Can Dostum, Fransa’da gösterime çıkmasının ardından 9 hafta sonra tüm zamanların en çok seyredilen ikinci Fransız filmi olmuştu bile. Benim gittiğim sabah seansının doluluk oranına bakılırsa, filmin bizde de ilgi gördüğü kesin.
Ege Görgün (Landlord)
İnsanların filme böyle rağbet göstermesinin nedeni herhalde Can Dostum’un küçük bir hikaye gibi görünen kocaman bir hikaye anlatması. Bütün dünyayı içine alabilen büyüklükte bir hikaye bu. Bu yüzden de din, dil, ırk ayırt etmeden herkesin yüreğine işleyip, o yürekleri yaşam sevinciyle doldurabilecek bir film.
İnsanlar gariptir. Her birimiz bir başkası tarafından imrenilen bir şeylere mutlaka sahip olmamıza rağmen, yine de tıpkı o başkası gibi sahip olmadığımız şeylere imrenir, özeniriz. Can Dostum birbirlerinde olmayan farklı şeylere sahip böyle iki adamın dostluğunu anlatıyor. Birisinde diğerinde olmayan bir servet, fakir olanda ise diğerinde olmayan fiziksel bir bütünlük vardır.
Göçmenlerin yaşadığı, suç yatağı varoşlardan gelen Driss, geçirdiği kazanın ardından boyundan aşağısı felçli olan Philip’e bakıcılık yapmaya başlar. Her anlamda zıtların bir araya gelmesidir bu. Fiziksel, ırksal, sınıfsal, kültürel…Ancak ikili birbirlerinin hayatlarındaki boşluğu doldurur. Sahip oldukları şeyleri cömertçe birbirleriyle paylaşırlar. Philip aradığı yaşama sevincini bulurken, Driss de dışarıya karşı kurduğu savunma duvarlarını yıkıp sosyal anlamda özgüvenli bir birey olmayı öğrenir. Onların arasında yaşanan, dostluğun dünyadaki en ideal ilişki biçimi olduğunun kanıtıdır bana kalırsa.
Duygusal zekasının mümkün olan en yüksek seviyede olması filmin başarısının en büyük nedeni. İkinci sırada ise aynı zeka seviyesinin hikaye yazımına da taşınmış olması var. Mizah, trajedilerin sonucu ortaya çıkmış ve bu trajedilerini uzantılarının devam ettiği hikayenin satır aralarına son derece ustalıkla yedirilmiş. Ortamın karamsarlığını dağıtan bu espriler bir yandan sınıfsal farkla oluşan kültürel uçurumla da dalga geçerken, bir yandan da Fransa’da göçmenlere karşı yükselen hoşgörüsüz dalgayı eleştiriyor ve barış umudu sunuyor. Can Dostum’un bir başka misyonu da engelli insanlarla olan ilişkilerimizle ilgili. Film bizim engellilere bakış açımızı yeniden gözden geçirmemizi öneriyor. Acımanın sağlıklı bir “ilişki” biçimi olmadığının altını çiziyor.
Filmin anafikri dışında da olsa, seyredenlerin filmin ardından Philip’in durumunda olup onun kadar zengin olmayan engellilerin yaşadığı olası zorlukları aklından geçirmesini umut ediyorum.
Son olarak oyunculukları gökleri çıkarmak durumda olduğumuz filmi, göz yaşları ve kahkahalar eşliğinde izleyeceğinizi belirteyim.
Aksi durum söz konusu değil elbette ama eğer Can Dostum‘u severseniz ve bir benzerini izlemek isterseniz, size yine bir Fransız yapımı olan, Jaco Van Dormael‘ün yönettiği, Daniel Auteuil‘ün başrolünde olduğu Sekizinci Gün (Le Huitième Jour -1995) filmini bulup izlemenizi tavsiye ederim.
[xrr rating=5/5]
Yönetmen: Olivier Nakache, Eric Toledano
Senaryo: Olivier Nakache, Eric Toledano
Oyuncular: François Cluzet, Omar Sy, Anne Le Ny
Yapım: 2011 / Fransa / 112 dk.