Dağıtımcılarımız gemi azıya almış bu hafta yine. 62. Berlinale’den Altın Ayı ile dönen Taviani kardeşler filmi Sezar Ölmeli, kesinlikle kaçırmamanız gereken bir film bize kalırsa! Madagaskar 3: Avrupa’nın En Çok Arananları, çocuklu aileler için birebirken; Liseli Polisler, aksiyon-komedi sevenleri cezp edebilir. Hayatının Seçimi, nanç kavramı etrafında şekillenen bir yasak aşk çeşitlemesi olarak nitelebilir sanıyorum. Mahşer Günü, dar alanda bir felaket hikayesine çağırıyor izleyicileri. Anahtar, 70’li yıllarda Kıbrıs’ta geçen bir aşkı konu alırken; Soluksuz Gece, Avrupa işi bir aksiyon olarak dikkat çekiyor… Herkese iyi seyirler…
Sezar Ölmeli (Caesar Must Die)
Yönetmen: Paolo Taviani, Vittorio Taviani
Senaryo: William Shakespeare , Paolo Taviani, Vittorio Taviani
Oyuncular: Cosimo Rega, Salvatore Striano, Giovanni Arcuri
Yapım: 2012 / Ita / 76 dk.
Sanatın dünyayı dönüştürme gücü hayli tartışmalı olsa da bireyin hayatına etkisi şaşırtıcı boyutlara varabiliyor. Yüksek güvenlikli bir hapishanenin mahkûmları söz konusu olduğunda bu değişim daha net bir hal alıyor. İtalyan ustalar Paolo ve Vittorio Taviani, Sezar Ölmeli (Cesare Deve Morire) filminde sanatın insan hayatındaki etkisini gözler önüne seriyor.
Belgesel-kurmaca karışımı filmin tamamı, Roma yakınlarındaki yüksek güvenlikli Rebibbia Hapishanesi’nde geçiyor. Oyuncular da, kimi müebbet kimi 20 yıl hapis cezasına çarptırılmış mahkûmlardan oluşuyor. Hapishane yönetimi her yıl yaptığı halka açık tiyatro temsilinde bu yıl Shakespeare‘in klasik oyunu ‘Julius Cesar’ı sahneleyecektir. Temsilin yönetmeni Fabio Cavalli, oyuna katılmak isteyenleri deneme çekimine alır. Mahkûmların çoğunluğunun uyuşturucu, cinayet ya da mafya üyeliğinden hüküm giydiği hapishanede rollerin dağılımı da ilginç olur: Cesar’ı oynayan uyuşturucudan, Brütüs’ü oynayan ünlü mafya grubu Camorra’ya üye olmaktan cezaevindedir mesela. Dolayısıyla oyuncuların hiçbiri Shakespeare‘in kuşku, ihtiras, ihanet, güç, şiddet ve cinayet dünyasına yabancı değildir.
Paolo (81) ve Vittorio (83) Taviani kardeşler, elli yıldır sürdürdükleri yolculuğa bir yenisini daha ekliyor. Daha önce Goethe ve Tolstoy gibi ustalara uğrayan yolculukları bu kez Shakespeare‘e uzanıyor. Fazlasıyla eski usul olmakla birlikte, izleyiciye etkileyici bir film sunuyor Taviani‘ler. Hatta, mahkûmların günlük hayatı üzerinden Julius Cesar gibi klasik bir oyunu, ince bir ustalıkla yeniden kuruyorlar. Baştan sona oyunun provası şeklinde geçen filmin, mahkûmların hayatına bakan bölümü siyah-beyaz, oyunun sahnelendiği kısımlar renkli. Sanatın insan hayatına etkisini böyle bir tercihle imgeliyor ‘kardeşler’. Tiyatro ve sinemayı ustalıkla harmanlayan film; özgürlük, sanat, insan, oyun/oyuncu ve hayatın anlamı hakkında nokta atışı kesitler sunuyor. Finalde bir mahkûmun ağzından dökülen cümle, Altın Ayı ödüllü filmin tüm derdini üzerinde taşıyor: “Sanatı keşfettiğimden beri hücrem, hapishanem oldu!”
Ali Koca
***
Madagaskar 3: Avrupa’nın En Çok Arananları (Madagascar 3: Europe’s Most Wanted)
Yönetmen: Eric Darnell, Tom McGrath, Conrad Vernon
Senaryo: Eric Darnell, Noah Baumbach
Oyuncular: Ben Stiller, Jada Pinkett Smith, Chris Rock
Yapım: 2012 / ABD / 85 dk.
2005 yılında, New York’taki Central Park Hayvanat Bahçesi’nden firar eden dört hayvanın ‘dış dünyayı’ merakı ile başlayan macera, üçüncü filmde sıla özlemine dönüşüyor. İlk filmde Madagaskar’a, ikincisinde Afrika’nın içlerine giden ekip, eve dönüş yolculuğunda bu kez Avrupa turnesine çıkıyor. Aslan Alex, zebra Marty, hipopotam Gloria ve Zürafa Melman, Avrupa’yı birbirine katıyor. Tabii ki yanlarında Kral Julien, Maurice ve penguenler de var. Monte Carlo, Roma, İsviçre Alpleri, Londra derken Avrupa kazan onlar kepçe! Kafa avcısı ünlü polis şefi Chantel DuBois da onların peşine düşüyor. DuBois’dan kaçarken Zaragoza Sirki’ne dâhil olan ekip, Roma’ya doğru yol alır. Sirk, Londra’daki gösterisinde Amerikalı bir organizatör tarafından beğenilirse New York’a davet edilecektir. Bunu öğrenen ‘Alex ve arkadaşları’, meşhur Cirque du Soleil benzeri göz alıcı bir gösteri hazırlayıp New York biletini kapmaya çalışır.
Son yıllarda animasyon dünyasına sirayet eden ‘kimlik arayışı’, Madagaskar 3‘ün temel meselesi. Zebra Marty’nin merakıyla başlayan seri, ikinci adımda, dört kafadarın kimlik bunalımına eğilmişti. Hayvanat bahçesinden çıkıp Afrika’daki doğal ortamlarına, ‘köklerine’ dönen ekip, aradığını bulamamıştı. Eve dönme arzusu o kadar yakıcı ki kendilerini, Afrika çöllerinde, bir nevi ‘cennet vatan’ belledikleri New York’un kumdan maketini yaparken buluyorlar. Eve (köklere) dönüş ve kimlik arayışını en son Oyuncak Hikâyesi 3‘te görmüştük. Alex ve arkadaşları da, tıpkı Oyuncak Hikâyesi‘nde olduğu gibi anılarındaki o ‘muhteşem mâzi’yi bulamıyor. Woody Allen‘ın Paris’te Geceyarısı‘nda dile getirdiği üzere, ‘Altın Çağ’ geride kalmıştır artık; herkes yaşadığı dönemde kendi altın çağını oluşturmaya bakmalı. Alex ve arkadaşlarının, rastlantı sonucu dâhil olduğu Zaragoza Sirki ile beraber çıkılan fantastik yolculuk, onların altın çağıdır aslında. Bireysel anlamda kimlik arayışına tekabül eden bu durum, toplumsal anlamda ise Amerikan psikolojisine denk düşüyor. Hollywood sularından gelen animasyonlarda son yıllarda artan ‘eve dönüş’ motifi, ilginç bir şekilde Amerika’nın bugünkü durumuna işaret ediyor. Soğuk Savaş’ın ardından baba Bush ile birlikte ‘önleyici’ dış politikaya yönelen ABD, dünyanın her yerine yayılan üsleri ve askerleriyle, bu ‘eve dönme arzusu’nu daha da pekiştiriyor.
Filmin yeni-eski ve artı-eksilerine gelirsek; en önemli yenilik üç boyut (3D). Artık kaçınılmaz olan animasyon-3D işbirliği, sirklerin göz alıcı dünyasıyla birleşince başarılı bir sonuç ortaya çıkıyor. Gözler, ikinci filmdeki nineyi arasa da yeni karakterler onu çabucak unutturuyor. Kaplan Vitaly, jaguar Gia ve Stefano bir yana, serinin ilk kötüsü, polis şefi Chantel DuBois, Madagaskar 3‘ün en önemli buluşu. 101 Dalmaçyalı‘nın kötü kadını Cruella De Vil’e biraz Edith Piaf ilave eden senaristler şahane bir karışım ortaya çıkarmış. Mürekkep Balığı ve Balina, Greenberg, Fantastik Bay Fox filmlerinin senaristi Noah Baumbach‘ın senaryoya dâhil olmasının farkı bariz bir şekilde kendini gösteriyor. Üç boyutun nimetlerinden başarıyla faydalanınca da Madagaskar 3, serinin en iyi filmi olup çıkıyor. Verdi’den Edith Piaf’a, oradan Katy Perry‘ye uzanan geniş yelpazedeki Hans Zimmer imzalı soundtrack ise bu tabloyu tamamlıyor. Teknik yönden tek kusur, Türkçe dublajdaki İtalyan aksanı. Gia ile Stefano’nun “geliyooree, gidiyooree” şeklindeki telaffuzu, izlerken çok ‘bunaltıyoorree’! Orijinalindeki İtalyan aksanına başka bir çözüm bulunabilirdi belki. Yine de, Fatih Terim‘in İtalya günlerinde, ‘Önemli olan sonuç’ anlamında sarf ettiği meşhur galatına sığınarak “Resultante importante” deyip bu durumu hoş görebiliriz! Eve dönmek gibisi var mı?
Ali Koca
***
Liseli Polisler (21 Jump Street)
Yönetmen: Phil Lord, Chris Miller
Senaryo: Michael Bacall, Jonah Hill
Oyuncular: Jonah Hill, Channing Tatum, Ice Cube
Yapım: 2012 / ABD / 109 dk.
Büyük ihtimalle 21. Cadde (21 Jump Street) dizisi olmasaydı Johnny Depp’in tanınması biraz daha geç olabilirdi. Ünlü oyuncunun 21. Cadde’de canlandırdığı genç polis memuru Tom Hanson onun ABD’de ve diğer ülkelerde tanınmasını sağladı.
Bir dönem oldukça popüler olan dizi 1991 yılında son bulmuştu. 21 yıl sonra gösterime giren filmi ise (Nedense Türkçe’ye Liseli Polisler olarak çevrilmiş) dizinin özgün hikayesinden ve ruhundan oldukça farklı bir noktada.
Morton Schmidt (Jonah Hill) ve Greg Jenko (Channing Tatum) aynı liseye giden iki gençtir. Birbirlerinden oldukça farklı iki tip olan Schmidt ve Jenko’nun ortak bir özelliği vardır, ikisi de lise mezuniyet partisine gidemeyecektir. Aradan geçen bir kaç yıl sonra iki genç bu sefer polis kolejinde karşılaşırlar ve iki iyi arkadaş olurlar.
Schmidt çalışılması gereken derslerde oldukça iyiyken, Jenko beden eğitimi ve dövüş derslerinde yeteneğini konuşturmaktadır. İkili birbirlerine eksik oldukları noktalarda yardım ederler ve mezun olurlar. Ancak ilk işlerinde tutukluya haklarını okumadıkları için uyuşturucu satıcılarının lideri Domingo (DeRay Davis) serbest kalır. Bunun üzerine şefleri onları genç görünen polisler için kurulmuş özel bir birim olan 21. Cadde’deki kiliseye gönderir.
Schmidt ve Jenko burada Yüzbaşı Dickson’ın (Ice Cube) emrinde çalışacaktır. İkili mezun oldukları lisede gençleri öldüren yeni bir uyuşturunun satıldığını öğrenir ve bu uyuşturucuyu yapanları bulmak üzere görevlendirilir. Ne var ki geçen yıllar içinde gençler de çok değişmiştir ve iki polisi oldukça garip durumlar beklemektedir.
Liseli Polisler son dönemde moda olan abartılı komedi türünde bir yapım. Bu da onun uyarlandığı diziden oldukça farklı olmasının ilk nedeni. Dizide polis olan babası öldürülen ve çok genç göründüğü halde yetişkin olduğunu anlatmaya çalışan Tom Hanson’un ve arkadaşlarının maceraları anlatılıyordu. Liseli Polisler ise gençliğin ve değerlerin ne kadar hızlı değiştiğini gösteriyor.
Lise yıllarında okulun en popüler çocuğu olan Jenko artık kimsenin çok da beğenmediği bir tipken, eskiden Eminem’e benzeye çalışan Schmidt artık lisenin en popüler gençlerinden biri olur. Filmde değişimler bir şekil vurgulansa da komedi olması için yazılan sahneler her şeyin önüne geçiyor.
Filmin diziyle bağlantısı sadece ismi değil. Dizinin başrollerini paylaşan Johnny Depp ve Peter DeLuise filmde kısa bir sahnede seyirciye merhaba diyorlar.
21. Cadde’nin eskiden hayranı olanlar yeni uyarlamadan pek memnun olmayacaktır. Ancak komedileri özellikle abartılı komedileri sevenler Liseli Polisler‘den hoşlanacaktır. Yurt dışında oldukça büyük bir hasılat elde eden filmle ilgili yapımcılar devam filminin hazırlıklarına da başladıklarını açıkladılar.
Ali Abaday
***
Yönetmen: Matthew Chapman
Senaryo: Matthew Chapman
Oyuncular: Charlie Hunnam, Terrence Howard, Patrick Wilson
Yapım: 2011 / ABD / 101 dk.
Bizim daha çok –John Grisham’ın aynı adlı romanından uyarlanan- Jüri’nin (Runaway Jury) senaryosunu kaleme alan ekibinin bir üyesi olarak tanıdığımız Matthew Chapman’ın üçüncü uzun metraj filmiymiş Hayatının Seçimi (The Ledge). Chapman, alışageldiğimiz ‘yasak aşk’ izleğini, inanç kavramıyla çeşnileyerek sürmeyi yeğlemiş.
Hayatının Seçimi’nin genel dramatiazsonu çok iyi aslında. Sağlam bir üst-anlatı yapısı var filmin: İlk dakikadan itibaren hikâyenin içine çekiyor sizi. Son dakikaya kadar da ilginizi canlı tutmayı başarıyor. Ancak, sağlam bir giriş yapan film, bir dakikadan sonra sendelemeye, ara-çatışmaları iyi verememeye başlıyor. Buna bir de oyuncuların oyundan düşüşü eklenince, film öylesine çekilmez bir hal alıyor ki, sormayın gitsin! Tabii buna bir de yazılan karakterlerin boyutsuzluğunu eklemek gerek.
Yukarıda, çeşni kökünü kullanmamın sebebi şu; Chapman, tamamen karikatür tiplemeler karşıtlığından çok yüzeysel bir argüman ortaya koymuş, inanç tartışması açısından. Bu da filmin gücünden çok şey almış götürmüş.
Hayatının Seçimi, iyi oynanmış ve iyi yönetilmiş bir film değil ne yazık ki. Karakterlerin yaratımına biraz daha özen gösterilse, görece daha iyi oyunculara teslim edilse bu karakterler ve yetkin bir el tarafından yönetilse ortaya dört başı mamur bir drama çıkması işten bile değilmiş bana kalırsa.
Ercan Dalkılıç
***
Yönetmen: Antonio Chavarrías
Senaryo: Sergi Belbel, Antonio Chavarrías
Oyuncular: Juan Diego Botto, Bárbara Lennie, Mágica Pérez
Yapım: 2012 / Isp. / 95 dk.
***
Yönetmen: Frédéric Jardin
Senaryo: Frédéric Jardin, Nicolas Saada
Oyuncular: Tomer Sisley, Serge Riaboukine, Julien Boisselier
Yapım: 2011 / Fra-Bel-Lux. / 98 dk.
***
Yönetmen: Xavier Gens
Senaryo: Karl Mueller, Eron Sheean
Oyuncular: Lauren German, Michael Biehn, Milo Ventimiglia
Yapım: 2011 / Alm.-Can.-ABD / 112 dk.
***
Yönetmen: Cemal Yıldırım
Oyuncular: Hatice Tezcan, Cihan Tarıman, Hüseyin Ağlamaz
Yapım: 2011 / Türkiye / 103 dk.