefonu kapıp voltayı alırsa işi biterdi.
Biraz gezindikten sonra Behnan’ın planı tüm ayrıntılarıyla hazırdı. Bagajcı’nın arkasından ayrılıp bir butiğin camekânındaki otuz dört beden mankenlerin üzerindeki giysilere hevesle bakan kırk dört bedenli bir kadına yaklaştı. Kırk başlarında, saçları kınalı, buğday tenli bir kadındı. Giydiği siyah taytla haşmetli bagajını cömertçe sergileyen rahat tavırlı biriydi. Behnan da o sırada kırk başlarında görünüyordu. Bayağı yakışmıştı ona içine kır yürümüş kumral saçlar. Yakışıklılığının sonbaharı rengârenk yapraklarla süslüydü.
Kadına yaklaştı. Selam verdi. Yirmi metre kadar uzakta yavaş adımlarla yürüyen Bagajcı Hilmi’yi işaret etti ve “Şu bey dayım. Adı Hilmi. Burada olduğumu bilmiyor. Kendisine bir hediye aldım. Bir sürpriz yapmak istiyorum. Sizden yardım rica edecektim.”
Birkaç kritik saniye geçti. Kadının iri, kahverengi gözleri onu enine boyuna taradı ve “Ne gibi bir yardım?” dedi. Kadın delikanlının kibar tavırlarını ve tipini sevmişti. Burada herkesin içinde bir kıllık ummuyordu. Pahalı pantolon ve ceketinden de olumlu etkilenmişti ayrıca. Behnan’ın içi umut dolmuştu. Bu defa olacaktı inşallah.
“Çok basit hanfendi. Anlatayım.”
Adı Leman olan kadın Bagajcı Hilmi’yi sollayıp geçti. Hızlı adımlarla arayı açtı. Sonra mutlu bir tesadüfle civarında kimsenin olmadığı havuzun pervazına telefonu bıraktı. Sonra arkasına baktı. Çantasından telefonunu çıkardı ve bir numara tuşluyor gibi yaptı. Sonra Bagajcıya arkasını dönerek yavaş adımlarla yürümeye başladı. Telefon kulağındaydı. Bu arada Behnan’ın parmakları yıldırım gibi numarayı tuşlamaktaydı. İçinde binbir korku vardı. Bu defa kapan yeri olarak havuzun mermer pervazını kullanmıştı. O dev saksı Bagajcı’nın dolaşırken nedense pek rağbet etmediği bir yerdeydi. Ortalık giderek kalabalıklaşıyordu. Bagajcıyı bu noktaya getirebilmek için 21 dakika harcamıştı. Behnan elli yaşına yaklaşıyordu şu anda. Ellerinden bile yaşı belli oluyordu. İnanılmaz bir şeydi.
Bagajcı çalan telefonla, siyah taytı geren malzemeyi tek parça gibi algılayınca telefona doğru yürüdü. Dokunacakken vazgeçti. Adam yeni yetme ya da eline çabuk genç biri değildi. Temkinliydi. Yalnız ihtisas alanıyla ilgili hoş ayrıntılar mantık tarafını hissizleştirmişti biraz. Tereddüdünü yendi ve telefonu aldı. Kulağına götürdü. Behnan dudak okumayı bilmezdi, ama mutlu bir ‘Alo’ patlaması yaşadı. Kara gözlüklünün yüzü allak bullak olunca aynı durumla karşılaştığını düşünerek adama acıdı.
Leman hemen önünde duruyordu. Yanına gitti ve kendisine teşekkür etti. Şakanın başarılı olduğunu, dayısıyla telefonda konuşanın kendisi olduğunu söyledi. Dayısı sesini tanımıştı, onu arıyordu. Bu nedenle hemen arazi olacaktı. Akşama adamın evine giderek şakanın tadını çıkartacaktı. Bu arada Cumartesi, yani yarın, öğleden sonra saat dört gibi bu alışveriş merkezine gelirse ikinci kattaki ‘Kahve Köşesi’nde birlikte kahve içebileceklerini söyledi. Leman müsait kadın gibi algılanmamak için hemen kabul etmedi, ama içinden ‘Okey’ demişti. Gözlerindeki memnuniyet cilasından açıkça belliydi. “Bakalım.” dedi. Behnan kadına iyi günler dileyip yanından ayrıldı. Leman şakanın anatomisiyle ilgili tuhaf bulduğu bazı ayrıntıları soracaktı, ama bunu yarına ertelemişti böylece. Behnan merkezden sağ salim çıkabilirse bir daha buranın bir kilometre yakınından bile geçmeyeceğini düşünmekteydi.
Behnan çıkış kapısına yaklaştığında kalbi gümbür gümbür atmaktaydı. Beş metre, üç metre, bir metre. Nefesi sıkışmıştı. Camlı kapıdan çıkınca rahat bir nefes aldı. Vicdanı sızlıyordu. Kara gözlüklü şu anda hayatının şokunu yaşıyor olmalıydı. Başka ne yapabilirdi Allah affetsin? İnsan böyle boktan bir kumpas yüzünden 27 yaşında ölüp gider miydi? Pişmandı, ama yüz defa daha olsa yine aynı şekilde davranırdı. Kötücül olanlar telefonlara bu ölüm ‘ALO’sunu monte eden puştlardı. Bunu yapanlar insan değildi. Blair Cadısı filminde onu korkutan ana fikri gerçek hayatta uygulayanlardı. Şeytanın ta kendisiydi.
Behnan yol kenarında duran sarı taksiye doğru hızlandırdı adımlarını. Evi uzak değildi. Yürüyebilirdi, ama bu bela yerden hızla uzaklaşmak niyetindeydi. Taksi eve doğru giderken Behnan bu kadar hızla yaşlanmasını ailesine ve arkadaşlarına nasıl izah edeceğini düşünüp durmaktaydı. Anlatacağı şeye inanmaları kolay değildi. Diğer yandan delikanlı bir hastane raporuyla dünyaca ünlü biri olabilirdi. O zaman ciddi bir araştırma başlar ve ona bu kumpası kuranların tepesine binerlerdi. Böyle yapacaktı.
Bir ara Leman’ı ne kadar kolay bulduğunu ve kadını hemencecik ikna ettiğini hatırladı. Bunda bir garabet var mıydı? Yoktu. Kadın cazibesine kapılmıştı. Böyle basit bir şakaya niye katılmasındı. Yarın birlikte kahve içeceklerini düşünerek hayal kuruyor olmalıydı şu anda.
Behnan şimdi esas temel meseleye odaklanmalıydı. Az önce kaldığı yerden devam etti. Gazeteci tanıdıkları vardı. İlk işi birazdan onları aramak olacaktı. O kara gözlüklü adam merkezin müdavimiydi besbelli. Gözetleme kameraları vasıtasıyla hem onun kimliğini bulurlardı, hem de kendisinin elinde telefon etrafta dolandığını kanıtlardı. Peki Bagajcı Hilmi ölmüşse onu cinayetle suçlamazlar mıydı? Şokun etkisi falan bile dense ahlaki yönden töhmet altında kalırdı. İşin bu tarafı sakattı. Peki ne yapabilirdi? Aklına tek şey geliyordu. Öğlen uykuya yattım ve böyle kalktım. Buradaki tek riskli nokta Leman’ın onu televizyonlarda görüp su koyuvermesi olurdu. Gözetleme kameralarının kayıtları ne kadar süreyle saklanıyordu acaba? İçinden bir ses kadının onun palavra sıktığını bilse bile sessiz kalacağını söylüyordu. Ayrıca gözlüklü adam kurnaz biriydi. Kendine ‘Alo’ diyecek birini bulurdu. Ondan atlar, başkasında patlardı. Diğer yandan Leman onla konuştuğu sırada kimbilir ne kadardır içerideydi. Dört saat daha kalmazdı büyük bir ihtimalle. O taraftan sorun çıkmayacaktı. Bu plan iyiydi. Yakında çok ünlü ve zengin olacaktı. Belki yaşlanmayı geriletecek bir serum da bulunurdu. Behnan’ın kalbi yeniden umutla dolmuştu.
Bu arada merkezden çıkınca delikanlının yüzü gözü eski haline dönmüştü. Yeniden 27 gösteriyordu. Buna asla deli gibi sevinemeyecekti. Çünkü evindeki aynada yüzünü gördüğü anda her şeyi unutacaktı. Merkezde olan bitenler zaman zaman rüyalarında ne idüğü belirsiz kâbus senaryoları şeklinde arzı endam edecekti. Son nefesine kadar.
Bir ara sandığı gibi bu tür merkezlerden uzak da durmayacaktı. Sık sık bu dev dikdörtgenler prizması şeklinde inşa edilmiş yapılara gidecek, bol bol alışveriş edecek ve ona bunu yaptıran gizemli dürtüyü asla sorgulamayacaktı. Merkezden kaçılamazdı.