Ergun Hiçyılmaz’ın Son İstanbullu adını taşıyan kitabı adeta sıkıştırılmış bir İstanbul ansiklopedisi. Yaşlı ve yorgun şehrimize ait bu kadar çok ayrıntının varlığına mı, yoksa tüm bunların bir kitaba sığmasına mı şaşırasınız, karar veremiyorsunuz…
Ege Görgün (Landlord)
Tarih ve spor merakını mesleği haline getirip bugüne kadar onlarca gazete ve dergi için bu konularda yazı dizileri hazırlayan, kitaplar yazan, bunlarla yetinmeyip Beyoğlu’ndaki mekanlarında insanları sinemanın, sporun, müziğin, şehrin hatta Türkiye’nin tarihinden geride kalan nesnelerle bizzat buluşturan Ergun Hiçyılmaz’ın, Destek Yayınları’ndan çıkan son kitabı Son İstanbullu kapakta da belirtildiği gibi “Yitik İstanbul’a bir zayii ilanı” niteliği taşıyor.
İçeriği değme ansiklopedilere taş çıkaracak nitelikte olmasına rağmen, kitap o ansiklopedilere esas üstünlüğü Ergun Hiçyılmaz’ın keyifli üslubu ve konu seçimindeki ustalığı sayesinde kuruyor. Her yeni bölümde başka bir sürpriz karşılıyor sizi. Bir bölümde bir Fenerbahçe destanı olan Harrington Kupası’nın hikayesini okurken, bir diğerinde 1930’ların Pera’sını ziyaret ediyorsunuz. Ardından şehrin aslında hiç de öyle olmasa da “kadimmiş” gibi duran köprülerini şeceresini öğreniyorsunuz, sonraki sayfalarda yolunuz Cemal Nadir, Münir Nurettin Selçuk, Zeki Müren, Selahattin Pınar, Pierre Lotti, Zaro Ağa, Troçki hatta Deniz Kızı Eftelya ile kesişiyor. Hiçyılmaz’ın zaman makinesiyle ömürler sürecek bir yolculuğu birkaç saatte tamamlıyorsunuz.
Kitabın bir bölümü de eskini külhanbeylerine ayrılmış. Hiçyılmaz ilk kabadayıyı 40’lı yıllarda Kadıköy- Yeldeğirmeni’nde görmüş.
“…heybetli vücuduyla dikilmiş ve bir eliyle ince narin kızın saçlarına asılmıştı. Öbür elindeki ejderha kabartmalı sustalının güneşle öpüşüp pırıl pırıl parlayışını gördüğmde cin çarpmışa dönmüştüm. ‘Seni ona yâe edersem namerdim’ gibilerinden birkaç laf etmiş ve sonra bir tutam saçı sustalısıyla kesivermişti.”
Kısa pantollu Ergun’un gördüğü İcadiye’den yetişme kabadayı Bahriyeli Tevfik’ti. Meşum Cinayet manşetiyle verilen gazete haberinde resmini görünce hemen tanımıştı adamı.
“Başında limon kabuğu tabir edilen bükülmüş bir kep, ayağında yandan çarklı, paçaları misketli beyaz bahriye pantolonu, dirsek altında ise hayli büyükçe bir deniz kızı dövmesi. ‘Şanlı Yavuz’ yazan siyah bir perdenin önünde duruyordu.”
Tevfik çömezliğinde Bitirim Fettah namlı kabadayının yamağıydı. Düşmanları Fettah’ı mezarlık yolunda kıstırıp vurduklarında ustasını sırtlamış ve onun intikamını almaya yemin etmişti. Hiçyılmaz’ın yazdıklarına göre Fettah ona üç vasiyette bulunmuştu.
“Kabadayı ol ama kendi gölgenden bile kork. Bu bir… Kendinden küçüğe sarkma. Bu iki… Zaptiyeyle çekişme ve üniformaya ilişme. Bu da üç!”
İstanbul’un popüler tarihinin unutulmaya ve geçmişten gelen silüetinin kaybolmaya yüz tuttuğu şu zamanlarda Son İstanbullu’yu okumak insanı hem aydınlatıyor, hem de hüzünlendiriyor.
Kitaptan: Son haremağası
Haremin dağılmasının ardından Haremağası Amber Ağa, diğer dört meslektaşıyla birlikte Çamlıca eteklerindeki küçük bir kulübeye sığınmış ve ömrünün sonuna kadar fakirlik içinde burada yaşamıştı.